Ankara'da hem Meclis hem Ordu kaynıyordu. Ordu'da istedikleri komuta görevlerine gelmeyen Paşalar huzursuzluk çıkarıyor mecliste ise muhalif kanat alabildiğine Mustafa Kemal'e karşı eleştiriler yapıyordu. Yunan Ordusu askeri teçhizat, uçak, her türlü motorlu vasıta açısından fevkalade kuvvetli ve zengin buna mukabil Türkler Süvari sayısınca üstündüler. Garp cephesi komutanı İsmet Paşa latife ederek “Mohaç’tan sonra en büyük Süvari kuvvetini ben kullanıyorum” diyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın bir sağlık rahatsızlığı sırasında mecliste bulunmadığı bir oturumda başkomutanlığı muhalifler tarafından düşürülmüştü. Halbuki “Büyük Millet Meclisi'ni teşekkül ettiren, bu meclisin kararlarına uyan Anadolu’da bir zafer heyecan ve inancının uyanmasına sebep olan, İstanbul'dan mandacıyı ve himayeci zihniyetlerin hesaplarını kurutan, muntazam orduyu kurup harekete geçiren, Türkçüsü, hocası, hacısı, esnafı, memuru ve her ferdiyle Türk milletinin yanına alan ve Nihayet Sakarya Zaferini kazanan Mustafa Kemaldi. O bir tek kere meclisin kumandanlığını kaldırması üzerine bu kararı kabul etmeyecek sebep olarak da “Düşmanın karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamaz, bu sebepten başkumandanlığı bırakmadım, bırakmam, bırakmayacağım” diyecekti.
Yüzbaşı Celalettin Hikmet mecliste Hamdullah Suphi'nin tuttuğu bir notu hikmetle Nazan'a getirmişti. Beraberce okuyorlardı: “Gazipaşa, daha kapıda görülür görülmez, meclise müthiş bir sükût kaim oldu, hani öyle sessizlikler vardır, içine düşen bir şeyi büyüten durgun berrak su gibidir. İşte bu sükût da kürsüye çıkanı, başkalarından, hepimizden ayıran, bu büyüten bir kuvvet ve manada idi. O dakikadan itibaren, her taraftan gelen tehlikelerin, tehditlerin çevresinde kaynayıp çalkalandığı bu kürsü üstünde. Onun ruhu, buralara karşı kanatlarını beyaz Şimşekler gibi açan, bir deniz kuşu, bir fırtına kuşu gibi duracaktır…”
Mustafa Kemal meclis kürsüsünde şu konuşmayı yapmıştı: “başkumandanlık makamının temadisi, olsa olsa misak-ı millî'mizin ruh-ı asliyesiyle müterafik netice-i katiyeye vasıl olacağımız güne kadar devam eder. Neticey-i Mesudiye emniyetle vasıl olacağımıza şüphe yoktur. O gün kıymetli İzmir'imiz, güzel Bursa'mız, İstanbul'umuz, Trakyamız ana vatana iltihak etmiş olacaktır. O mesut günün hululünde bütün milletle beraber, en büyük saadetleri idrakle müşerref olacağız. Benim başlıca ikinci ve saadetim olacaktır ki, o da davayı mukaddesimize başladığımız gün bulunduğum mevkiye ruşu edebilmekliğim imkânıdır. Sine-i Millette serbest bir fert olmak kadar, dünyada bahtiyarlık var mıdır?” (s. 398-399).
“Mustafa Kemal Kuvay-i Milliye yolunu açmış Türkiye Büyük Millet Meclisi fikrini kuvvetlendirmiş nihayet kazanılacak zafer tabi olarak cumhuriyet idaresini getirmiş olacaktı. Ancak teşkil edilecek olan cumhuriyette mutlaka öz araştırılmalı; dil Akademisi tarih ve Türkçülük Akademisi, buna bağlı olarak Ayrıca Türk harsını Anadolu'da araştıran birçok müessese kurulmalıydı. Öğretmenler bu müesseselerin gönüllüğü askerleri olmalıydılar” (s.399).
