“Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 2024 yılını, Büyük Türk dil bilgini Kaşgarlı Mahmud'un en önemli eseri ve Türk dilinin ilk sözlüğü olan “Dîvânü Lugâti’t-Türk’ün” yazımının tamamlanmasının (1074) 950. yılının anısına “Dîvânü Lugâti’t- Türk” yılı olarak ilan etti”(İnternet Bağlantıları).
“UNESCO 42. Genel Konferansı İdari ve Mali İşler (APX) Komisyonu’nda 2024-2025 yılı için 53 Anma ve Kutlama Yıl Dönümü kabul edildi. Bu kapsamda, 2024 yılı için ülkemizin önerisi ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan Türkmenistan ve Özbekistan’ın desteğiyle “Divanu Lügati’t Türk’ün 950. Yıl Dönümü”; ülkemizin önerisiyle ve Özbekistan ortaklığında “Ali Kuşçu’nun Vefatının 550. Yıl Dönümü” ve yine ülkemizin önerisiyle ve Almanya’nın ortaklığında “Fuat Sezgin’in Doğumunun 100. Yıl Dönümü” UNESCO Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri Programına alındı” (İnternet Bağlantıları).
Kâşgarlı Mahmud (1008-1105) “Dîvânü Lugâti’t- Türk” isimli bu önemli eserinden başka daha önce yazdığı ancak günümüze kadar gelemeden kaybolmuş gramer içerikli Kitabu Cevahirü’n- Nahv fi Lügati't-Türkî (Türk Dili’nin Nahiv Cevherleri) adlı bir eseri daha vardır. Divandan öğrendiğimize göre kendisinin adı (Sözlükte yazıldığı şekliyle Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed el Kâşgari)dir (Fuzuli Bayat, 2008) Mahmud’un, babasının adı Hüseyin Çağrı Bey, dedesinin adı da Muhammed Buğra Han’dır. Kâşgarlı Mahmud Karahanlı Devletinde Han sülalesine dâhil bir Uygur Türküdür. Dedesi, babası ve ailesi taht kavgaları nedeniyle akrabaları tarafından öldürülmüştür. Kaşgarlı Mahmud bu hanedan kavgasından kurtulmuştur. Çocukluğundan itibaren Türk ülkelerini dolaşarak bir Türkçe sözlük hazırlamak isteyen Mahmud daima hayalinde ilim insanı olmayı düşlemiştir. Ailesinin katledilmesinden sonra bir sürgün hayatı yaşamış asla taht da gözü olmamıştır. Türkistan’dan Selçuklu Ülkesine gelmiş; Sultan Melikşah ve Terken Hatun’un iltifatları ile onurlandırılmıştır. Bağdat’ta müderrislik yapan Kaşgarlı Mahmud devrin Abbasi Halifesine yıllarca dolaşarak hazırladığı kitabını 1074 yılında tamamlayarak takdim etmiştir. Daha sonra ülkesine dönmüş Kaşgar’da kendi adına açılmış Medresede dersler vermiştir. (Ciylan, 2006). Mahmud’un Kitabu Cevahirü’n- Nahv fi Lügati't-Türkî (Türk Dili’nin Nahiv Cevherleri) isimli eseri gibi Dîvânu Lugâti’t- Türk’de yüzyıllar içinde kaybolmuştur. Bu mücevher kıymetindeki eser Ali Emîrî Efendi (1857-1924) tarafından İstanbul Beyazıt’ta Sahaflar Çarşısında 1914 yılında bulunmuş Türk Kültür Hazinesine yeniden kazandırılmıştır.
Satın Alınamayan Kütüphane
“Emile Zola (1840-1902) diyordu ki “Dünyanın bütün altınları bazı vicdanları satın alamaz.”
Emile Zola’nın bu ifadesi “bazı kütüphaneleri de” satın alamaz şeklinde de söylenebilir. Ali Emiri Kütüphanesi de bunlardan biridir.
“Millet kütüphanesinin Müzesinde bir tek taş pırlanta gibi duran Dîvânü Lugâti’t- Türk'ü vakti ile Macar ilimler Akademisi satın almak istemiş ve Osmanlı tarih encümeni üyelerinden İskender Bey aracılığı ile Ali Emiri’ye on bin altın teklif etmiştir. Bu çekici teklife karşı Ali Emiri’nin cevabı şudur: Ben kitaplarımı milletim için topladım. Dünyanın bütün altınlarını önüme koysalar değil böyle bir kitabı mı, herhangi bir kitabımın bir yaprağını bile satmam!”
