Bursa Arena E'Gazete
2024-12-19 10:30:44

İrade-i Milliye'den Hakimiyet-i Milliye'ye -1-

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

19 Aralık 2024, 10:30

Bu makalenin başlığında yer alan İrade-İ Milliye’den, Hakimiyet-İ Milliye’ye geçiş olgusu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş aşamasındaki büyük oluşumu ve sonraki değişimi ifade etmektedir. Yer yüzünde var olan ve değişik insan gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu ve hukuk yapıları olarak öne çıkan ulus devletler ya da diğer devlet yapılanmalarının birer sosyal organizasyonları olarak gündeme gelmiştir. Binlerce ya da milyonlarca yıl olarak var olarak, dünya tarihi içindeki yerlerini elde eden büyük dünya devletleri, siyaset ve tarih alanlarındaki gelişmeler ve de yenilikler olarak öne çıktıktan sonra, siyaset dünyası ve tarihsel alanlarda beraberlerinde yenilikler ve değişimler getirerek, daha sonraki aşamalarda gündeme gelen siyaset ve tarih oluşumlarının önlerini açıyordu. Bu doğrultuda hareket ederek dünya tarihi içinde yer alan çeşitli dünya devletleri, tarihsel ve siyasal gelişmelerin önde gelen aktörleri olarak, insanlığın ortak yazgısında kazandıkları yeni roller üzerinden, insanlık için önde gelen vizyonlarla uğraşmışlar ve daha sonraki aşamalarda da kazandıkları yeni vizyonların her çağın koşullarının belirlenmesinde çeşitli rolleri üstlenerek, yeryüzü üzerinde insanlığın gerçek karakterinin belirlenmesinde, hareketli bir misyon üstlenerek, en ileri vizyonun gerçeklik kazanmasında etkin bir faktör olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti tarihin büyük dönüşümü aşamasında hem millet olarak hem de devlet olarak ikili bir büyük değişimin kahramanları görünümünde öne çıkarken bugüne kadar gelen 100 yıllık zaman dilimi biçimlenmeler açısından önemli etkiler yaratmış ve böylece yirmi birinci yüzyılın yeni kuşaklarına değişimin yönlerini belirleyerek, geleceğin dünyasında gündeme gelebilecek yeniliklerin öncüsü olmuştur. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı cumhuriyetin yüzüncü yılını günümüze taşıyarak, tarihin başlangıçtan bugüne gelen sürekliliğinin yeni bir yansıması olmuştur. Türk devletinin kurucu iradesi Sivas kongresi çatısı altında ortaya çıkarken, 4-EYLÜL -1919 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin Anayasa kitaplarında anlatılan temel hukuk ve devlet ilkelerine uygun olarak gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Ülkenin batı, kuzey, güney bölgelerinde yeni devlet kuruluşu ile ilgili toplantılar yapıldıktan sonra, sıra doğu bölgesine gelmiş ve bu doğrultuda Erzurum ve Sivas kongreleri yapılarak dünyanın siyasal çekişmesinin ana aktörleri Misakı Milli sınırları adı verilen ülke topraklarının dış güçlere açılması gibi bir yeni durumu öne çıkarmıştır. Türk halkı böylesine bir siyasal süreç ile karşı karşıya getirilirken, dış güçlerin emperyalist saldırılarına karşı vatanın merkezi noktalarında iç cepheler ile ilgili hazırlıklar tamamlanmaya çalışılıyordu. Daha önceki aşamada ülkenin her il ve ilçesinde hareketler ve toplantılar birbiri ardı sıra gerçekleştirilirken, bu toplantılar sonucunda elde edilen bilgiler ve detaylı görüşler ortak bir çatı altında bir araya toparlanarak, geleceğin ulusal devletinin çekirdek yapılanmasını öne çıkaracak resmi organizasyonu, Kuvay-ı Milliye adı verilen ulusal kurtuluş savaşının ilk kongresi olarak, doğu Anadolu bölgesinin merkezi vilayeti olarak kabul edilen Sivas şehrinde yurdun dört bir yanından gelen diğer kongrelerin temsilcileri ile ortak bir çatı altında toplanılıyordu. Yabancı emperyalist devletlerin saldırı ve işgal girişimleri karşısında Anadolu ve Rumeli halkı öne çıkarken, hem ulusal direnişin başlangıç tohumları atılıyor hem de geleceğe dönük bir siyasal çıkış güçlü bir biçimde gerçekleştirilerek, adım adım Türk istiklal ve istikbalinin temelleri atılıyordu. Sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri birbiri ardı sıra atılırken, Kuvay-ı Milliye hareketinin hem önde gelen yönetici kadroları hem de ulusal önderi olarak Mustafa Kemal Atatürk, liderlik sandalyesi üzerinden bütün Türkleri selamlayarak, geleceğin anti emperyalist savaşlarının ilk önderi olarak dünya haritasında fazlasıyla yer etmiş olan mazlum ulusları ve devletleri bu durumdan kurtarabilmek için büyük bir siyasal mücadeleye kalkışıyorlardı.