Büyük Taarruz hem düşmanlardan meclisteki milletvekillerinden gizlenmekteydi. Çünkü yerin kulağı vardı. Mustafa Kemal Paşa meclisteki hararetli görüşmelerde her şeyi göğüslüyor bütçe açığından dolayı Ordu mevcudunu azaltmak isteyenlere karşı şu sözleri söylüyordu: “Efendiler, ben ordumuzun mevcudiyet ve kuvvetini, paramızla mütenasip bulundurmak fikrini kabul edenlerden değilim. Paramız vardır, Ordu yaparız, paramız bitti Ordu lağvedilsin! Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler para vardır veya yoktur, ister olsun ister olmasın, Ordu vardır ve olacaktır”
Bu sırada Yunanlılar Trakya'daki birliklerini takviye ediyorlardı. Hacı Anesti 27 Temmuz'da Tekirdağ'a geldi 28 Temmuz günü ileri Harekâtı başlattı. işte Yunan Megalo İdaası en büyük adamını atıyordu. Bu arada Çanakkale'den Marmara'ya girip İstanbul'a ulaşmak için Yunan donanması harekete geçmişti. Ancak Yunan öncü birlikleri müttefik müttefikler tarafından Terkos Büyükçekmece hakkında Fransız, İtalyan Kuvvetleri ve Türk jandarmasının ateşiyle karşılaştılar. Megalo İdea’nın neferi Hacı Anesti İzmir'deki karargâhına dönmek zorunda kaldı.
Türk taarruzu gizli tutuluyordu bir futbol gösterisini seyretmek bahanesiyle Ordu ve bazı Kolordu kumandanları 28 Temmuz'da Akşehir'e davet edildi. 6 Ağustos günü Kazım Paşa ile Gazipaşa Ankara'ya döndüler mahrem olarak İsmet Paşa kumandanlarına hazırlık emri verdi. İsmet Paşa, Afyon-Akşehir doğrultusunda Yunan ordusunun ihtiyatı karşı taarruza geçerse Türk ordusunun göller mıntıkası ve Toroslar gibi engebeli arazide imha edilebileceği ihtimaline karşı şunları söyledi, “büyük tehlikeler göze alınmadan büyük zaferler kazanmak Kabil değildir. Kazanacağımız Zafer göğüs gereceğimiz müşküller kutrunda büyük olacaktır" diyordu.(s.407). Mecliste Kara Vasıf, Selahattin, Hüseyin Avni ve etrafındakiler Millî müdafaa bütçesinin hazırlanmasında müşküller çıkarıyorlardı. 8 Eylül 1919 Sivas Kongresi'nde de İstanbul delegeleri bilhassa Refet, Kara Vasıf, İsmail'i Hami beyler ve İsmail Fazıl Paşa manda lehine görüşlerini bildirdiler. Bursa delegeleri arasında bulunan Mehmet Efendi kendini tutamamış "İstanbul'dan mandayı bize hediye mi getirdiniz” diye bağırmıştı.
Kara Vasıf Bey “düvel-i itilafiye bizim müstakil bir devlet olarak tanısa dahi, Biz müzaharete muhtacız” diyordu. Amerikan mandası onun dilinde müzaharet ismini alıyordu. Son söz olarak da “İngiltere kendimize düşman Amerika'yı ehveni şerh addediyorum” demişti. O günlerde Mustafa Kemal İstanbul delegeleri için “İstanbul'dakiler ve buradaki temsilcileri, nevmid ve hasta insanlardır. Ecnebiyi işgal tazyiki altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ve marazi bir haleti ruhiye içinde hareket ediyorlar, bunun başka türlü izahı yoktur” demişti.
Akşehir'de Ordu komutanlarını İsmet Paşa ile toplantıları devam ediyordu. Yunan soluklarını tutmuş nefesimizi dinliyordu bazı Paşalar yapamayız bu son derece zor bir harekettir diyordu. 14 Ağustos'ta harekete geçerlerse 24'ünde yerlerine Birlikler ulaşmış olacaktı. Yüzbaşı Celalettin Hikmet Bey cepheye gitmeden önce eniştesi Mehmet Efendi'yi ziyaret etmişti. Mehmet Efendi kayınbiraderi Celalettin Hikmet'e hiç beklemediği bir teklifte bulundu. Hikmet Hanımla evlenmesini istiyordu. Yüzbaşı Celalettin Hikmet’e göre bu imkânsızdı çünkü Hikmet Hanıma kız kardeşi Nazan Hanım'a karşı duygularını söylemiş ve ondan çok kötü bir cevap almıştı. Fakat Mehmet Efendi bunda ısrar etti. O size huzur getirecek sevgi verecek dedi. Zaferden önce nişanlanırsınız zaferden sonra düğünü yaparsınız dedi. Derviş Mehmet Mustafa Kemal Paşa gibi emindi. Mehmet Efendi'nin halası, hanımı ve Celalettin Hikmet hep birlikte Hikmet Hanımlara gittiler. Babası Hikmet Hanım'a fikrinin sorulmasını istedi. Geçmiş günlerdeki dargınlığına rağmen Hikmet Hanım başıyla rızasını ifade etti. İki aile daha sonra birbirlerine nişan bohçaları götürdüler. Nazan da bunda büyük mutluluk duydu. Çünkü o ablasının mutluluğunu çok istiyordu. Yüzbaşı Celaleddin Hikmet cepheye gitmiş Büyük Taarruzu bekliyordu. Hikmet Hanım aklına onun sürekli olarak Şehit olacağı düşüncesini getiriyordu.