“Bir zamanlar Fransızlarda kütüphaneyi 30.000 İngiliz lirasına satın almak için Ali Emiri’ye müracaat etmişlerdi. Hatta tekliflerini daha da cazipleştirerek ayrıca şu nezaket şartlarını da öne sürmüşlerdi: Paris'te Emir'i Efendi adına bir kütüphane kurulacak, yaşadığı müddetçe yüksek bir maaşla hafız-ı kütüb (kitapları koruyan) olarak kitaplarının başında bulunacak, emrine Bolulu bir aşçı ile yeteri kadar Müslüman hizmetkârlar tahsis edilecekti. Bu son derece cazip teklif karşısında Emiri Efendi'nin -gene hiç tereddüt etmeden- verdiği cevap fevkalade güzeldir: Efendiler ben bu kütüphaneyi devletimin bana verdiği maaşlarla yaptım. Öldüğüm zaman milletime kalması için… Bir daha böyle bir teklif de gelirseniz sizi buradan kovarım!”
“Ayağına kadar gelen böyle büyük bir nimeti kaç kişi tepelerdi? İşte Emiri Efendi gözünü kırpmadan bir anda elinin tersiyle itivermiştir. Fransızların suratlarına bir Sultani Tokat vurur gibi. Şu da unutulmamalıdır ki millî haysiyet ve hassasiyetin en veciz ifadesi olan o cümleleri incecik sesiyle haykırarak söyleyen adam yokluk ve yoksulluk içinde kıvranmakta idi” (Tevfikoğlu, 1989).
Ali Emiri Dîvânü Lugâti’t- Türk için: Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak (göz alıcılık) kazanacak. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bundan sonra da yazılamaz. Bu kitaba hakiki kıymeti verilmek lazım gelse Cihanın hazineleri kâfi gelmez. Ziya (Gökalp) de “Ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum” demektedir (Akalın, 2008; Tevfikoğlu, 1989).
Dîvânü Lugâti’t- Türk
Büyük dil bilgini şuurlu Türk milliyetçisi, millî kültür öncüsü Kaşgarlı Mahmud'un eseridir. On birinci yüzyılda Araplara Türkçeyi öğretmek, Türk dilinin güzelliğini, zenginliğini, üstünlüğünü göstermek amacıyla yıllarca Türk ülkelerini dolaşarak biriktirdiği Türk Dili ve kültürüne ait bilgileri içeren eserini 10 Şubat 1074 tarihinde tamamladı daha sonra, Abbasî Halifesi Muktedî-Billah’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abdullah’a sundu. Arapçası da Türkçesi kadar mükemmel olan yazarın hemen hemen bütün Türk illerini, obalarını, bozkırlarını gezip dolaşarak Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının lehçe ve şivelerini tespit etmek suretiyle vücuda getirdiği bir eserdir. Topladığı zengin dil, edebiyat ve folklor malzemesini kullanarak yedi binden fazla kelimenin anlamları, atasözleri, koşuklar, ağıtlar ve destanlardan seçtiği örneklerle açıklayan böylece Türkçe'nin nice güzelliklerini sergileyen muhteşem bir kültür abidesidir. Kısaca Türk dünyasının Türk dili ve uygarlığının temel eseridir. Fakat Dîvânü Lugâti’t-Türk uzun yıllar Türk dünyasında unutulmuştur. Bununla birlikte Ebû Hayyân el-Endelüsî, Antepli Bedreddin Ayni-Şehabettin Ahmet ve Kâtip Çelebi eserlerinde bahsetmişlerdir (Caferoğlu, 2015; Ercilasun& Akkoyunlu, 2018).
Dîvânü Lugâti’t- Türk'ün 1914 yılında İstanbul Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı'nda bulunması ile Türk Milleti ve aydınları bu muhteşem esere yeniden kavuşmuştur. Ali Emiri Efendi zaman zaman Sahaflar Çarşısını dolaşır kıymetli eserleri mutlaka kütüphanesine kazandırırdı. Bir gün sahaf Burhan Bey kendisinde pahalı fakat kıymetli bir kitabın olduğunu söyledi. Hatta Burhan Bey bu kitabı Maarif nazırı Emrullah Efendi'ye götürdüğünü fakat bilim kurulunun pahalı bulup almadığını ifade etti. Fakat kitabı bırakan ihtiyacı olan kadın 30 liradan aşağı satmıyordu. Ali Emiri kitaba bir göz attıktan sonra çok büyük bir kıymet olduğunu anladı. Kitaba 15 lira teklif ettiyse de Burhan Efendi “mümkün değil çünkü kitap bana ait değildir” dedi. Kitabı bırakan kadın eski nazırlardan birinin yakını idi ve şimdi paraya ihtiyacı vardı. Eski nazırlardan olan Paşa kadına verirken de sana kıymetli bir kitap bırakıyorum sakın bunu 30 liradan aşağıya verme diye de tembih etmişti. Ali Emiri'nin cebinde 15 liradan fazla para yoktu. Cebindeki 15 lirayı Burhan Efendi'ye verdi ve kalanını getireceğini söyledi. Dükkânın önünde beklerken tanıdığı edebiyat öğretmenlerinden Faik Reşat Bey geçiyordu ondan borç para istedi. O da üstünde olmadığını eve gidip getirebileceğini ifade etti. Faik Reşat Bey parayı evinden getirdikten sonra kadına verilmek üzere 30 lirayı tamamladı. Üç lira da Burhan Efendi'ye bahşiş verdi.
