Türkiye sahip olduğu jeopolitik koşulları ile bugün hem bütün hegemonyacı büyük devletlerin hem de üç kıta üzerinden gündeme gelen yeni büyük devlet yapılanmalarının hedefidir. Amerika’nın Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail, İngiltere’nin Yeni Roma İmparatorluğu, Almanya’nın Avrasya İmparatorluğu, Rusya’nın Büyük Slav Birliği, Fransa’nın Akdeniz Birliği, Suudi Arabistan’ın İslam İmparatorluğu, Mısır’ın Afrika Birliği ve de Avrupa’nın Büyük Avrupa Birliği gibi dünyanın merkezi alanını tek ve büyük bir devletin merkezi yapma hedefli emperyal projeler; Birinci Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelmiş ve Osmanlı hinterlandı bu projeler doğrultusunda bölünerek, Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak küçük eyaletler üzerinden, bir merkezi coğrafya federasyonu hazırlanmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları merkezi alana el koymayı hedefleyen emperyalist projeler olarak devreye sokulmuş ve yüz milyondan fazla insanın ölümüne giden bir sıcak savaş koridoru Rusya ve Çin sınırına kadar açılmaya çalışılmıştır. Böylesine bir siyasal kavganın dünyanın ortasını işgal ederek uygulanmak istenmesi yüzünden, çok cepheli bir emperyal savaş Osmanlı devletine karşı dayatılmış ama Türkiye Cumhuriyeti savaş sonrası dönemde, ulusal bir kurtuluş savaşını işgalci emperyalistlere karşı kazanarak yirmi birinci yüzyıla gelmiştir. Bugün emperyalistler üçüncü bir dünya savaşını yarım kalan cephelerde sürdürmek istemektedirler ama artık dünya halklarının ve ulus devletlerin bir araya gelerek örgütlenmeleri yüzünden bu isteklerini bir türlü gerçekleştirememektedirler. Asya’dan Cengiz Han, Timur devleti ve İlhanlılar devleti gibi oluşumlar merkezi ele geçirmek için gelmişler ama kalıcı olamamışlardır. Batı dünyasından ise Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü üzerine on kez Haçlı seferleri düzenlenmiş ama bunlar başarısız kalmıştır. İngiltere ve ABD ile Atlantik’ten gelen emperyalistler ise, geri dönmek zorunda kalmışlardır.
Devletlerin tarihsel süreçte büyümeleri ve güçlenmeleri ile aktif dış politikalara yönelmeleri ulus devletler rekabeti doğrultusunda yirminci yüzyıla doğru güçlenmeleri yüzünden, dünya savaşları çıkınca imparatorluklar parçalanarak ulus devletler ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğini oluşturan sosyalizm ideolojisinin desteği ile uluslararası bir imparatorluk oluşturulurken, Berlin merkezli bir Alman imparatorluğu tüm Avrupa ve Asya’yı içine alacak düzeyde hedeflenerek, Avrasya merkezi bölgesi Germen emperyalizminin hedefleri doğrultusunda kurulmaya çalışılmış ama sosyalist yapılanma Rusya ile sınırlı kalınca, Berlin tüm Avrupa ve Avrasya bölgelerini sosyalist bir imparatorluk çatısı altında birleştirememiştir. İki bin yıllık bir kavgada Avrupa kıtasında bir Yahudi devleti kurulamayınca, çökmekte olan Osmanlı toprakları üzerinde ve bu ülkenin Avrupa toprakları üzerinde Avrupa’da kurulamayan bir Musevi devleti kurulmaya çalışılmış, ama Alman komutanların yönetiminde Balkan Savaşları direnişi gündeme gelince, Almanların askeri desteği ile daha sonra Çanakkale Savaşı yapılarak bu projeler önlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile Doğu Avrupa’da kazanılamayan savaş yeniden gündeme getirilmek istenmiş ve bu doğrultuda bir Hitler efsanesi yaratılarak, İsrail’e giden yol açılmış