İbrahim Okur: Sayın Cabıoğlu, yıllardan beri 'ekonomide kurtuluş savaşı' deyimini sizden işiyoruz. Son olarak bu deyim, kitabınızın adı oldu. Sizce bütün bunların özel bir anlamı var mı?
Cabıoğlu: Size her şeyi en baştan anlatayım da özel bir anlamı var mı yok mu, sizler karar verin, sayın okuyucularım karar versin.
İbrahim Okur: Pekala, sizi dinliyorum.
Cabıoğlu: 1925 yılında Senirkent’te dünyaya geldim. İlkokulu Senirkent İlkokulu’nda okudum. Tahsilime ailevi sebeplerle üç yıl ara verdikten sonra, Yalvaç Ortaokulu’na kaydımı yaptırdım. 1943’de mezun oldum. 1947’de ise Afyon Lisesi’nden mezun oldum. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydoldum. 1951’de mezun oldum ve Senirkent’e döndüm.
İbrahim Okur: Pek çoklarının yaptığı gibi, doğduğunuz toprakları terk etmediniz öyle mi?
Cabıoğlu: Evet, terk etmedim. İşin bu yönünün hikayesi Cumhuriyet dönemi iktisat tarihçilerini yakından ilgilendirir. Benim Senirkent’e dönüşüm, Anadolu köylerinin kalkındırılması ideolojisine olan bağlılığım ve ettiğim yemin çerçevesinde oldu. 1947 yılında, Afyon’da, Senirkentli öğrencilerin ağırlıkta olduğu KÖY YOLU DERNEĞİ’ni kurduk. Kuruluştan bir hafta sonra alınan ikinci bir kararla beni derneğin genel başkanlığına seçtiler. Kurucularının adını burada tek tek saymak istiyorum: Metin Ören, Osman Tortoğlu, Necati Ergindoğan, Yahya Oğuz, Süleyman Oğuz, Kemal Özdemir, Nuri Tortop, Faruk Akkülah, İsmet Örmeci, Yusuf Uysal ve ben, Kemal Uysal (Cabıoğlu). Bu teşkilat, o dönemin ses getiren bir kuruluşu oldu. Beni toplum hayatına hazırlayan, bu cemiyette kazandığım tecrübeler oldu. O dönemde, köy çocukları İstanbul’a okumaya gidiyor ama tahsilini tamamladıktan sonra köyüne dönmüyor, şehirlerde yaşamaya bakıyor ve köyünü unutuyordu. Bu yüzden, eğitim seviyesinin yükselmesi köye yansımıyor, şehirlerde, köyle bağını koparmış başka bir toplum inşasına yarıyordu. O günlerin tartışılan konularının başında bu konu geliyordu. 1946-1950 yılları arasında çok partili dönem başladı. Türkiye’nin kalkınma hareketi için Yugoslavya ve SSCB örnek gösteriliyordu ve eğer halklara özgürlük verilirse ülkemizin kalkınacağı söyleniyordu. Aynı insanlar, “halklara özgürlük” diyorlardı. Biz ise, “Türkiye’de halklar değil, sadece Türk halkı var”, diyorduk.
O yıllarda, tıp öğrencisi Tahsin Tola vardı. Kendisi hepimize örnek olmuş, çok gayretli bir şahsiyettir. O da Senirkentliydi. Yaşı bizden epey büyüktü. Tıp fakültesinden mezun olmuş ama mecburi hizmetini takiben, savaş ortamında uzun yıllar askerlik yapmıştı. Terhis olur olmaz Senirkent’e dönmüştü ve mesleğinin yanında kasabada dokumacılık ve halıcılık sektörüne önderlik etmeye başlamıştı. Bize göre, Türkiye’nin kalkınması demek Anadolu’nun kalkınması demekti ve bunun için de köyün kalkınması gerekiyordu. Buna “aşağıdan yukarı kalkınma” diyorduk. Tarım Kentleri Projesi ortaya atmıştık. O yıllarda 40 bin olan köy sayısını 10 bine indirecek şekilde, merkezi köyler tasarlıyorduk. Kendimizi köye o kadar adamıştık ki, yatıp kalkıp Türk köylüsünü düşünüyorduk.