Dünya yirmi birinci yüzyıla girerken, Türkiye Cumhuriyeti de yüzüncü yılını idrak ederek geleceğin dünyasında yer alan yolunu tamamlamaya çaba gösteriyordu. Başkent Ankara merkezli ulusal kurtuluş savaşı ülke merkezli bir ayağa kalkışı örgütlerken, yedi ayrı bölge olarak harita üzerinde yer alan Türk devletinin ana vatanının vazgeçilemeyecek parçaları olarak öne çıkıyordu. Her bölge bulunduğu konumunun gerektirdiği gibi ortak çizgi doğrultusunda hareket ederken, birbirinden farklı konumlarda bulunan büyük şehirler öne çıkarak yeni ulus devletin gereksinmeleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Sahil kentleri ticarete yönelirken, merkezi konumda bulunan iç bölgelerdeki kentler tarım, endüstri ve savunma hizmetlerine daha fazla yerler ayırarak, her yönü ile kendine yeten bir ulus devletin ortaya çıkışını dünya halklarına göstermek istemişlerdir. Misakı Milli sınırları içinde bulunan Türk devletinin önceliği kendi gereksinmelerine vererek ayakta kalmaya çaba göstermesi, kısa zamanda toparlanma ve harekete geçme şanslarını beraberinde getirmiştir. Böylece vatan savunması aşamalarında ülkenin güneyi, doğusu, batısı ve sonunda merkezi toprakları savaş alanına dönüşürken, dünyanın en merkezi imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak ve bir çöküş senaryosunun tam ortalarına sürüklenerek, tam anlamıyla içinden çıkılmaz derecede yeni bir batma noktasına gelmiştir. Osmanlı devleti bir yandan emperyalizm ile savaşırken, diğer yandan da içerdeki gayri müslim toplulukların silahlı örgütlenmeleri yüzünden isyanlar ve terör gibi olumsuz anlamda düşmanın öne çıkarttığı kaos ve karışıklık yaratma girişimleri ile Türk devletinin kendisini yenilemesi çabasına izin verilmemiştir. Daha çok Osmanlı devleti sonrasında merkezi coğrafyanın, yeniden bütünleştirilmesini öne süren büyük bölge projeleri doğrultusunda, Osmanlı sonrası Orta Doğuyu yeniden kurmak amacıyla, Ermeni-Fransız desteği ile yeni bir Ortadoks devleti arayışı öne çıkarılmıştır. Amerikalıların ise Yahudi kimlikli Osmanlı vatandaşlarıyla, Büyük İsrail veya Büyük Orta Doğu planlarını gerçekleştirmek için harekete geçtikleri anlaşılmıştır. Rum asıllı vatandaşlar ile İngiliz asıllı kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelik ile yeni Orta Doğu bölgesinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında kurulurken, bir yandan halk kitleleri uluslaşma sürecine dahil edilmeye çalışılmış, diğer yandan da geçmişten gelen şehirler bulundukları bölgelerde toplantı merkezleri ve siyasal dayanışma noktaları olarak ülke düzeyinde ve halk katmanları içinde örgütlü bir cumhuriyetçi hazırlığa girişilerek, gelecekte sonsuza kadar yaşayacak güçlü ve çağdaş bir cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında, Sivas kenti Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu vilayeti olarak seçilmiş ve bu doğrultuda milli mücadelenin ilk adımları atılmıştır. Samsun’a çıkış sonrasında gündeme getirilen Erzurum ve Sivas kongreleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülerek, bir ulus devletin temelleri atılmış ve çatı yapısı oluşturulmuştur. Ülkede var olan eski Osmanlı ahalisinden çağdaş anlamda bir modern ulusal yapı yaratabilmenin sırrının, Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında alınan kararlar ve atılan adımlar olduğu görülmüştür .Kongreler sırasında halk temsilcilerinin inisiyatifleri öne çıkarak yol gösterici olunca, Sivas Kongresi delegelerinin katılımıyla yapılan toplantılarda önce bir Heyeti Temsiliye oluşumu, halk kitlelerinin geniş katılımlarıyla kurularak göreve getirilmiştir .Sivas Kongresi sonrasında Heyeti Temsiliye kurulu üyeleri Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında iç Anadolu bölgesini ziyaret ederek ve Hacıbektaş ilçesine uğrayarak alınan görüşler çizgisinde yeni bir anayasa hazırlamak ve devletin temeli olacak, Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkent olarak öne çıkacak Ankara vilayetinin merkezi yapısında örgütlenerek devlet öncesi devletleşme döneminin hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır. Sivas Kongresi sırasında 14 Eylül I919 tarihinde, genel kurul yapısını halk kitleleriyle kaynaştırmak üzere İRADE-İ MİLLİYE gazetesi Atatürk’ün önderliğinde yayınlanarak Türk devletine, Türk ulusuna ve de Türklük dünyasına hizmet doğrultusunda, Türklerin kendi kaderlerine sahip çıktıklarını ve bu doğrultuda her türlü engel, saldırı ve işgal gibi askeri ya da siyasi baskılara boyun eğmek zorunda kalacaklarını dünya kamuoyuna açıkça duyurmuşlardır.

Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile birlikte ortaya çıkan Türk inisiyatifi, Türk ulusunun geleceğini güvence altına alabilmek için mücadele ederken, kongreler sonrasında toplantılar ve kararlar aşamasına geçilerek alınan kararlar yönünde, bütün Anadolu ve Trakya vilayetlerinden temsilciler davet edilmiş ve bunların katılımlarıyla da Türkiye Büyük Millet Meclisi ulus devletin çekirdek yapısını oluşturarak kendi içinden seçilecek olan yönetimler ve hükümetler aracılığı ile 23 NİSAN 1923 tarihinde açılış törenini bir ulusal bayram biçiminde kutlayarak, Osmanlı devleti sonrasındaki devletsizlik dönemine son vermişlerdir. Bu açıdan Sivas Kongresi Osmanlı devleti için devletsizlik durumunun sona erdirilmesi anlamında atılan çok önemli bir adımdır. Mudanya mütarekesi ile içine girilen ara dönem Sivas Kongresinde alınan kararlar ile sona erdirilmiştir. Tam bu noktada Türkiye’de yaşamakta olan Türk ulusunun bireylerinin katılımı ile yapılan milli kongre uluslaşma açısından son derece etkili olmuş ve böylesine bir aşamada Cumhuriyet’in bir ulus devlet olarak ilan edilmesi daha da kolaylaşmıştır. Milli mücadele döneminin en önde gelen hedefi bağımsız bir devlet olarak cumhuriyet rejiminin ilan edilmesi olduğu için, Sivas Kongresi aynı zamanda cumhuriyetin ilanına kadar uzanan bir siyasal yolun başlangıcı olarak devreye girmiştir. Sivas Belediyesinin cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlamak amacıyla yayınlanan milli mücadele döneminin İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ ‘nin100 yıl sonra yayınlanan eski nüshalarıyla, bugünün koşullarında kongre ve sonrası için genel bir bakış ve değerlendirme yapmak, Türkler için son derece öğretici olmaktadır. Milli mücadelenin tek resmi gazetesi olarak yayınlanan İRADE-İ MİLLİYE gazetesi, ulus devletin yaratıcısı ve göstergesi olarak Türk halkına ulus devletin yolunu göstermektedir. Daha sonraki aşamada ise Atatürk’ün kurmuş olduğu bu gazete çağdaş cumhuriyet yolunun aydınlatıcısı ve okulu olmuştur.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.