CENGİZ AYTMATOV’UN
GÜN OLUR ASRA BEDEL ROMANI ve MANKURT KAVRAMI
Hilmi ÖZDEN [1]
Bu yazı Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanı ve Ali İhsan Kolcu’nun “Bozkırdaki Bilge Cengiz Aytmatov” isimli eserinden özetlenmiştir.
GÜN OLUR ASRA BEDEL
Romanda anlatılan bir günün hikâyesidir. Ama yüzyıldan fazla süren bir günün, yüzyıllık bir süreye yayılan olayların hatırlandığı bir günün hikâyesidir bu... Yedigey, sevgili dostu Kazangap'ın öldüğü gün kendi hayatını ve Sarı Özek bozkırının bütün geçmişini hatırlar. Neler olmamıştır ki bozkırda? Juan Juanlar tarafından kaçırılıp başına deve derisi geçirilerek şuûrları kaybettirilip birer "Mankurt" yapılan gençlerden, ekolojik bozukluğun müsebbibi olan uzay araştırmalarına kadar birçok şey Sarı Özek bozkırının kaderinde rol oynamaya devam etmişti.
Boranlı Yedigey, arkadaşı Kazangap'ın cenazesini, onun vasiyetine uygun olarak kutsal Ana-Beyit mezarlığına gömmek ister. Burası onların atalarının mezarlığıdır. Kazangap'ın dejenere olmuş, çağdaş bir "Mankurt" olarak nitelendirebileceğimiz oğlu Sabitcan, mezarlığın bir günlük mesafede olması sebebiyle buna karşı çıkar. Yedigey'in Sabitcan'a kızması üzerine cenaze Ana-Beyit mezarlığına getirilir. Mezarlık alanı uzay araştırmaları istasyonunun arazisi içinde kaldığı için cenaze mezarlığa sokulmaz. Yedigey'in bütün ısrar ve gayretleri bir sonuç vermez. Kazangap'ın cenazesi Ana-Beyit mezarlığının yakınında bir yere, müslüman geleneklerine uygun olarak defnedilir. Arkadaşının vasiyetini yerine getiremeyen Yedigey, üzüntü içinde Boranlı istasyonuna geri döner[2].
Roman, yazarın diğer eserlerinde görüldüğü gibi iç-içe birkaç hikâyeden meydana gelmiştir. Toprağın gizli tarihine ait unsurlar, yakın geçmişte cereyan etmiş acı hadiseler, bizzat şahit olunan ve yaşanan garip olaylarla millî kültüre ait hayat tezahürleri ve nihayet teknoloji çağının sebep olduğu buhranlar, bir bütünün parçası dâhilinde eserde kendisine yer bulmuştur. Tarihî olaylar ve millî kültüre ait unsurlar hâl'in şartları içinde dikkatlere sunulur[3].
Gün Olur Asra Bedel romanının başkarakteri Boranlı Yedigey'dir. Bütün gençliğini Boranlı istasyonunda geçirmiş, savaşa (II. Dünya Savaşı) katılmış, savaştan sonra yine bir yere tutunmak arzusuyla Boranlı istasyonuna yerleşmiştir. Burada Ukubala ile evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Dinine ve törelerine bağlıdır. İnandığı değerler için mücadele etmekten kaçınmaz. Fakat bilgi eksikliği bu mücadeleyi pasifize etmektedir. Zaman zaman sinirlenip, celâllendiği olur. Onun bu yönünü yazarın diğer eserlerindeki kahramanlarından ayırmak zorundayız. Beyaz Gemi'deki Mümin Dede, tavizkârdır, pasiftir, inandıklarını ifade etmekten, onlar için mücadeleden âcizdir. Elveda Gülsarı'daki Tanabay ateisttir. Devrin modasına uygun olarak ideolojiye, rejime büyük bir imanla bağlıdır. Gelenekleri yıkmaktan çekinmez. O yüzden Tanabay ile Yedigey zıt kutuplardadır. Bu meyanda Yedigey'in temsil ettiği kültürel kimlik nedeniyle, neslinin son temsilcilerinden biri olarak kabul edilebilir. Zira yeni yetişen gençlik ya birer Mankurt olma ya da hiçbir şeye karışmamaya, susmayı bir hayat tarzı olarak benimsemeye gönüllü görünmektedirler[4].
Yedigey, birçok tezadı bünyesinde taşıyan bir insandır. Kimi zaman romantikleşir, âşık olur, kimi zaman çocuklaşır; fakat her zaman çalışkan ve kararlıdır. Zaten Aytmatov'un eserlerinde devrim sonrası birinci kuşak hep çalışkan ve emeğe saygılı kahramanlar olarak karşımıza çıkarlar. Tembellik ve çalışmadan, kazanmadan rahat yaşama arzusu ikinci kuşağa ait kahramanlarda kendini gösterir[5].