Ali Emiri Efendi dostlarına anlatırken “Bu kitap ile Hz. Yusuf arasında bir benzerlik var. Yusuf'u kardeşleri birkaç paraya sattılar. Fakat sonra Mısır'da ağırlığınca altına satıldı. Bu kitabı da Burhan bana 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığından elmaslara zümrütlere vermem” diyordu.
Yakın dostu ve Diyarbakırlı hemşerisi Ziya (Gökalp) Bey kitabı görmek için can atıyordu. Fakat Ali Emiri Efendi kitabı gözü gibi koruduğu için Ziya (Gökalp) Bey görmeye muvaffak olamıyordu. Ali Emiri Efendi yine kitap dostu Kilisli Muallim Rıfat Efendi'yi bir gün evine çağırdı ve Divanü Lügati't Türk'ü görmesine müsaade etti. Ali Emiri Efendi Kilisli Rıfat’a her gün bir iki saat evine gelip kitapla meşgul olmasını söyledi. Kilisli Rıfat kitabı üç defa okudu sayfa numaralarını yerine koydu noksansız olduğunu gördüğünde müjdeledi ve tercüme edilmesini ve yayınlanmasını rica etti. Kilisli Rıfat, Ali Emiri Efendi’yi ikna etmek için bir plan düşündü. Çünkü Ali Emiri Efendi kitabı kimselere göstermiyordu. Ziya Gökalp Divanü Lügati't Türk'ü daha görmeden uzaktan âşık olmuştu. Adeta kitabın adını duyunca Leyla'sının adını duymuş zavallı Kays (Mecnun) gibi ah çekip duruyordu. Bir ramazan günü adliye nazırı İbrahim Efendi iftar için Ali Emiri efendiyi çağırdığında yine sevdiği Talat Paşa'nın gelmesi de bir rastlantı gibi ayarlandı. Yemekte Talat Paşa böyle bir kıymetli eserin yayınlanmasının Türk dünyası için öneminden bahsedip Ali Emiri Efendiyi ikna etti. Ali Emiri Efendi bu eserin yayımlanmasını Kilisli Rıfat'ın yapması şartı ile kabul edeceğini söyledi. Formalar bittikçe çok geçmeden eserin basımına başlandı (Ercilasun&Akkoyunlu,2018).
“Hem Ali Emiri'nin yüksek karakterini vurgulayan hem de Talat Paşa'nın alçak gönüllülüğünü ilme kültürüne saygı ve sevgisini sergileyen bu tatlı maceranın fevkalade güzel bir safası daha vardır. Kitap teslim edildikten 3 gün sonra Talat Paşa Ali Emiri'ye altın para olarak 300 lira ile birlikte kendi eliyle yazdığı şu nazik tezkereyi gönderdi “ Zat-ı alinize küçük bir mükâfat olarak 300 lira gönderdim lütfen kabul buyurmanızı rica ederim.” Ali Emir'i parayı kabul etmedi. Talat Paşa'ya hitaben hemen bir cevabî teskere yazarak mutemedin eline verdi: “Lütfunuza kadirşinaslığınıza teşekkür ederim, fakat parayı kabul edemem. Çünkü vatanî, millî ufacık bir hizmet mukabilinde para almış olacağım. Bu ise vicdanıma ağır gelen bir şeydir. Bundan dolayı size teşekkür ile beraber parayı iade ediyorum. Siz parayı yardıma muhtaç olan birkaç namuslu aileye dağıtırsanız ben size müteşekkir kalacağım gibi Cenabı Hak da memnun olur. Bu sadakanın adı da Divanü Lugati’t Türk sadakası olsun” (Tevfikoğlu, 1989)
Kaşgarlı atamız Mahmud bize Divanü Lügati’t Türk’ü asırlar öncesinden miras bıraktı. Diyarbakırlı atamız Ali Emiri Efendi ise yoksulluk içinde bu muhteşem eseri sahaflarda keşfetti. Kendisine yapılan bütün teklifleri elinin tersi ile iterek sadece Aziz Türk Milletine emanet bıraktı. Ruhları Şad Mekanları Cennet olsun.
Prof. Dr. HİLMİ ÖZDEN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....
_________________________________________
Kaynaklar
1-Ahmet Caferoğlu, Kaşgarlı Mahmut, Altınordu Yayınları, Ankara, 2015.
2-Ferhat Ciylan, Kaşgarlı Mahmut, (Türkçesi: Zeynure Öztürk), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2006.
3-Fuzuli Bayat, Kâşgarlı Mahmut, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2008.
4-Kâşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t- Türk, (Ahmet B. Ercilasun-Ziyat Akkoyunlu, Türk Dil Kurumu Yayınları,Ankara, 2018. Dr. Muhtar Tevfikoğlu, Ali Emîrî Efendi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989.
5- Şükrü Hakkı Akalın, Kâşgarlı Mahmut ve Dîvânu Lugâti’t- Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2008.
İnternet Bağlantıları: