Biz Cumhuriyet Halk Partililer, bilime, çağdaşlaşmaya, gelişime adanmış olanlar; "Siyaset algı yönetimidir" dersek büyük bir tuzağın içine düşeriz.
"Siyaset gerçeklerin yönetimidir" diyeceğiz, biz...
Asıl olana döneceğiz.
Çünkü asıl olan aynı zamanda da asil olandır...
Unutmayacağız...
“İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diyor atalarımız…
Ben de, kendime iğneyi batırmaya başlayayım şimdi...
Siyasete ilk başladığım günlerde, farklı düşüncelerim vardı. Yazdığım gibi “farklı düşüncelerim” vardı. Cumhuriyet Halk Partisi benim kutsallarım arasındadır. Kutsal deyince de hani hemen böyle “Allah’a şirk koşuyor” falan gibi saçma sapan çıkışlar yapmasın kimse… İnanç sadece dinle ilgili değildir. Tamamen insanla ilgilidir, inanç… İnanmaktan türemiş işte…
İnanmak deyince; ille Allah’a inanmak gelmemeli aklımıza… İnsan anasına da inanır, babasına da inanır, atasına da inanır. Bizim ki de Ata’ya inanç işte…
“Ata’ya” yazınca hemen anlaşılmıştır diye düşünüyorum; mevzunun Mustafa Kemal Atatürk’e inanmak olduğunu…
O’nun doğru, dürüst, ilkeli, akıllı, bilinçli, birikimli, etkili, yenilikçi olduğuna inanmak…
Bizim taptığımız O değil…
Yaptığımız da O’nu Tanrı yerine koymak değil…
Asıl yaptığımız; O’nun aslında Tanrı’ya atfedilen bütün kutsal kitaplarda emredilen “iyilik ve güzellik” adına yapılması gereken bütün iyi ve güzel davranışları yapmış olmasından dolayı, O’nu Tanrı’nın hem ideal ve hem de sevgili kulu yerine koymak…
Ama içki içiyordu değil mi?..
Oysa etrafınızda o kadar çok hırsız var ki!
Oysa etrafınızda o kadar çok ırz düşmanı var ki!
Oysa etrafınızda o kadar çok ağzı cehennem kuyusu olan insanlar var ki!
Neyse; tanık olduğunuz üzere, konu Mustafa Kemal Atatürk’e gelince özümü buluyorum ama anlatacağım özden de uzaklaşmış oluyorum…
Mustafa Kemal Atatürk, okyanus kadar büyük, okyanus kadar derin bir insan…
Konuyu toparlayayım;
Geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi’ni farklı konumlandırmışım, gerçeklerden uzaklaşmışım. İçine girince farkına vardım. Farkına vardım ama iş işten geçmiş oldu. Dedim ya; farklı düşüncelerim vardı. Keşke öyle kalsaydı düşüncelerim, maalesef ki ben de ortama uydum. Bir olumsuzluk çukuruna saplandım kaldım.
Oysa farklı bir pencere açıyorum şimdi; 1900’lü yıllar, cehennem yeryüzüne inmiş, her yerde ve herkesçe yaşanıyor cehennem… Bir adam çıkıyor, öyle veya böyle yeniden bir ülke inşa ediyor. Yeniden hiç kimsenin daha önce yapmadığı, yapamadığı bir sistemle bir Cumhuriyet ortaya koyuyor; daha kurulurken karşı olanlar, yüzyıldır yıkmaya çalışıyorlar, yıkamadılar, yıkılmadı.
Nasıl bir kudretin eseridir bilmiyorum ki!
Cumhuriyet Halk Partililer olarak sanırım hepimiz adet bir "odaklanma problemi" yaşıyoruz. Kendi içimizde bir mücadeleye kapılmışız, bütün enerjimizi içeride tüketiyoruz. Dışarıda da bir kör döğüşü içine girip icradan uzaklaşıyoruz. Yeni yeni belediye başkanlarımız icraat yapıyorlar ki; tüm millete Cumhuriyet Halk Partisi’ne de yetki verildiğinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin de icraat yapabileceğini gösteriyorlar. Bu uğurda mücadele veren tüm belediye başkanlarımızı ve ekiplerini canı gönülden kutluyorum.
Şimdi çuvaldız meselesine gelelim mi, ne dersiniz.. Gelelim değil mi?
Yaklaşık 20 yıldır iktidar partisi algılar üzerinden kurmuş oldukları bir düzenle Amerikanvari bir siyasetle ülkeyi yönetiyor. Buna ülkeyi yönetmekte denemez; gerçeklerden uzak, hayalperest denecek seviyede bir yaklaşımla ülkeyi yönettiğini zannediyor aslında… Bilim kurgu dememiz imkânsız ama film kurgu diyebiliriz bu düzen için… Acayip bir film çeviriyorlar. Film bittiğinde herkes gerçek hayatına dönecek… Çiftçi tarlasına, işçi fabrikasına, köylü köyüne, emekli evine…
Çiftçi tarlasını bulamayacak, işçi fabrikasını…
Köylü köyünü bulamayacak, emekli evini…
Şaka yapmıyorum; banka borçlarından dolayı yavaş yavaş hepsi gidiyor zaten… Tarlaların yeni sahipleri yabancı sermayeli bankalar, fabrikalar kapandı, kapanıyor, köyler mahalle oldu, emekli kirada… Taksitlerden sıra gelirse, cepte para kalırsa ödeyecek kirasını, kalırsa ama…
Şimdi gerçeklerle yüzleşmenin zamanıdır. En başta yazdım; “Siyaset gerçeklerin yönetimidir” diye… Gerçekler meydanda… 1900’lü yılların başındaki yiğidin, bize öğrettiği şekilde, hep beraber bu düzeni değiştirelim ama biz bir şey daha yapalım, yaptığımız iş eksik kalmasın, düzüleni de değiştirelim…
En sonunda doğrusunu yazdım diye tepki çekeceğim şimdi…
Mark Twain demiş ki; “Doğru söz etkili olabilir ama; hiçbir söz, yerinde bir susuş kadar etkili olamaz”…
Yeri mi bilmiyorum ama ben de sustum…