Hava kararmaya yüz tutmuş olmalıydı. Çocukluk işte; gecekonduda makamım her neresiyse, makamıma çekilmişim, derdim çok… Yoğunum, dışarıya bakamıyorum, eve girdiğim saate göre zamanı tahmin ediyorum.
Dedim ya; çocukluk işte, kim bilir hangi hayallerin peşindeyim. O hayallerin peşinde oldu olmadı dertlenirken; tam o esnada, gecekondunun demir sokak kapısı çalındı. Konuşulanlardan anladığım kadarıyla annem açtı kapıyı…
- Buyur Hasan Abi.. dedi. - Girmeyeceğim Aşire.. dedi Hasan Abi… Ve ekledi; - Delikanlılar evde mi ? - İsmail var.. - Baksın bakalım delikanlı bana, bakkala göndereceğim.. dedi Hasan Abi.
Ne yapsın Anacım da yöneldi bana apansız;
- İsmaiil.. - Efendim anne. - Bak, Hasan Abi geldi, gel oğlum..
Geldim, baktım; Tanker Hasan… - Nabıyon evladım.. dedi Hasan Abi. - İyiyim Hasan baba, sen nasılsın ?..
Baba adamdı Tanker Hasan.. Herhalde benzin istasyonunun tankerini kullandığı, tanker şoförü olduğu için lakabı Tanker Hasan konmuştu komşular tarafından.. Kel kafalı, göbekli, sevimli, çok cömert bir adamdı; tam babaydı yani.. Biz de kendisine "baba" diye hitap ederdik. Bilirsiniz herkese baba denmez lakin Tanker Hasan ahlakıyla kendisine "baba" dedirten bir adamdı; hem pırıl pırıl iki kız evladı vardı ve örnek bir aile babasıydı. O da babam gibi akşamcıydı..
Babam ile şarap içerken resimleri de var..
Bize şarap aldırır mıydı, aldırmaz mıydı, hatırlamıyorum.. Lakin bazı akşamlar bize gelir, delikanlılardan, üç kardeşten hangimiz evde isek, onu yakalar ve rakı almaya gönderirdi. Biz de şimşek hızıyla Bakkal İsmet'e gider; yıldırım hızıyla Tanker Hasan'ın evine geri düşerdik.
Tanker Hasan; iyi adam, güzel adam… Ufak rakı o zamanlarda 6 lira ise o bize 10 lira verir; biz rakıyı alır gelir kendisine teslim ederiz..
Para üstünü uzatırız, "kalsın.." der.. Eee, böyle olur da iyi adam, güzel adam olmaz mı Tanker Hasan.. Her akşam gelse, her akşam gidilir bakkala rakı almaya..
Evden deseler ki "git ekmek al", suratlar limon yemiş gibi olur, ekşidikçe ekşir valla.. Nitekim hatırlıyorum bir gün ekmek alınacak; ona "git", buna "git", 5 çocuktan kimse gitmedi.. Tabii ki ihale bana kaldı… Öfürdeye pöfürdeye gittim geldim.. Oturduk yer sofrasına, yemekler konuldu, ben torbadaki ekmekten bir parça kopardım; hani derler ya "francalanın dirsek kısmı" diye, işte oradan.. Kopardım ve yemeğin suyuna bandırıp yemeye başladım.. Bizimkiler "Hadi" dediler, "Ne hadisi" dedim.. - Ekmek ver de biz de yiyelim, - Valla kusura bakmayın, ekmeği ben aldım.. Ben hak ettim diyorum yani, herkes şaşırır gibi.. Küçük bir cakadan sonra ekmekleri dağıttım ve herkes karnını doyurdu.
