‘Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.’ diyor ya Cahit Sıtkı Tarancı…
.
Ben de memleket isterim…
Nasıl mı..?
Başkanı veya temsilcisi olmasın…
Bir Büyük Millet Meclisi olsun…
Her konuya; Büyük Millet Meclisi karar versin, meclisin üzerinde bir yetki ve temsil müessesesi olmasın…
İlgili konularda liyakat sahibi milletvekilleri meclis tarafından temsilci olarak görevlendirilsin…
Başkentteki gibi bütün illerde de il meclisleri olsun…
En küçük birimlerde dahi meclisler karar versin…
Apartman meclisi, mahalle meclisi, ilçe meclisi, il meclisi zaten var, başlarında ille de bir tane ‘Ali kıran baş kesen’ başkan olmasın…
Her değerin kendini gösterebilme imkânı olsun…
Bu meclisler oluşturulurken; etnik, hemşeri, din, tarikat, ticaret siyaseti yapılmasın…
Karar oranı; karar için toplanan kurulda %70 olsun, ilk iki toplantıda %70 bulunamıyorsa, üçüncü kurul toplantısında %51 geçerli olsun…
Her alt meclisin kararına olan itirazı bir üst meclis görüşsün…
Mahkemelerde de bir tek hâkim değil de hâkimler meclisi karar versin…
Hastanelerdeki şikâyetlerde hekimler meclisi karar versin…
Üniversitelerdeki şikâyetlerde öğretim üyeleri ve öğrenciler meclisi karar versin…
Yerelden başlamak üzere ülke insanının büyük bölümü genele kadar yönetimde olabilsin, söz hakkı isteyebilsin, alabilsin…
Şu bireysel kurtuluş meselesi bir ortadan kalksın…
Topyekûn bir yaşam, topyekûn bir kalkınma modeli kurulsun…
Bireysel zenginliği kontrol edecek olan; ‘nereden buldun yasası’ suiistimale fırsat vermeyecek şekilde işlesin…
Hayatlarımızda ‘öğretilmiş çaresizlik’ değil, ‘öğrenilmiş çarelilik’ geçerli olsun…
Bütün bunların en başında ön koşul; insanlar arasında saygı ve sevgi mutlaka olsun, yoksa benim sistem bu haliyle çöker…
İşte size Ütopya Cumhuriyeti…
Ben kurdum, eksiklerimi tamamlayarak bir tane de siz kurun isterseniz…
Mutlaka fikirlerime ilave fikirleriniz olacaktır…
Biliyorum, tabii ki imkânsız…
Böyle öğrenmedik çünkü…
Bir çoban olacak ve sürüyü güdecek…
Bir adamı karşımıza koyup ona tapacağız…
Çoğunluk olarak kendimizi aşağılatıp, bir tane adamı onurlandıracağız…
Biz var olduğumuzdan bu yana böyle gelmiş böyle gidiyor bu öğreti…
İlginç, değil mi..?
Öğreti dedim bak… İnsanın en önemli özelliği bilmediği bir şeyi yapamaz olması… Bereket öğrenme yeteneği var… Var ama burada gizli bir tehlike de var… Nedir o gizli tehlike..? İnsanlar yanlış öğrendikleri şeyleri de bazen devam ettiriyorlar… Bu çok tehlikeli… Örnek vereyim mi..? Kız çocuklarına değer verilmemesi konusu mesela…
Bu kabul edilebilir bir davranış mıdır sizce..?
Bence insanlığın intiharıdır bu..!
Yönetim modellerine gelince… Bu yönetim modelleri de insanlığın intiharı bence…
İncelediğinizde bütün medeniyetler bir adamla başlamış, bir adamla sonlanmış, bir adamla da anılıyor… Milletin esamesi bile okunmuyor… Oysa milletler hala hayatlarını sürdürüyorlar… Bir de meclislere önem veren milletlerin tarihleri daha bir başarılarla dolu sanki… Daha uzun var olmuşlar, daha çok şey başarmışlar sanki…
Ben bir hayal kurdum…
Siz, bana bakmayın…
Herkes kendi hayatına baksın…
‘Burası çok önemli’…
Bir tane dünya liderinin peşinde, bir sürü dünya lideri gölgesinde kendi hayatlarınıza bakın…
Ben de bir dere kıyısında, bir salkım söğüt gölgesinde kendi hayatıma bakmayı hayal ediyorum…
Benim var oluşumdaki yıldızların, pek öyle dünya liderinin ya da liderlerinin gölgesinde yaşamamla ilgili dertleri olmamış… Dünyayı bir çayır olarak da tarif ederler ya bazen… Onlar benim için, daha çok “saldım çayıra Mevla’m kayıra” felsefesinde düşünmüş olacaklar ki; bende böyle hayaller kuruyorum işte…
Dedim ya… Siz bana bakmayın…