İktisat Fakültesi’nde birinci sınıf öğrencisiyken sınıfta hocamız Prof. Gerhard Kessler’e, “hocam, 30 milyon nüfusun yüzde 70’i köylü, köylü de yılın 4 ayı çalışıyor 8 ay yatıyor; bu 8 ay içinde yaşanan hayatı kalkınma enerjisine nasıl dönüştüreceğiz”, diye sormuştum. Bu sorum üzerine hocam, “bana bu soruyu bakanlar bile sormadı”, diye cevap vermişti. Sorumdan o kadar memnun oldu ki, beni asistanı ilan etti ve her gün yanıma gelerek sırtımı sıvazlardı.
İnsanın bir davası olunca kime ne soracağını da kararlaştırabiliyor.
İbrahim Okur: Senirkent’e ne zaman döndünüz?
Cabıoğlu: Söylediğim gibi, önce Dr. Tahsin Tola döndü. Bir kooperatif kurdu ve neredeyse bütün Senirkentlileri üye yaptı. O sıralarda Senirkent’te dokumacılık çok küçük işletmeler halinde ilerlemeye başlamıştı. Kooperatif, Sümerbank’tan iplik almaya ve üyelere dağıtmaya başladı. Böylece kazancımız arttı. Düşünün, iplik çuvallarını kooperatife geri topladık ve sattık. Bu sayede kasabada bir okul inşa ettik. Aynı yoldan hastane ve öğrenci yurdu bile yaptık. O yıllarda bizler, aramızda sadece “kalkınma”, “muasır medeniyet”, diye konuşurduk, Anadolu köylerini kalkındırmak üzerine kafa yorardık. Bu uğurda ne sorun varsa ona ve çözüm yollarına odaklanmıştık. Ben mezun olunca, bizim kooperatifin fabrika müdürlüğünü bana teklif ettiler. Bense henüz mezun olmuştum. Onlara bir tek şartım var, dedim. Şartım aslında basitti ama kolay da değildi. İşin başına geçmek için 2000 kooperatif üyesinin oybirliğini isterim, diyordum. Onlar da beni oybirliğiyle seçtiler.
İbrahim Okur: Peki, sonra?
Cabıoğlu: Kooperatif iplik fabrikası da kurmuştu. Fakat kasada para yoktu. Sadece makineler ve bina vardı. Bütün gücümle çalıştım, her kapıyı çaldım, işletme sermayesi sağladım ve fabrikayı üç vardiya çalıştırmaya başladık. Fabrikayı tutmak ne mümkün. Tam gaz çalışıyoruz ve kazanıyoruz ve yatırım üstüne yatırım yapıyoruz. On yıl geçmeden Senirkent’te işsiz kimse kalmadı. Herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Tam bu ortamda, iktidardaki Demokrat Parti harekete geçti ve kooperatifin yönetimini de, iplik fabrikasının yönetimini de kendi adamlarına vermek istedi. Ben razı olmadım. Kooperatif yönetim kurulu, iktidarın baskıları karşısında korkarak beni görevimden uzaklaştırmak istedi. Ben ise karşı çıkıyordum. Onlara, “beni üyeler oybirliği ile seçti, bir genel kurul toplarım, durumu onlara anlatırım, onların dediğini yaparım, ancak onların rıza göstermesi halinde ayrılmayı kabul ederim”, dedim. Sonunda olağanüstü kongreye benim yönetimim altında gittik. Bu olay üzerine Türkiye ayağa kalktı. Anadolu Kalkınma Hareketi adlı bir oluşum bütün gücünü ortaya koydu. Gazetelerde beni destekleyen yazılar çıkmaya başladı. Prof. Ali Fuat Başgil, Prof. Fahrettin Fındıkoğlu, Prof. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sait Bilgiç, Emin Bilgiç ve daha birçokları beni destekleyen yazılar yazdılar. Rahmetli Fındıkoğlu’nun bir risalesini hiç unutamam: “Anadolu İstanbul’u Çağırıyor.” Neyse, dönelim kongre salonuna! Hükümet güçleri kongre salonuna giren çıkanları da denetlemeye kalkıştı. Mesela kadın üyeler salona alınmak istenmedi.