‘Şimşek hızıyla Bakkal İsmet'e gider; yıldırım hızıyla Tanker Hasan'ın evine geri düşerdik’ dedim ya biraz önce.. İki nedeni vardı bunun; birincisi Tanker Hasan'ın bize hayatımız boyunca hiç unutamayacağımız bahşişleri vermiş olması, ikincisi de bakkala gittiğimiz güzergâh üzerinde Dilsizin Evi'nin olması.. Bahşişi anladınız biliyorum, herkes anlar zaten bu bahşiş işlerinden, her ne kadar 'Ben kabul etmem, edemem' tıraşları olsa da, dünyanın en kolay kazanılan ve en güzel paralarından biridir bahşiş…
Dilsizin Evi'ne gelince; Dilsizin Evi bizim çocukluğumuzun bildiğiniz korku evi idi… İçinde yaşayan insanların gizemi haricinde, önünde etrafı duvarla çevrili küçük bir bahçe olması, diğer evlerden biraz daha geriden başlaması, o bahçenin karanlığı, ürpertici ve ürkütücü bir hava veriyordu Dilsizin Evi‘ne… Önüne kadar ıslık çalarak gelebiliyorsan; önünden geçerken topuklarını kaba etlerine vurdurarak, ıslık çalma yeteneğini bırak düşünme yeteneğini bile kaybederek, tamamen altıncı hissine teslim olup, arkanda hatta tam ensende nefes alıp veren Farkut'un varlığını hissederek, sonraki mesafeyi nasıl aldığını farkedemeden, dediğim gibi Tanker Hasan'ın evinin kapısına yıldırım gibi düşersin.. Kapıyı biraz geç açsalar; ne rakı, ne bahşiş ne de ben kalacağım sanki…
Hep o çocukluktaki ‘Yaramazlık yapma, uslu dur, yoksa Farkut'u çağırırım’ söyleminin üstüne; ‘Farkut... Farkut... Sepetini sarkıt’ tekerlemesi yüzünden olsa gerek tüm bunlar... Çocukluğumuzda ödümüzü patlatan; "Kim lan bu Farkut, sepet mi sarkıtacak, ne yapacaksa yapsın bakayım da göreyim. Yerim lan o Farkut 'u"… Şimdi söylenebiliyor tabii ki bu…
Aah ! Ah !..
Çocuklara kıymayın efendiler, hanımefendiler;
‘Farkut... Farkut... Sepetini sarkıt’ ne ya ! Korkusuz büyütmeye çalışın sizler, çocuklar kendiliğinden korkacak şeyler bulacaklardır zaten..
Neyse, biz dönelim Tanker Hasan'a… Bu dünyadan bir Tanker Hasan geçti, hem de tankeri ile beraber. O meşhur Bedford tankerle ne yolculuklar yapmıştır kim bilir... Bedford kamyon ile Bursa'dan çıkıp bir Trakya turu yapmıştım gençliğimde. Hatırlıyorum da; o Bedford'un motorunun 'gır-gır' edaları ile çalışan motoru, insanı hop oturtur, hop kaldırırdı. Bırakalım Bedford Tankerle yolculuğu, bakarsınız onu da başka bir öyküde yazarız, belli mi olur ? Velhasıl geçti o günler ki; şimdi ne Tanker Hasan kaldı, ne de tankeri..
Hayat devam ediyor. Biz Onun çocukları ile aynı sokağımızda yine yakın oturuyoruz, komşuyuz.. Tanker Hasan'ın torunlarının çocukları bile oldu, maşallah…
‘Tanker Hasan bu dünyada iz bırakması gereken bir adamdı’ diye düşünerek, bu hafta da sizlere Onu yazdım, tanıtmaya çalıştım. Bu karakterleri tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum ve bu şansımı da sizlerle paylaşıyorum. Benim de elimden gelen budur, hayatımız boyunca insanlar, anılar ve karakterler biriktirmişiz işte, ne yapacaksınız…
Bizler, belki de halihazırda sahip olduğumuz cömertliğimizi Tanker Hasan'a borçluyuz, kim bilir ?..
Ne mutlu tanıdık seni, Tanker Hasan.. Bak, tanımayanlara da tanıtmış olduk bu yazımızla.
Sizler bu toprakların haysiyetli, onurlu, dürüst karakterleri olarak yaşayıp gittiniz...
Küçük vedalar edip, büyük izler bıraktınız...
Dilerim ki; rahmetin de bahşişlerin gibi bol olsun;
Yolun aydınlık, mekânın da cennet olsun Tanker Hasan...