Aytmatov, kahramanı Yedigey'i romanın merkezine yerleştirir. O bir bakıma statik Sovyet hayatı içinde bir iç dinamizmi temsil eden avantgarde'dır(yenilikçi). Millî tercih ve tezâhürlerin sembolüdür. Yazar, kendisiyle yapılan bir mülâkatta Boranlı Yedigey'in savaş sonrası Sovyet toplumunun örnek alması gereken bir karakter olarak takdim etme arzusunda olduğunu ifade eder[6]. Yedigey'in şahsiyetinde millî hayata ait tezahürlerin aksettiği görülür. O, hadiseleri millî hayatın gelenekleri doğrultusunda yorumlar, çareler düşünür ve icra eder. Yaşayış olarak dış dünyaya, rejimin idealize ettiği hayat tarzına muhaliftir[7].
Romanda Yedigey kadar, Sarı Özek bozkırına ait bir unsur olarak karşılaştığımız Kazangap, zaman zaman geriye dönüşlerle anlatılan hayatına rağmen, asıl ölümü / ölüsü ile mühim bir yer teşkil eder. Kazangap sıradan bir ölü değildir. Bu ıssız Sarı Özek bozkırının, Boranlı istasyonunun ilk sakinlerinden, yakın geçmişinin en önemli şahitlerinden biridir. Yedigey, Kazangap'ın ölümü ile birtakım değerlerin de öldüğünü anlar[8].
MANKURT(LUK)
Kazangap'ın oğlu Sabitcan, küçük yaşlardan beri yatılı okullarda okumuş, rejimin ilmihaline göre yaşayan, duyduğunu satan, bilgiçlik taslayan, öz benliğinden kopmuş, millî ve dinî geleneklerine düşman çağdaş bir Mankurt'tur. Babasının cenazesini sıradan bir vak'a gibi görür. Zaten bu törene de "lütfen" katılmıştır. Törenin gereksizliğinden dem vurur. Olayları materyalist bir bakış açısıyla değerlendirir.
Bir söyleşide Aytmatov, V. Korkin'in sorularına cevap verirken Sabitcan'ın temsil ettiği temel felsefeyi de irdelemekten geri durmaz. Yukarıdaki alıntının devamında aşağıdaki görüşlerini sıralar[9]:
“Korkin -Bittabiî haklısınız; tarihin bize öğrettiği en zor ders, tanrıların öldürmek istediğini onlar ilk olarak delirtirler. Tam bir trajedi. Görülebildiği kadarıyla daha acısı hiçbir kimsenin deliyi kınamaya veya alaya almaya kalkışmayacak olması. Yine kişi Tanrı tarafından değil de bizzat kendi akrabaları tarafından hatıradan mahkum edilir ve bizzat kendi anasını öldürebilir bir hilkat garibesi haline dönüşürse daha kötüsü bu- dur. Aynı kitapta söylediğimiz Mankurt’lar efsanesini kastediyorum. O bir masal değil mi?
Aytmatov -Ne düşünüyorsunuz?
Korkin -Olduğunu düşünmüyorum. Bundan daha kötü insanları da biliyorum. Onları gönüllü Mankurt diye adlandırıyorum. Sizin Sabitcan karakterini alalım meselâ; Sabitcan bizzat kendi hür iradesiyle insan değil robot olmayı seçti. Onun gibi insanlardaki en tehlikeli şey, onların robot olma ve aynı seçimi yapabildikleri ve bundan yararlanabildiklerinin farkında olmayan diğer insanlardan bunu gizlemeden meydana geldikleri memnuniyettir. Şunu iktibas ediyorum; “Zaman gelecek insanları da tıpkı robotlar gibi radyo vasıtasıyla kontrol etmek mümkün olacak. ” Anlıyor musunuz? Halkı, bebelerden dedelere kadar bütün halkı kontrol ediyorsunuz! Bunun mümkün olduğuna inanmak için yeterince İlmî bilgileri elde ettik, ilim bize en üst sebeplerden imkân verdi. Diğer şeyler arasında, Sabitcan kendisini “üst sebepleri"nin farkında olan bir tür Süpermen gibi yeni bir adam olduğuna ikna etmek istiyor.
Aytmatov -İşte onun böylesine gülünç olmasının sebebi! Benim fikrim, onun felsefesinin bayağılığını ve saçmalığını vurgulamak idi. Felsefesinin menşei hiç de yabancı değil; manevî yoksulluk ve tüketicilik[10].”
Eserde ön plâna çıkarılan Mankurt motifi esas itibariyle, geçmişe ait bütün izleri yok etmek, hafızayı silmek, mensubu olduğu milletin örf, âdet, gelenek ve görenekleri ile mukaddes saydığı bütün değerlere karşı çıkmak, efendilerinin emir ve direktifleri doğrultusunda büyük bir sadakatle hizmet etmektir. Mankurt motifi eserde Nayman Ana efsanesi ile kendini gösterir[11].
