Normal koşullarda bir milliyetçilik hiçbir zaman aşırı değildir. Her zaman için diğer siyasal akımlar gibi, milliyetçilik bir ulusun ve bir ulus devletin korunabilmesi açısından yaşamsal öne sahip bulunmaktadır. Aşırı sağ suçlaması milliyetçi oyların fazlalaşması ile öne çıkmıştır ama bugün gelinen noktada durum her aşamada hızla değişmekte ve yeni ortaya çıkan gelişmeler çizgisinde, toplum ve devlet daha küçültücü yeni unsurlar karşısında kaldıkça aşırılık yansıtan durumlar ortadan kalkmakta ve liberallerin aşırılık suçlamaları ile ulus devleti çökertme planları da geçerliliğini yitirmektedir. Avrupa parlamentosuna giden yolda ortaya çıkan aşırı sağ suçlaması bir seçim oyunu olarak dile getirilirken, yeni ortaya çıkan olumlu gelişmelerin ya da toplumsal refleks olarak kendiliğinden ortaya çıkan gelişmelerin, bu tip yaklaşımları devre dışı bırakmaları mümkün olabilmektedir. Ne var ki, dünya üçüncü bir cihan savaşına normal koşulların ötesinde sürüklenerek yaklaştıkça, ulus devletler ve onların kontrolü altında uzantısı olan ulusal toplumlar öne çıkarak önem kazanmakta ve bu aşamada milliyetçilik aşırı gibi gösterilerek savaş ortamında karşı tarafa karşı olacak bir çizgide basın ve medya organları aracılığı ile pompolanması, savaş ortamına destek sağlamak gibi yan destekler arayışını öne çıkarabilmektedir. Geçmişten gelen ulusal çizginin kamuoyuna dürüst bir biçimde yansıtılması, her türlü basın ve yayın oyunlarının ötesinde dikkate alınmalıdır.
Milliyetçilik Fransız devrimi sonrasında ortaya çıkan bir düşünce ve siyaset çizgisidir. Avrupa kıtasın da yayıldıktan sonra birçok dünya ülkesinde ortaya çıkan bu akım Avrupa’da üç yüz yıllık bir gelişme gösterdikten sonra, dünyaya yayılırken Avrupa’dan Asya’ya doğru gelişmeler de kaydetmiştir. Rus Çarlığı, Osmanlı imparatorluğu ve Avusturya imparatorluğu bu tür milliyetçi akımların Asya kıtasında yaygınlık kazanmasıyla, Türkiye’nin de içinde bulunduğu yeni ulus devletler dünya haritasındaki yerlerini almışlardır. İki binli yıllara kadar devam eden ulus devletler milliyetçilik cereyanları sayesinde ortaya çıkarak bugünlere kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sermaye küreselleşirken bütün dünyayı kucaklamaya yönelmektedir. Bu aşamada da var olan ulus devletlere düşman olmaktadırlar. Sürekli olarak ulusal toplum ve ulus devlet karşıtlığı yapan küresel sermaye, her fırsatta ulusalcılığı kendi çıkarları için kullanmaktadır. Normal seçim sonuçlarına göre ilk kez milliyetçi partiler daha fazla oy alırlarken, diğer partilerde olduğu gibi uygar toplum esaslarına göre kutlanmaları gerekirken, medya ve basın yayın kuruluşları tarafından küçümsenerek, milliyetçilik diğer akımlardan farklı aşırı bir akım olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. Aynı durum liberaller, muhafazakârlar, sosyal demokratlar ya da sosyalistler için gündeme geldiğinde aşırılık sıfatı kullanılmadan değerlendirmeler yapılarak, dünya siyaseti yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Avrupa parlamentosu ulus devletlerin temsilcileri tarafından oluşturuldu ama, bir Avrupa parlamentosu eskisinden çok fazla oy alan milliyetçi kesimlerin temsilcilerinden oluşturulmaktadır. Liberaller, sosyalistler ve muhafazakârlar seçimlerde gerilerden gelirken hiç kimse onları küçümsememekte ama seçimlerin galibi olarak ortaya çıkan milliyetçileri siyasal rejim açısından tehlikeli ilan edebilmektedirler. Bazı çevreler aşırı sağ popülizmi olarak ilan ettikleri son durumda, perde arkasındaki gerçekleri görmezden gelirken, giderek ağırlaşan problemlerle hayat boyu baş etmek zorunda kalan çalışan kitlelerin çektiği büyük sıkıntıların, sandık sonuçlarına ağır bir biçimde olumsuz etkiler yaptığını da görmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Değişen dünya koşulları siyasal alana etki ederken, her yer ve her şey alt üst olmaktadır.
