Engelli hakları hareketi, Türkiye’de “yardım temelli” başladı. Kurulan bütün derneklerin ilk vizyonları, büyük ihtiyaç olan ve ne yazık ki sosyal kurumların karşılamadığı araç gereçleri, ya da bu araç gereçler için gereken parayı “hayırseverlerden” toplamaya çalışmaktan ibaretti.
İnsan değilse de hayat değişiyor, tekâmül ediyor.
Zaman içinde bu yöntemin hem dar bir alana sıkıştığı hem engelliyi ya da engelli yakınını “dilenci” pozisyonuna soktuğu, hem de akçeli iş olduğundan kötü niyetli insanlar için av sahası oluşturduğu ortaya çıktı.
Sonraları “bana balık verme, balık tutmayı öğret” ile başlayan “yardım temelli mücadele” şekline karşı çıkış, şimdilerde -benim tabirimle- “bana balık verme, balık tutmamı sağla” biçimine evrildi.
Çünkü irade sahibi engelliler, öyle olmayanların aileleri hayata dahil olmak için, kendilerinin ya da evlatlarının üretken olması gerektiğini fark etmekle birlikte yardım temelli anlayışla düşürüldükleri pozisyon ve toplumun buna bağlı “çarpık” bakışından rahatsız oldular.
Bu yolda eğitim, meslek edinme ve çalışma hayatına katılmak gibi konuların önemi ortaya çıktı.
Gelişmiş ülkelerin, fiziksel durumu ne olursa olsun yapabilecekleri ve yetenekleri doğrultusunda engelli bireyi üretken kılmayı “engelliler-toplum-devlet” üçgeninde “hak temelli mücadeleyle” büyük oranda çözdüklerini gördüler.
Peki neydi bu “Hak Temelli Mücadele?”
Hak temelli mücadele, bireylerin ve toplulukların temel insan haklarını savunmak, korumak ve geliştirmek amacıyla yürüttükleri faaliyetlerdir en genel tanımıyla.
Bu mücadele, insan haklarının evrenselliği, ayrımcılık yasağı, katılım ve hesap verebilirlik ilkelerine dayanır. Hak temelli yaklaşım, bireylerin sadece mağduriyetlerini dile getirmekle kalmayıp aktif olarak haklarını talep etmelerini ve bu hakların hayata geçirilmesi için gerekli sistemik değişiklikleri savunmalarını içerir.
Hak temelli mücadele, hakkını arayanların sivil toplum kuruluşları, aktivistler ve hukukçularla iş birliği içinde çalıştığı, adaleti ve eşitliği hedefleyen bir süreçtir. Zamanla bunlar iç içe de geçer. Böylece “hak arayan birey-toplum-devlet” üçgeninde bir eşgüdüm ve birliktelik meydana gelir.
Mesela bugün engelliler arasında da çok değerli hukukçular, sivil toplum temsilcileri ve aktivistler vardır.
Bu mücadele, genellikle insan hakları eğitimi, yasal destek sağlama, kampanyalar düzenleme, lobicilik ve uluslararası mekanizmaları kullanma gibi yöntemlerle yürütülür. Amacı, her bireyin eşit muamele gördüğü, haklarının tanındığı ve korunduğu bir dünya yaratmaktır. Hak temelli mücadele, bireylerin güçlendirilmesi ve toplumların daha adil ve kapsayıcı hale getirilmesi için kritik bir rol oynar.
En özet hali bu!
Sadece engelliler konusunda değil, emekçiler ve emekliler konusunda da bu önemli!
Bizim gibi en küçük sistemsel eleştirinin, hak arayışının bile muktedirlerce “hainlik” ile yaftalanmak hatta akıl almaz şekilde “terörle ilişkilendirilmek” suretiyle sindirilmek istendiği, egoların fena halde çarpıştığı, neredeyse herkesin bir yerlere “baş” olmak istediği, lağım suyunun pınar suyuna çok kolay karıştırılabildiği, istismarcıların, kötü niyetli insanların başta engelliler ve aileleri olmak üzere hak arayanların güvenlerini kolayca sarsabildiği bir ortamda “haklara erişim” kolay değil belki ama…
Günümüzde başka bir yol da yok!
Haftanın Notu:
Herhangi bir bakanı, hükümeti ya da hükümetin başını istifaya davet etmek, hainlik ya da terörle ilişkilendirilebilecek bir şey değil durumdan memnun olmayan her vatandaşın en doğal hakkıdır.
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....