NAYMAN ANA EFSANESİ
Sarı Özek bozkırının eski devirlerinde Juan Juanlar esir aldıkları düşmanlarının kafasını kazıdıktan sonra, yeni yüzülmüş deve derisini esirin kafasına geçirip, elleri kollarını bağlanarak kızgın güneşte bekletirlerdi. Bu deri esirin kafasını sımsıkı kavrar, büyümeye başlayan saçlar deriden geri dönerek birer iğne gibi kafaya saplanırdı. Bu kurbanların çoğu bu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlar ise hafızalarını yitirerek, geçmişlerini hatırlayamayan birer Mankurt olurlardı. Mankurt'lar, efendilerinden aldıkları emirleri tereddütsüz yerine getirirlerdi. Hafıza kaybı olduğundan bir Mankurt'un ailesini, yakınlarından birini, kendi milletine ait insanları tanıması mümkün olmazdı[12].
Cengiz Aytmatov'un romanlarında kullandığı Sarı-Özek menkıbelerinin epik kaynakları üzerine değişik yorumlar vardır. Özellikle Mankurt tiplemesinin kaynağı konusunda tartışmaya açık hususlar kendisini göstermektedir. Pariza Mirza Ahmedov, Mankurt tipinin kaynağı üzerine yaptığı bir değerlendirmede, Aytmatov'un, Mankurt tiplemesini Kazak yazarı Abış Kekelbaev'in bir romanından aldığını iddia eder[13]:
"Aytmatov bu kendi efsanesinin temelini meşhur Kazak yazarı Abış Kekelbaev'in Geçmiş Yılların Balladı adlı hikâyesinde, 'uzaylıların esir aldıkları tutsakların hafızasını silmek (yok etmek) için, onların kafasına taze deve derisi giydirdiklerini' anlatan bu olayından almıştı. Bir zamanlar bu bozkırlarda hayatî alan oldukları için bitmeyen mücadelede düşmanların yaptıkları karanlık ve sağır zalimlikleri ve hınç ölçülerini göstererek, Kekelbaev bu korkunç olayları ayrıntılı olarak anlatmıştı. Kekelbayev'in balladında bu törenin ne kelime sıfatı var, ne hafıza kaybına uğratılan (Mankurt) kişinin ismi, ne de o dazlak kafaya geçirilen ve özenle yapılan o deri parçasının (siri) ismi vardır. Kekelbaev'de bu sadece bir kabilenin diğer kabilenin gözünün korkuttuğunun anlatıldığı bir vakadır. Aytmatov'da ise sadece, Mankurt tiplemesi roman efsanesinin merkezi değildir. Romanın parabolik yapısında en önemli rolü oynamakta ve mânâsıyla ile sanat merkezi olmaktadır. 'Sir' kelimesinin imgesi Aytmatov için görülmemiş metafordaki işlevi kazanmakta ve anlamı uzay boyutuna kadar büyümektedir. Yer'in kafasına geçirilen roket çemberi.[14]"
Ahmedov'un yukarıdaki ifadeleri, Mankurt efsanesinin aynı adla olmasa bile, sözlü edebî ürünlerde yaşadığını gösterir. Öte yandan, Abış Kekelbaev'in bu efsaneyi alarak kabileler arası bir işkence ve zulüm unsuru olarak kullandığını da gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla Kekelbaev'in bu efsaneyi sadece mahalli plânda değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Yine Pariza Mirza Ahmedov'un ifadelerinden, Aytmatov'un bu efsaneyi Kekelbaev'in Geçmiş Yılların Balladı adlı romanından aldığını, fakat ondan farklı olarak daha geniş bir platformda işleyerek uzay boyutuna da dikkati çektiğini söyleyerek Aytmatov'un hakkını teslim etmektedir. Yani Aymatov, bu mahalli hikâyeden evrensel bir tip yaratmasını bilmiştir[15].
Pariza Mirza Ahmedov'un bu efsanenin kullanımı ile ilgili düşünceleri sözlü edebiyattan yararlanma aşamasında sanatçıların kudret ve yeteneklerini gösterme ve karşılaştırma fırsatını vermektedir. Aynı coğrafyada yaşayan ve aynı sözlü kültürden gelen iki kardeş yazarın aynı motifleri kullanmaları kadar tabiî ne olabilir. Burada aranması gereken ustalık ve maharetin ne ölçüde sergilendiği gerçeğidir. Öte yandan Aytmatov'un hususiyle Mankurt hakkındaki ifadeleri, yazarın yukarıdaki iddialarını doğrulamaktan uzaktadır. Aytmatov'un Mankurt efsanesi ile ilgili kaynağı, kendi ifadesiyle, tamamen Manas destanıdır.
Devam edecek..
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....
_______________________________________________
[1] ESOGÜ Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkez Müdürü
[2] Ali İhsan Kolcu, Bozkırdaki Bilge, Akçağ Yayınları, Ankara, 2002.s. 212. Cengiz Aytmatov, Gün olur Asra Bedel, Çev: Refik Özdek, Ötüken Yay., İstanbul, 1991.
[3] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 212.
[4] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 213.
[5] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 213.
[6] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 213.
[7] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 215.
[8] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 215.
[9] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 215.
[10] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 216., Chingiz Aitmatov, [Selections English] “A Interwiew With V. Korkin’ Time to Speak PL 65. K
[11] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 220.
[12] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 220.
[13] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 220.
[14] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 221.
[15] Ali İhsan Kolcu, a. g. e., s. 221.