14 Ağustos pazartesi gününün gecesi ile birlikte ilk birlikler harekete geçti, nereye, hangi maksatla yürüdüğünü ne erat, ne de çeşitli rütbedeki subaylar biliyorlardı. Ankara'daki muhalifler: “işte bahar geldi geçti, yaz da bitmek üzere, eğer ordu, hazırlıklarını hâlâ daha ikmal edemedi ise, bir an evvel sulh yollarını arayalım, vakit geçiyor, kış yaklaşıyor, böyle zulmet içinde İntizar edilemez!” diye bütün gizli açık celselerde ileri geri konuşuyorlardı.
Bu arada Ordu, parça parça birlikler halinde gecenin ve tarihin değişik zamanlarında.. bir dev makine intizamıyla ve gürültüsünü keserek ve ışığını karartarak ve nefesini tutarak; sadece geceleri hareket ediyordu. Sanki karanlığın akıl almaz cinleriydi Türk askerleri… hava belli belirsiz aydınlanmaya başlarken, yollara düşen olanca erat, cephane, at, araba, kağnı, öküz, merkep, deve sanki yer yarılmış da, içine girivermişler gibi, kayboluyorlardı! Bunca insanın, top tüfeğin, hayvanın gündüzleri, sihirli gölgelere bürünüp saklanacakları konaklar çok daha önceden tespit edilmişti; büyük ve kuytu ağaç altları, köprü altları, dağ yamaçları ve bazı köyler.
20 Ağustos tarihli gazetede çay ziyafeti haberi çıktığı gün Gazi Akşehir'deydi. Ağustos başında cephe dönüşü artık bakanları taarruz emrinden haberdar etmeye zamanı geldiğine karar vererek heyeti vekileyi toplamış orada Fevzi ve Kazım paşaların huzurunda vaziyeti dahiliyeyi hariciye ve askeriyeyi münakaşa ve müzakere ettikten sonra Garp cephesi Kumandanı İsmet Paşa'ya taarruz emri verdiğini resmen açıklamıştı. Gazipaşa bakanlardan sonra kendisine en yakın olan ona daima destek veren fakat son zamanlarda üzerlerinde yapılan menfi propagandaların kötü tesirleri görülmeye başlanan kendilerinde bir takım tereddütler uyanan zevatı topladı. Selim Muhtar Bey de onlar arasındaydı.. Gazipaşa, dostlarına pek yakında taarruz edeceğini ve 6-7 günde düşmanın Kuvay-i Asliyesini mağlup edeceğini söyledi, Onları tenvir ve teskin etti. Sesi her zamanki gibi güven vericiydi, bugün gözlerinde görmeye alışık oldukları mavi şimşekler çakmıyor ve onlar sakin, bulutsuz Gökler gibi içinden ışıklı ve huzur doluydu, o kadar endişeli kişi ona bir kere daha inandılar ferahladılar”.
Böylece Ankara'daki kendi tayin ettiği son işlerini de tamamlayan Gazipaşa 17 ağustos gecesi Tuz Gölü üzerinden Konya'ya hareket etti, gideceğini kimseye bildirmemişti.. ve Konya'ya varır varmaz postaneyi kontrol altına aldırarak orada bulunduğu haberinin bir yerlere ulaştırılmasına engel oldu. 20 Ağustos günü saat 16 civarında Akşehir'de cephe karargâhında bulunuyordu, İsmet Paşa ile kısa bir müzakereden sonra tespit ettiği tarihi bildirdi: “26 Ağustos 1922 Sabahı, fecirle” O gün Garp cephesi karargâhı Akşehir'den taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına nakledildi. Ve ertesi gün 25 Ağustos 1922'de öğle zamanı Garp cephesi komutanı İsmet Paşa'nın imzasıyla taarruz emri orduları açıklandı: “26 Ağustos sabahleyin düşmana genel taarruz icra olunacaktır”. Kocatepe, adına yakışır yükseklikte bütün sahaya hâkim durumdaydı doğuya ve batıya uzanan kolları kuvvetlerin gizlice toplanabilmelerine, manevra yapmalarına uygundu. Sanki o günlerde Kocatepe, düşmana gözaltında bulundurarak gizlenmek ve muharebeyi idare etmek için, Allah tarafından Türklere İhsan olunmuş bir lütuftu.
