Toplum mühendisliğine ilham kaynağı olan bilim adamı görünümünde iki önemli öncü ve haberci vardır. Bunların birincisi Wilhelm Maximillian Wunt (1832-1920) adında bir Alman ve ikincisi de Pavlov (1849-1936) adlı Rus psikoloğudur.
Wunt, insanın “hayvandan fazlası” olmadığını öne sürmüş, ruhu olduğunu reddetmiş ve fiziksel varlığından daha derin bir anlamı olmadığını öne sürmüştür. Ona göre, bütün psikolojik davranışlar, vücut tepkimeleriyle, fizikle, kimyayla açıklanabilirdi; insanın sırları, yalnızca mekanik yöntemler aracılığıyla, ölçüm, analiz ve bedenin kesilip parçalara ayrılmasıyla açıklığa kavuşturulabilirdi. Wunt, bu iddiasından yola çıkarak dünyanın ilk psikoloji laboratuvarını Berlin'de açmıştır (1875).
Psikoloji çevrelerine materyalist psikoloji öğretisini aşılayan Wunt’u örnek alan öğrencileri, 1883’ten 1893’e kadar geçen on yılda 24 laboratuvar daha açtılar. Yirminci yüzyılın ünlü psikologları bu ortamlarda ve bu anlayışla yetişmiş olanlardır.
Pavlov da bunlardan biridir ve zil çaldığında salya salgılayan köpek deneyiyle Wunt’un iddialarını desteklemiş ve iddianın kapsama alanını da genişletmiştir. ‘Şartlı Refleks’ olarak anılan kuramın sahibi olan Pavlov, ‘şartlandırmanın denetlenebileceğini’ kendince ispatladığını öne sürmüştür. Sözünü ettiğimiz toplum mühendisliği uzmanları, işte bu ikilinin, yani Wundt ve Pavlov ikilisinin iddialarından yola çıkanlardır.
Araya şöyle bir not ekleyelim; Bu iddialar rafa kaldırılmış ya da kuramlar mezarlığına gönderilmiş iddialar değildir. Halen geçerli kabul edilen iddialardır. Arada bir haberlerde duyarız, aşka neden olan kimyasal madde bulundu, mutluluk geni bulundu diye. Son iddiaya göre, ideolojik eğilimlerimizi bile kimyasallarımız belirliyormuş. Liberalliğe yol açan genin “DRD4” olduğu, bu gen sayesinde bireyin, gençliğinde sosyalist bile olsa, sonunda liberal görüşleri benimsediği bazı sözde bilim çevreleri tarafından öne sürülmüştür. İşin içinde yine Harvard’lı profesörler var. Birileri çıkıp liberallik hapı yaparsa hiç şaşırmamalıyız. Nişasta hamuruna biraz DRD4 karıştırdıktan sonra fırınladınız mı işlem tamamdır (!). Aç karnına sabahları bir draje!
Stephen Hawkings, bu gibi duyurulara gayet yerinde bir şekilde itiraz etmiştir. Hatırımızda kalan kadarıyla itirazı şöyledir: “Bunu böyle söyleyemezsiniz. Bir seri katil yargıcın karşısına çıkarıldığında ‘bende cinayet işlemimi önleyecek kimyasal madde yok, ne yapayım..’ derse ne diyeceksiniz?..”
Bu süreçte etkili olan bir başka isim de Darwin’dir. Darwin ve onun ölümünden sonra şöhretinden yararlanmaya çalışan yeğeni Galton, başarılı olmuş insanların birbiriyle bir şekilde kan bağı olduğunu öne sürerek aristokrasinin güç ve servet üstünlüğünü sözde bilimsel ırkçı bir tabana oturtmak için çalışmıştır. Buna ‘aristokrat zekâsı kuramı’ denir. Bu kuram, katmanlı toplumu, hatta Hindistan’ın kast sistemini bile meşrulaştırıyordu. Bu sözde bilimin üzerine daha birçok zırvanın bindirilebilmesi onun inşa ettiği temellerle mümkün oldu.
Galton’a göre, ortada iki temel sınıf vardır: Zenginler ve halk kitleleri. Bütün büyük işleri başaranlar ve uygarlığı günümüze getiren aristokratlar, bugünkü toplumsal konumlarını da ”üstün insan” olmalarına borçludurlar; alttaki kalabalık kitle ise “asalak” yaşayanlardır.
Bu zırvaların faturası Hitler’e kesilmiştir. Ama bu çalışmalar Hitler’den çok önce İngiltere’de başlamıştı ve Hitler’den sonra da durdurulmadı. Amerika ve İngiltere bu alandaki araştırmalara önderlik etti. Üstelik araştırmaları yapanlar Almanya’dan savaştan sonra getirilen aynı kimselerdi. Rockefeller bursuyla Hitler döneminde Almanya’ya gönderilerek, Berlin’deki “Kayzer Wilhelm Beyin Araştırma Enstitüsü” nde soy geliştirmeleri araştırmaları yapan bir sözde bilim adamı bile biliyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu işlere mali destek sağlayanlar da FED’in neredeyse tamamı Yahudi olan sahipleriydi. Warburg ailesi, Loeb ailesi, Kuhn ailesi ve hiçbir konuda baş rolü kimselere kaptırmayan Rockefeller ailesi.
Üstünlüğün kanıtı olarak sadece ırk değil, zenginlik ve güçte sistematik ırkçılık kapsama alanındaydı. Birinciler Yahudileri geri ırk sayarken, ikinciler zengin Yahudileri üstün ırk olarak görüyordu. Başka bir ifadeyle, en azından zengin Yahudiler üstün ırk düşüncesini reddetmiyorlardı; sadece üstünlüğün gerekçesi konusunda farklı düşünüyorlardı.
1974’de ABD’de 100 – 150 bin kadar düşük gelirli insan ‘soy ıslahı’ gerekçesiyle kısırlaştırılmıştır. 1991’de bile Avusturalya’da zihinsel özürlü olan kadınlar yasal olmamasına rağmen kısırlaştırılıyordu. Kızılderililer de kısırlaştırıldılar. Çeyen kabilesinde kadınların yüzde 80’inin kısırlaştırıldığı biliniyor. Oysa bütün bu uygulamalar Nürnberg’de mahkûm edilmişti. Ama Nürnberg’de yargıçlık edenler orada suç saydıkları işleri bizzat sürdürdüler.
Churchill de soy arıtım konusunda İngiltere’deki baş gayretkeşti. Hitler iktidara geldiği zaman Amerika’da başkan olan Hoover da bunlardan biriydi. Deyim yerindeyse, Hitler’i ‘dolduranlar’ da bu gibi kişilerdir. Daha önce yayınladığımız “Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?..” adını verdiğimiz araştırmamız dolayısıyla kütüphanemize topladığımız kaynak niteliğindeki kitaplardan anlaşıldığına göre, soy arıtımın elebaşları Hitler’den ve Nazilerden önce “Liberallerdi”. Nitekim daha işin başında Wundt’un öne sürdükleri Amerika’nın bilim ve eğitim çevrelerinde egemen görüş olarak benimsenmiş, hatta eğitim sistemine yansıtılmıştır.
Amerika’da eğitime egemen olan görüş John Dewey’in 1899 yılında öne sürdüğü görüştür. Eğitim açılımını şöyle yapıyor Dewey: “Kendi adlarına düşünmeyi bilen çocuklar, herkesin birbirine bağımlı olacağı, gelecekteki kollektif toplumun ahengini bozar.”