İbrahim Okur: Kadın üyeler de mi vardı?
Cabıoğlu: Evet kadın üyeler de vardı. Bunlardan biri hayatım boyunca zihnimdeki yerini korumuştur. Onun adı Feden Ana idi. Deli Feden diye kasabada nam salmıştı. Yanına 20-30 kadar kadın alarak salona geldi. Fakat kapıyı tutanlar, onu ve yanındakileri içeri almak istemiyordu. Sonunda salona girdi tabii. Onun durdurmak da mümkün değildi zaten. Bir punduna getirdi ve kürsüye fırladı. “Bizler çalı çırpı toplayıp bunları satarak 30 kuruş para kazanır ve onunla geçinmeye çalışırdık; Kara Melek Tahsin Tola geldi, ipek evlâdımız Kemal geldi, onların sayesinde şu nasırlı ellerimiz mor binlikler gördü”, diye bağırdı ve ekledi: “Biz fabrikayı Kemal’e bağışladık, ne isterse yapsın, siz kim oluyorsunuz?”. Daha sonra ben de güç bela kürsüye çıkabildim ve herkes anladı ki, bütün kasaba benden yana. Menfaatçi çeteler, çığ gibi büyüyen bir halk hareketiyle karşı karşıya kalmakta olduklarını anladılar ve ortadan çekildiler. Bu olaydan bir süre sonra hocam Prof. Gerhard Kessler, bana destek olmak üzere Senirkent’e gelerek bir konferans verdi. Benim ona yıllar önce sorduğum soruyu tekrarlayarak söze başladı ve ardından konuşması boyunca sorunun cevabını açıkladı ve sonra Senirkentlilere “sekiz ayı kalkınma enerjisine çevirmeyi siz gerçekleştirdiniz”, dedi.
İbrahim Okur: Buna, kalkınma yolunda bir halk hareketi ve zaferinize de halkın zaferi diyebilir miyiz?
Cabıoğlu: Hem de nasıl! Şimdi gelelim şu bizim kitabın adına ve yazılış nedenine. Açıkça görüldüğü gibi, günümüzde ülkemiz yabancı güçlerin ekonomik alanda işgali altında. Üzerimizde de büyük dış siyasi baskılar var ve ortada da buna güçlü bir şekilde direnmeye niyetli bir iktidar yok. Ülkemiz tıpkı benim gençliğimde Senirkent’te olduğu gibi, ancak bir halk hareketiyle bu baskıları kırabilir. Ben bu halk hareketinin Feden Ana’sı, Dr. Tahsin Tola’sı olabilir miyim, diye düşünüyorum. Yani Feden Ana’nın, Dr. Tahsin Tola’nın bana verdiği desteği ben de sonraki kuşaklara vererek Feden Ana’ya, bu vatan uğruna şehit olanlara olan borcumu ödeyebilir miyim, diye çalışıyorum.
Editör: Bu yaşınıza rağmen mi?
Cabıoğlu: Ne varmış yaşımda? Ben ölünceye kadar bu davanın içindeyim. Bunun için de yeteri kadar dincim, gencim. Enerjimi davamdan ve inançlarımdan alıyorum.
Editör: Bu sözleriniz de “artık bizden geçti”, diyen 50-60 yaş kuşağına örnek olsun. Bir de KÖY YOLU DERNEĞİ’nin ve Tarım Kentleri’nin akıbetini merak ediyorum.
Cabıoğlu: Dernek Türk Gençlik Teşkilatı’na dönüştü. Ondan da Milli Türk Talebe Birliği, Milliyetçiler Derneği ve Milliyetçi Hareket Partisi ortaya çıktı. Tarım Kentleri davasını MHP sürdürdü. Ayrıca Ecevit, CHP’nin başına geçince, KÖYKENT Projesi adı altında bir şeyler yapmak istedi. Ama bu gibi hayati konular, politikada felsefe tartışmalarının yaygarası arasında kaynadı gitti. Ne TOPRAK REFORMU hayata geçirilebildi ne de TARIM KENTLERİ. Bu yüzden de benim görevimin henüz bitmediğini düşünüyorum. EKONOMİDEKİ KURTULUŞ SAVAŞI kitabı da söz konusu çabalarımın ürünüdür.