O geceye.. Aysız karanlığın, en yoğun zamanında Türk ordusu tekrar hareket etti; Son iki gündür cepheye çok yaklaşan ve sükûnet içinde kımıltısız bekleyen, ön safta taarruza katılacak tümenler, gündüz saklandıkları vadi içlerinden, tepelerin ardından çıkarak, büyük sessizlikte, ileriye doğru hareket ettiler… Topçular, piyadeler mevzilerine girerken süvariler at bindiler, komutanlar komuta yerlerine geçtiler. Siyah sessizliği bozabilecek, hareket eden her şey bağlanmış; mataraları bağlanmış, atların ağızlarına, ayaklarına ve topların demir tekerleklerine benzer sarılmıştır. Yine yer yarılmış, gece cinleri ortalığa saçılmış, vazifelerini büyük bir sükunet için de yapıyorlardı.. Düşman gözü önünde bulunduğu için onarılamayan, fakat taarruzda gerekli olacak köprüler bile bu gece tamir edildi; sessiz ve acele. O gece yatsı namazından sonra Mehmet Efendi seccadesinin başından kalkmadı ta be sabah… İbadet etti. ve.. 26 Ağustos Sabahı.. Fecirle taarruz başladı.
SONUÇ
Türk Milleti ordusuyla birlikte yüzyılın destanını yazmıştı. 30 Ağustos'ta Başkomutanlık Meydan Savaşı kazanılmış Yunan Ordusu 9 Eylül'de İzmir'de Akdeniz'e dökülmüştü. Roman “26 Ağustos Sabahı.. Fecirle taarruz başladı” cümlesinden sonra tüm hayal gücünü okuyucuya bırakmıştır. Çünkü 29 Ekim 1923'te Türk zaferi Cumhuriyetle taçlanacaktır… Ve bu milletin Cumhuriyet Türküsü sonsuza kadar devam edecektir. Kiminin sazında, gitarlarında bazen kemanda, neyde yahut piyanoda musikinin en güzel nağmeleri Türk'ün ihtişamlı mücadelesi ve Cumhuriyet inşası üzerine çalınacak, bestelenecek ve söylenecektir.
Atatürk, 1926 yılında kendisine karşı yapılacak bir suikastın önlenmesinden sonra “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletine ebedi bir Cumhuriyet ve sonsuza kadar gökyüzünde nağmeleri çınlayacak bir “Cumhuriyet Türküsü” bırakmıştır. Emine Işınsu bu türkünün ilk bakışta belki fark edilmeyen arka planını bir sanatçı titizliği ile kanaviçe gibi işlemiştir. Bu kanaviçe Türk kadınının çeyiz sandığında saklanan hazinesi gibi gelecek nesillerin hafızasına emanet edilecektir. Cumhuriyet Türküsü Türk milletinin Hürriyet ve İstiklal Bayrağının romana bürünmüş güftesi ve bestesidir. Bu güfte ve bu beste; Türk Ordusu’nun Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki çelik iradesi, Anadolu toprağına dökülmüş şehit kanlarıyla yediden yetmişe Türk insanının iman ve gayretiyle yazılmıştır.
Ne mutlu Cumhuriyetin gözyaşı ve kanla kazanıldığını anlayana,
“Ne Mutlu Türküm Diyene”..
Cumhuriyet Türküsü - Emine Işınsu
Sunucu- Göker Özden
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....
__________________________________________
Kaynaklar
1-Hisar, A Ş. (2017) Edebiyatta Roman, Türk Dili, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Roman Özel Sayısı I-II, Tıpkı baskı, Ankara, (Ulus, Güzel Sanatlar Sayfası, 5.9.1943).
2-Işınsu, E. (1993). Cumhuriyet Türküsü, Ötüken Neşriyat, İstanbul.