Yeryüzü haritasında yer alan bütün devletlerin sahip oldukları jeopolitik gerçekler düzeyinde birbirlerinden çok farklı ülke özellikleri taşıdıkları görülmekte ve devletler arası küresel durum da ulusal yapılanmaların geçmişten gelen uzantıları ile sürerken ulus devletlerin her zaman için kendi gerçekleri ile baş başa yola devam edebilmenin yollarını aradıkları görülmektedir. Uygarlığın beşiği olan Avrupa kıtası bugün dünyanın merkezi ya da bütün dünyayı yöneten bir güç merkezi olamamıştır. Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri arasında sürdürülen siyasal ve yönetsel çekişmeler, zaman içinde koşulları zorlamaya başlayınca Avrupa üzerinden yeni bazı girişimler öne çıkmıştır. ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya dünya sahnesinde öne çıkarken Avrupa kıtası giderek gerilerde kalmakta ama yeni bir siyasal ütopya ortaya koyarak bir türlü öne geçememektedir. Kuzey Atlantik hattı çizgisinde oluşturulan batı bloku giderek zorlanırken, Avrupa kıtası bu yüzden her alanda çıkmazlara doğru sürüklenmektedir. Var olan büyük sorunlar daha da büyürken haksızlık, adaletsizlik eşitsizlik, yoksulluk yolsuzluk, tekelleşme, otoriterlik, işsizlik ve açlık büyük sorunlar olarak çözümsüzlük çıkmazı içine düşmüştür. Aşırı sağın yükselişi suçunu milliyetçiliğin sırtına yükleyen toplumun diğer kesimleri ve zengin burjuvaziler dünyayı gelecekte kendi çıkarları çizgisinde yönetebilmenin arayışı içine girmişlerdir. Toplumun okuyan ve düşünen bölümleri suçların artışını aşırı sağın geçici yükselişinde değil ama, keyfilik ile otoriterliğin giderek kalıcılaşması ile, populizmin halk kitlelerine karşı kullanılmasında görülmektedir. Hırsızlığın giderek tırmandığı bir aşamada mafya, çete ve suç şebekeleri işbirliği tezgahları ile büyütülürken bütün insanlık korku içinde belirsiz bir geleceğe mahkum edilmektedirler. Dünya var olan sorunlarına çözüm bulamazken yeni yeni ortaya çıkan farklı sorunların büyük devletleri uğraştırdıkları görülmektedir.
Sorunlar giderek kalıcılaşırken, elektronik devrimin gündeme getirdiği eskisinden farklı siyasal ortamda kurumlar ve kuralların giderek yetersiz kaldıkları ve bu yüzden de sanayi toplumundan kalan toplumsal yapı ile elektronik yapılanma karşı karşıya gelmiştir. Devlet yönetimleri bürokrat ve teknokratlara teslim edilirken, siyasal kadrolar devlet yönetiminden uzaklaştırılma aşamasına gelmişlerdir. Eski ve yeni bilimsel devrimlerin karşı karşıya gelmesi ve zamanla birbiri içine girmesiyle bilim alanında ciddi bir kaotik ortam yaratıldığından buradan insanlığa gelen eski katkıların ve desteklerin eskisi gibi alınamaz bir duruma geldikleri görülmektedir. Bilimden beslenemeyen toplumlar en gerçek yol gösterici olarak bilimsel akımları eskisi gibi takip edemez ve izleyemez bir ortama sürüklenmişlerdir. Bilimsel çalışmaların bu yüzden düştüğü Türkiye gibi orta boy devletlerde ne yazıktır ki eskisi gibi özgür ve bağımsız bilimsel çalışmalardan yararlanılamaz bir olumsuz duruma sürüklenilmiştir. Bilimsel kaynaklardan yararlanamayan bilim kadrolarının emperyalizmin maceracı girişimlerinde, birer Truva atı olarak kullanıldıkları son yıllardaki gelişmeler sayesinde sermayenin çok büyümesi ve şirketlerden sonra devletleri de satın almasıyla birlikte artık eskisi gibi kendi ülkesini yönetecek devlet sayısının giderek azaldığı görülmektedir. Her devletin farklı koşulları kendi çıkarları çizgisindeki işbirliklerini öne çıkararak devletler arasında eskisinden çok farklı çalışma düzenleri ile devletlerin güçlü bir biçimde hareket edebilecekleri yeni ortaklık çeşitlerini alanlara çekerek eskisinden çok farklı bir iş ortamı yaratarak, bunun üzerinden de kurulmakta olan yeni iş düzenlerini aracı yaparak, geleceğin dünya modelini artık bugün gelinen aşamada kalıcı bir biçimde kurabilmenin arayışı yeni yeni iş hayatında devreye girme yolundadır.