ve ikinci savaşın sonucunda İngiltere, ABD ve Nato desteği ile İsrail kurulmuş, Sovyetler Birliği rejimi de bir ideolojik diktatörlük olarak bu oluşuma seyirci kalarak, Rus Çarlığı döneminden kalan Rus emperyalizmi çizgisinde, herhangi bir siyasal tepki gösterilmeyerek ABD’yi teslim alan Siyonizm’in getirdiği yeni emperyal düzen bölgeye dayatılmıştır. Yüz yıl önce birinci dünya savaşı ile başlatılan Avrasya hegemonya savaşı, Hitler’in Hazar macerası ile sonuçlandırılmak istenmiş ama Rus ordusunun gösterdiği tepkiler ve direniş üzerine, Hitler Avrasya macerasından geri dönmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da bir Rus saldırısı sayesinde, Rusların Almanya’yı işgal etmeleri üzerine, birinci aşamada yarım kalan dünya savaşı ikinci aşamada Ruslar ile Almanların çatışmaları sağlanarak tamamlanmıştır. Hitler’in Hazar’a doğru yönlenmesiyle dünya savaşı bir Avrasya savaşına dönüşmüş ama İsrail’in kurulabilmesi için savaşın Orta -Doğu bölgesine girişine izin verilmemiş ve bu nedenle Nazı orduları Türkiye’yi işgale kalkışmayınca, Türkiye de ikinci dünya savaşına girmekten kurtulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı sonrasında bu imparatorluğun merkezi topraklarında kurulmuş olan bir ulus devlettir. Ulusçuluk hareketleri Avrupa merkezli ve de Fransız devrimi kaynaklı olunca Avrupa’nın komşusu konumundaki Osmanlı imparatorluğu, dışarıdan beslenen ulusculuk hareketlerinin etkileriyle fazlasıyla sarsılmış, hemen hemen her bölgesinde etnik ve dinsel ayırımcılığa dayanan yeni küçük ve orta boy devletler tarih sahnesine çıkmıştır. Bugün gelinen noktada Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki harita büyük oranda korunmuş ve Osmanlı devleti sonrasında eski Osmanlı hinterlandı üzerinde kurulmuş olan yirmiden fazla devlet, bugün Birleşmiş Milletler üyesi olarak tam bağımsız devlet statüsünde yollarına devam etmektedirler. Ne var ki, dünyanın merkezi konumundaki Osmanlı imparatorluğu, Roma ve Bizans imparatorlukları gibi merkezi alanda yeni bir büyük devlet kurulamadığı için, üç kıtanın ortasında bir orta boy ulus devleti olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan emperyalist girişimler bugün de devam etmektedir. ABD ve İngiltere, Nato ve İsrail’in de katılımlarıyla Almanya, Rusya, Fransa, Arabistan, Rusya gibi büyük emperyalist güçlerin emperyalist planları doğrultusunda, merkezi coğrafya yeniden Birinci Dünya Savaşı koşullarına geri dönerken, bazı dinci çevreler bir Üçüncü Dünya Savaşını gündeme getirecek derecede hem Mescidi Aksa’nın yıkımı ile hem de Suriye’nin kuzey sınırları içinde bir üçüncü dünya savaşını çıkartabilecek Armegeddon senaryosunu zorlamaya çalışmaktadırlar. Uluslararası silah fabrikatörleri, büyük askeri güce sahip olan devletler ile birlikte Büyük İsrail peşinde koşan Siyonistlerin de katılımlarıyla, savaş cephesi bugün yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Türkiye tıpkı Osmanlı devleti gibi böylesine bir emperyalist kıskacın içine çekilerek başlatılacak bir Üçüncü dünya savaşı aracılığı ile komşu devletlerle birlikte yok edilmek istenmektedir. O zaman Osmanlının yapamadığı karşı çıkış ve direnişi sonraki dönemde Atatürk yaparak tarihi değiştirmiştir. Dünya devletini temsil eden İngilizler o zaman her şeyi hazırladıklarını ama Atatürk’ün karşı çıkışını hesaplayamadıklarını açıkça dile getirmişlerdir.
