NEZAKET DİLİ..
Yazar, çizer, medya mensubu ve tüm aydınların, özellikle siyasetçilerin dili hem ileri demokrasi hem de uygar toplum ve nezaketin mayası gibidir.
Maya bozuk, bayat, ekşimiş ve kokuşmuşsa, arkasına takılan toplum, tren vagonları gibi onu izler..
Kötü maya, özünü, asaletini, kucaklaşmanın, kaynaşmanın, birlik ve beraberliğin; hamurunu çürütür sosyal yapının..
Bozulur, bayatlar, ekşir ve kokuşur, bu dille mayalanan toplum da..
Yalanın, hakaret ve küfür atmosferinin hakim olduğu hatta çalanın, talanın sevap sayıldığı kirliliğe bir ulaşır..
Sayın Bayım,
Hanımefendim,
Efendim,
Saygıdeğer muhatabım,
Zat-ı Aliniz.. Gibi nezaket hitapları çöpe atılır.
'Nezaket dili' ortadan kalkar, 'sokak dili ve edepsizliği' yaygınlaşır.
Bu tür ülkeler de, ileri ülkelerin ayakkabı tamirciliğini yaparlar ancak..
***
GELMEYİ UNUTAN KIŞ..
Bir dostum, “kış geri gelse” dileğinde bulundu..
1946’lı çocukluk yıllarımın kara lastikleri, ışıksız köyümün ayak bileği boyundaki çamurlarına saplanırdı okula giderken.,
1,5 kilometre uzaklıktaki okul yollarımda ninemin ördüğü yün çorabımla giydiğim, aklımda kaldığı kadar, Cızlaved ya da Gıslaved lastikler batıp dururdu balçık çamura..
Sakız kıvamındaki ZALİM VANTUZ ÇAMUR; çeker alırdı kara lastiğimi her seferinde ayağımdan..
Islanırdı çoraplarım kirli çamurla, akan gözyaşlarım gibi..
Dayak yiyeceğimden belki değil, azarlanacağımdan korkardım, hırsızın hiç olmadığı ve dalmadığı aralık kapımızdan içeri girerken..
Soğuklar başlardı Eylül aylarında yağan yağmurlarla.
Bir süre sonra üşüyüp donan damla karların üstünü örttüğü çamurlar kopartamazdı ayağımdaki lastikleri artık..
HEEEYTT..
Can arkadaşlarımızla okul dönüşünde, kara lastiklerimizi buz üstünde aşındırmamız başlardı, sıkı tembihlendiğimiz eve gidiş saatlerimizi unuturcasına..
Köyümüzün dam ve sokaklarındaki, biz küçükler boyundaki karları kürüyen insanlarla dolu o muhteşem kışları özlüyorum şimdi 83’ümde..
Çoğunu kaybettiğim, kalanlardan birkaçı ile bugün iletişimim olan arkadaşlarımı özlediğim gibi,
Özlüyorum eski kışları..
Ne eski yağan yağmurlar, ne de üşüyüp donan ve KAR’a dönüşen yağışlar kaldı..
"Bu yıl hiç KIŞ gelmedi ki, geri gelsin" dedim dostuma..
"Doğayı değiştirecek İlahi güç devreye girmezse, aklı refahla bozulmuş insanoğlu KIŞ resimlerini sayfalarda görecektir"i ekledim arkasından..
"Yaşayabileceği doğa şartları, türlü resimleri görebileceği kitap sayfaları kalırsa eğer geriye.." tümcesiyle birlikte..
Sevgisiz, paslı, kirli yüreklerin öldürdüğü insanlardan çok daha acımasızca öldürülüyor KIŞLAR günümüzde…
Doğa kucağındaki tüm varlıklar gibi..
***
ULUSALCILIK..
Ulusalcılık; kişiliğinizin, evrensel değerlere, sağduyuya bağlı kültürel ve genetik zenginliğe dayalı asil bir ‘soy tutkunluğunuz’dur..
Bu duyguyla, ait olduğunuz ırk’ın, yaratılışa kadar uzanan tarihini, kültürünü, gerçekleştirdikleri devlet yapısını, uygarlıklarını ve başarılarını beyninize, yüreğinize kazırsınız..
ATA’larınızın ders alacağınız tarihini öğrenir, kültürel zenginliklerini yudumlar, devlet kurdukları toprakları görür, size emanet ettikleri yurdu da can pahasına korursunuz..
Aile ve neslinizi kurup devam ettirmeye gelince de, taşıdığınız gen ve kromozomları, gereğinde aynı vatandaki ETNİK kimliği farklı, ancak asaleti sizinle aynı olan bireylerle paylaşma yüceliği gösterirsiniz.
Bu noktaya kadar, doğru bir Ulusalcı ve güzel yürekli bir insansınız..
Etnik ayrışmayı, doğduğunuz toprağı bölüşmeyi, soğuyan yüreğinize kin ve nefret tohumları depolamayı düşünmeyen, yani UYGAR insan kimliğinizle, daha da yücelirsiniz..
Bu noktada olgunluğunuzu tamamlamış DAMITIK insan kimliğinize ulaşmışsınız demektir...
Ulusalcılık, nimetlerini birlikte paylaştığınız topraktaki diğer etnik kimliklerle yuvalanmak, kaynaşmak, bütünleşmektir..
Beyin ve gönül kirliliği olanları, engin gönül denizinizde yıkayıp durulamak, tüm insanları sevgi çadırınızda ağırlamaktır kısacası…