Yeryüzünde kurulmakta olan yeni dünya düzeni zamanımızda rekabet ve çeşitli çekişmeler yüzünden, bir türlü devreye girememektedir. Bu yüzden gündeme gelen küresel dengelerdeki bozuklukların yeni bir plan ve de program ile hazırlanarak devreye sokulmaları gerekmektedir. Yeryüzünde var olan her yapı ya da sistem belirli uzmanlıklara sahip olan kişiler tarafından incelenerek uygulama alanına aktarılmıştır Bilim ve düşünce hayatının önde gelen alimleri ya da teorisyenleri belirli bir ütopyaya sahip oldukları öğrenilmiştir. Yakından ele alınarak incelendikleri aşamalarda hepsinin geleceği dönük bir ütopyası olduğu anlaşılmaktadır. Eski İngiliz dış işleri bakanının görevden alındıktan sonra geleceğe dönük bir proje olarak Ütopya isimli bir okyanus adasında daha adil ve düzenli bir dünya devleti oluşturma hedefi olmuştur. Thomas More isimli eski bakan var olan dünya düzeni yerine başka bir düzen ararken ortaya önemli bir ütopya planı atmıştır. Milliyetçiliğin yerine yeni bir gelecek planının getirilmesi de bir örnek yaklaşım olarak benimsenebilmektedir. Devlet gücünü ele geçirenlerin devlet yönetimi ile oynarken içinde bulundukları siyasal ortama karşı çıkış, ya da buradan ayrılarak kaçış geleceğe dönük alternatif projeler olarak siyaset alanına getirilerek tartışma konusu yapılabilirler. Milletin olmadığı yerde milliyetçiliğin de olmayacağı açıktır. Ne var ki, her insanın bir yurdu olması isteği, bir gün onu böylesine bir projenin arkasından gitmesine yol açabilir. Ya da o kişinin sahip olduğu gerçek akıl, yeni bir ütopya öne çıkararak geleceğin dünyası için farklı bir hayal alemini gündeme getirebilir. Özellikle hayal dünyasından olumlu sonuçlar çıkaran düşünürler bunun arkasından koşarlarken daha çok distopya denen çok sorunlu var olan ortamlardan kaçış planlayabilirler. İlk sömürgeciler Avrupa’dan Amerika kıtasına yönelen gidiş planlarını birer ütopya olarak devreye sokmaya çalışmışlardır.
Bilim ve gerçeğin yol gösterdiği her yönde milliyetçilik de bir çıkış noktası olarak devreye girebilir. Uzun bir geçmişi olan dünyaya biçim vermek ve de kendi etnik kökenli düzenler kurmaları, sonraki aşamalarda milliyetçiliğin ortaya çıkışı ile gerçeklik kazanma aşamasına gelmiştir. Milliyetçiliğin aşırısı ya da daha kısaltılmış biçimleri söz konusu olamaz. Milliyetçilik ya vardır ya da yoktur. Var olan ülkelerde yaşayan milletler kendi milliyetçilikleri ile daha gelişmiş bir gelecek projesinin arayışı içine girerler ve ellerine fırsat geçti mi de böylesine bir projeyi uygulamaya geçirebilmek için çaba gösterirler. Bugün yüz yıl önce gündeme gelen Halk Cephesi, geçen yüzyılın sol bir hareketi olarak aşırı olduğu ileri sürülen büyük milliyetçi siyasal birlikteliği hedef alarak, böylesine bir ağırlıklı yapılanma sonraki aşamalarda karşıt girişimler olarak gündeme getirilmiştir. Egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşı çıkartmaları tarihin her döneminde görüldüğü gibi bugün de milliyetçi hareketler üzerinden dünyaya yepyeni bir görünüm kazandırma yolunda, eski metotların devreye alınarak daha somut projelere öncelik verilmesi gibi tutum ve yaklaşımlar gündeme getirilmektedir. Milliyetçi hareketler halklar ve değişik toplumlar arasında gündeme getirildiği zaman, bir ülkedeki yaklaşımların ötesinde küresel ya da bölgesel çizgilerde ulusal gücü güçlendirecek sonuçlar alınmaya çalışılmaktadır. Normal düzeydeki milliyetçi cereyanlar, her türlü aşırılıklara karşı çıkarak, siyasal alana çıktığı noktada hiçbir biçimde aşırı sağ gibi davranamaz ve aşırı uçların politikalarına alet olamaz. Ulus devletlerin yoluna devam edebilmesi için milliyetçi hareketlerin öncülük yapmaları kaçınılmazdır.