Bugünkü konjonktürde bütün dünya üçüncü cihan savaşına giderken, Türkiye ise genel seçimlere gitmektedir. Burada büyük bir çelişki var gibi görünse de dünya tarihinde savaşların barışları barışların da savaşları izlediğini artık iyi öğrenen dünya kamuoyu, uzun süren bir soğuk savaş dönemi sonrasında sıcak savaşları yeniden gündeme getiren emperyalist küreselleşme saldırıları karşısında, tüm dünya devletleri ve halkları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti de Üçüncü dünya savaşına karşı çıkarak direnmektedir. Bu dönemde bir dinler arası savaş ortamı yaratmayı hedefleyen Armegeddon savaşı ya da Mescidi Aksa saldırısı gibi bazı oldu bittiler ile merkezi coğrafya saldırıları üzerinden bir büyük savaşın çıkartılmasına karşı, Türkiye bütün komşu devletlerle bir araya gelerek ciddi anlamda bir bölgesel direnişin öncüsü olacaktır. Yüz yıl önce bu planları görerek her türlü batı emperyalizmine ve Siyonizme karşı çıkan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu önderi Atatürk, Avrupa emperyalizmine karşı çıkarak Balkan Paktını ve Kuzey yarı küreyi işgal eden Sovyetler Birliğinin orta dünya bölgesine inerek bir Avrasya bölgesi işgali ile Sovyet sosyal emperyalizmine yönelmesini önlemek üzere, Türk-İran ortaklığına dayanan Sadabat Paktı oluşumlarını merkezi coğrafyanın batı ve doğu bölgelerini her türlü saldırılara karşı koruyabilmek üzere, bir ulus devlet savunma stratejisi olarak uygulama alanına getirmiştir. Büyük önderin geleceği görerek, Birinci Dünya Savaşı sürecinde her türlü emperyalist saldırılara karşı çıkması ve her cephede direnerek sıcak çatışmalar ile cephe savaşlarını kazanması, bugünün Türk devleti için yol gösterici dış politika örnekleri olarak gündeme gelmektedir. Yüz yıl önceki büyük emperyalist saldırıları bertaraf etme gücünü ortaya koyarak bulunduğu ülkenin ve bölgenin korumasıyla güvenliğini üzerine alan Türk devleti, gene yüz yıl sonra bir büyük sınava sıcak savaş alanları üzerinden mahkûm edilmek istenmektedir. Bugünkü siyasal gelişmeler yirminci yüzyılın başındaki jeopolitik konumlara paralel bir yapılanmayı bu bölgeye dayattığı geçmişin batı ittifakı üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist devletlerle karşı karşıya getirirken, ayrıca bu aşamada yeni kurulan Siyonist devlet olarak da İsrail’i bir cephe ülkesi olarak devreye sokarken, Türkiye toprakları İsrail’li yazarların kitaplarında ortaya koyduğu üzere, Türk ülkesini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşın merkezi alanı ve çatışma bölgesi haline getirmektedir.
Seçimlerin başlık olarak yer aldığı bir makalenin savaş ağırlıklı olarak devam etmesi bu durumda büyük bir çelişkiyi değil ama iç politikanın dış politikanın devamı olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Yüz yıldır Türkiye’de seçimler var olan siyasal partilerin katılımı ile normal koşullarda yapılırken, son seçimlerde partilerin devre dışı kalması ve var olan partilerin iki ayrı gruba ayrılarak, siyasal kavramlara dayalı siyasal ittifaklarla iktidarın bir ucunu tutmaya çalışmaları, Türkiye politikasının tümüyle merkezi alan üzerindeki hegemonya mücadelesini yansıtmaktadır. ABD öncülüğünde bir Atlantik ittifakı, Almanya öncülüğünde bir Avrupa ittifakı biçiminde batı bloku bölünürken, merkezdeki küçük devlet İsrail’in de ABD’ye yakın durarak Atlantik ittifakı içinde kendine yer aradığı göze çarpmaktadır. Batı dünyasından çıkan iki ittifak Türkiye’de farklı isimlerle adlandırılırken, Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasal alanın yeni büyükleri olarak dünya sahnesine çıkan üç yeni kutup başı, tam bu aşamada dünya politikasına ağırlıklarını koyarak ikiye bölünen batı blokuna karşı bütünleşen bir doğu bloku oluşumunu gündeme getirmektedirler. Yüz yıl önce olmayan bu yeni blok, beş yüz yıldır devam eden batı emperyalist düzenine karşı, bir doğu birliği hazırlayarak, her türlü emperyalist saldırı ve işgal girişimlerine karşı bütün dünya devletleri ve halklarını güvence altına alabilecek, bir büyük antiemperyalist yapılanmayı dünya gündemine taşırken, aynı zamanda çökmekte olan batı uygarlığı ve hegemonyasına karşı alternatif bir uluslararası hukuk, ekonomi ve yönetim sistemlerini bir an önce devreye sokmak zorundadır. Birleşmiş Milletlerin yönetemediği dünyada artık “Birleşmiş Halklar Örgütü“ ya da “Ulus Devletler Birliği “ adı altında bir araya gelerek daha adil, eşitlikçi ve barışçı çizgide halklar ve ulusların ortak güçleriyle kurulacak ve emperyalistlerin her türlü hegemonyasına karşı direnerek yeni bir küresel dayanışma girişimi olarak örgütlenecek uluslararası bir kuruluşun savaş sürecini önlemek üzere acilen kurulması gerekmektedir.
Uluslararası alanda yukarıda belirtilen gelişmeler ve yenilikler dikkatle izlendiği zaman, son zamanlarda yapılan bütün ülke seçimlerinde yeni büyük devletler ve bloklaşma girişimlerinin ortaya çıkardığı sıcak çatışma ortamının daha da tırmandığı görülmektedir. Batılı yayın organları bütün seçimlere ilgi gösterirken, Türkiye’nin genel seçimlerine karşı daha fazla ilgi göstermiş ve seçim sonuçlarıyla ilgili olarak kamuoyunda ağır baskı rüzgarları estiren haber ve yayınlara öncelik verilmiştir. Batı blokundaki ikili kutuplaşmanın Avrasya bölgesinde Avrupa ya da Amerika’nın kutupsal çizgideki hegemonyaları arasındaki çekişmeler, zamanla Türk kamuoyuna da yansımış ve bu doğrultuda basın ve medya kuruluşlarının yabancı sermaye ile yönlendirilmesi sayesinde, Türkiye’de de ikili bir yarış ve kutuplaşma seçim ortamının tam ortasına düşmüştür. Diğer ülkelerdeki seçimlerin sonuçlanmasıyla ülkesel ya da bölgesel siyasi yansımalar ortaya çıkarken, Türkiye’deki Avrupa-Amerika çekişmeleri yüzünden Türk seçimleri küresel boyutta bir anlam kazanmıştır. ABD eskisi gibi dünyadaki küresel hegemonyasını sürdürmeye çaba gösterirken, Almanya Avrupa’nın patronu olarak kendi kontrolu altındaki Avrupa Birliği oluşumunu, tıpkı ABD gibi Avrupa Birleşik Devletleri adı altında ortaya çıkarmak istemektedir. Atlantik bloku İsrail ağırlıklı politikalar ile din meselesine öncelik verirken, Avrupa bloku ise ulus devletlerin doğduğu bu bölgede etnik sorunlara ve kimliklere ağırlık vererek yerel yönetimler özerklik şartının tümüyle kabul edilmesini dayatmaktadır. Bir anlamda, genel seçimlere giderken iktidar bloku din olgusuna öncelik verirken, muhalefet bloku da bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında ulusal kimliği arkada bırakarak ve Anayasanın giriş bölümünde yer alan Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini görmezden gelerek, yerel yönetimcilikle bölünmeye giden yolu açmaya çaba göstermektedirler. Din ağırlıklı politikalarla, Türkiye Osmanlı Hinterlandında Başyücelik makamı örgütlenmesi çizgisinde bir Halifelik ile, yerel yönetimler özerklik şartı üzerinden de Avrupa Birliği çatısı altında ortaçağ da olduğu gibi şehir devletleri ya da emperyalist baskılarla bölgesel kıta devleti federasyonu kurma girişimleri çizgisinde oluşturulacak eyalet devletçiklerininin koruyucusu konumuna gelerek, çok uluslu, çok kültürlü ve çok etnisiteli bir kıtasal federasyon oluşumunun destekçisi durumuna gelecektir. Bir tarafta Türkiye’nin Müslüman komşularıyla kuracağı din devleti çağdaş laiklik düzenine son verirken, öbür taraftan Avrupa Birliğinin desteklediği alt kimlikçi bölünme politikalarına angaje olan seçimlerdeki muhalefet cephesi, giderek bölücü politikalarla yakınlaşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk’ün ulusal, üniter, merkezi, bilimsel ve modern devlet modeli yapılanmasından uzaklaşmaktadır.
Bütün dünya basını ve medyası diğer seçimleri bir yana bırakarak, Türkiye’nin ekseni ve genel seçimleriyle uğraşmasının nedeni, dünya jeopolitik koşullarında yeni meydana gelen gelişmelerdir. Bugün sandıklara giderken Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için, Türk devleti kadar Türk ulusu da bu değişiklikleri bilerek hareket etmek zorundadır. Türk devletinin ve toplumunun iç yapılanması çerçevesinde yabancı işbirlikçisi kesimlerin iyi izlenmesi ve bunların Türkiye’de provakasyonlara yönelerek karışıklık yaratmalarına izin verilmemesi gerekmektedir. Her durumda kışkırtmaların çatışmalara yönelmeleri kesinlikle önlenmelidir. Türk ulusu bugün gelinen yeni dönemde, iki yüz den fazla üniversitesi ve yığınla araştırma ve yayınlarla dolu olan kütüphaneleriyle, Atatürk’ün dile getirdiği gibi en gerçek yol gösterici olarak, bilimi ve bilimsel kuralları benimsemiş olan bir ulusal devlet ve yapılanma düzeni ile, Türkiye geleceğin dünyasına doğru etkili bir biçimde açılım sağlamaktadır. Türk devletinin geçmişten gelen Atatürkçü ekseninin günümüzdeki tehlikeli gidişlere karşı, geçmişe oranla daha fazla korunması ve gereğinin yapılması gerekmektedir.
Genel seçimlere doğru giderken Türk ulusu, iç ve dış koşulları daha iyi izleyerek ve hiçbir dış müdahale ya da baskıya teslim olmayarak hareket etmelidir. Türkler, devleti ve ulusu kurucu önderi Atatürk gibi özgürlük ve bağımsızlığına öncelik veren bir çizgide vatanını düşünerek hareket etmelidir. Seçmenler emperyalistlerin kendi aralarında yürüttükleri eksen ya da yön tartışmalarına dikkat ederek oylarını kullanmalı ve buralardan gelecek tehditlere karşı hazırlıklı olarak, Türk demokrasisinin bir daha ara rejimlere sürüklenmesi gibi olumsuz senaryo ve planlara açıkça karşı çıkarak kutuplaşma dayatmalarına direnmelidirler.