1906 yılında Kozan 'da doğdu. Babası Girit göçmenlerinden Hüseyin, annesi ise yine Giritli Zeynep ’ti. İlkokulu bitirdikten sonra Antalya Öğretmen Okulu sınavlarına girmiş ve kazanmıştı. Burada 3 yıllık bir eğitimin ardından, Bursa Öğretmen Okulu’nu bitirerek öğretmen olmuştu. 1929 yılında askerlik hizmetini yapmak üzere İzmir ’e gelmiş ve 43. Piyade Alayı’nda Piyade Asteğmen rütbesiyle görev yapmıştı.
Burada görevde iken, Menemen’de çıkan olayları bastırmak üzere görevlendirilmiş, ne yazık ki askerliğini bitiremeden de şehit olmuştu.
Şeyh Esat adlı, Nakşibendi cemaatinde böyle bir kişinin liderlik yapmadığı görüşü olmasına rağmen kendisini Nakşibendi Tarikatının lideri olarak tanıtan ve yakınlarınca da lider olarak kabul gören şeriat yanlısı kişi, olaylardan çok önceleri Cumhuriyet karşıtı ve hilafetin geri getirilmesi çalışmalarına başlamıştı. Bu bağlamda Şeyh Esat Nakşibendi tarikatını yaymak amacıyla Laz İbrahim adlı kişi ile çoğu silahlı adamlarını Manisa çevresinde görevlendirmişti.
Çoğu bilinçli olarak sarıklı cübbeli kıyafetleri ve uzun saç, çember sakal gibi fiziki görünüşleriyle alenen şeriat yanlısı imajını taşıyan bu kişilerden Giritli Derviş Mehmet, Nalıncı Hasan, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin ile Küçük Hasan adlı yobazlar, Laz İbrahim’in yönlendirmesiyle İzmir’in Menemen İlçesine gelmişlerdi. Bu arada ortamı kalabalık göstermek amacıyla da gerek Menemen ’de ve gerekse yakın yörelerdeki yandaşlarını da olay mahalline yönlendirmişlerdi.
23 Aralık 1930 Günü sabah namazına gelen ele başlardan Giritli Derviş Mehmet, namaz sonrası cemaate, kendisinin mehdi olduğunu, dini korumaya geldiklerini, arkalarında 70 bin kişilik bir halife ordusunun var olduğunu ve öğle saatlerine kadar meydana dikilecek olan şeriat bayrağının altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylemiş ve onları tehdit etmişti. Sonrasında camideki yeşil yaftayı alarak şeriat bayrağı niyetiyle uzun bir sopa üzerine bağlayıp cami yanındaki meydana dikmişlerdi.
Elebaşılar ellerinde tespih, sesli zikir getirerek bayrak etrafında dönerken, yöredeki yandaşları, dışarıdan gelenler ile korkudan katılanlar sayesinde meydan tamamen dolmuş ve topluluk aynen şimdiki sokaklarda olduğu gibi Allah-u Ekber nidalarıyla alanı coşturuyorlardı. Tehlikenin büyüklüğünü geçte olsa fark eden yada fark ettiği halde susan yetkililer, durumu ilgili makamlara iletmiş ve isyanın başladığını haber etmişlerdi.
Haberin ulaştığı Menemen yakınlarındaki 43. Piyade Alayı Komutanı, derhal başlarında Asteğmen komutasında bir bölük askeri olay mahalline sevk etti.
Olay mahalline gelen genç Asteğmen Kubilay 'dı. Gerçek adı Mustafa Fehmi Kubilay olan asteğmen gerek gençliğinin verdiği cesaret ve gerekse iyi niyetinden dolayı kan akmaması için askere saldırı emri vermedi ve yanlarına gidip konuşmak istedi. Ancak bu iyi niyeti onun sonunu getirecekti, konuşmaya dahi fırsat bulamadan gözlerini kan bürümüş, ağızlarından salyalar akan yobazlardan birisi silahını çekti ve Kubilay’ı vurdu. Kubilay yaralı vaziyette koşarak uzaklaştı ve cami avlusuna kadar geldi, ancak arkasından koşarak gelen yobazlar onu orda yakaladılar, henüz sağ iken Derviş Mehmet denen cani çantasından çıkardığı testere dişli dal bıçağı ile genç teğmenin başını kesip vücudundan ayırdı.
Bu arada askerler başlarındaki çavuşun emriyle ateşe başlamışlar ise de kimi araştırmacılara göre tüfeklerde manevra fişekleri bulunduğundan tabiatıyla hiçbir etkisi olmadığı gibi bu olumsuz tesadüf yobazlarında işini kolaylaştırmıştı. Bir taraftan belinde silahı dahi olmayan Kubilay ’ın kesik başını yeşil bayrağın asılı olduğu sopaya bağlarken diğer taraftan ahaliye karşı “Görün bakın bizi Tanrı koruyor, mermi işlemiyor” gibi safsatalarla propaganda yapmalarını sağlamıştı.
Kubilay’ın vurulduğu an olay mahalline yakın olan bekçilerden Bekçi Hasan yobazlara ateş ederek birini yaralasa da vurularak, diğer bekçi ise daha ateş edemeden vurularak öldürülmüştü.
Tehlike tırmanışa geçmeden yetişen ikinci makineli tüfekli birlik, saldırı pozisyonuna geçmiş ve teslim olmalarını istemiş, ancak ateşle karşılık verilince, ateş teatisi başlamış, çatışmada ele başlardan Derviş Mehmet ve birkaçı öldürülmüş, bazıları kaçmış, diğerleri de teslim alınmıştı. Sonrasında kaçanlarda yakalanmış ve mahkemeye sevk edilmişti.
Menemen olayı genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başkaldırı anlamında ikinci büyük olayı idi. İlk olay bilindiği gibi 1925 yılındaki Şeyh Said isyanı idi. Olay devlet erkanına aktarıldığında başta Atatürk olmak üzere tüm yetkililer büyük bir hayali sükuta uğramışlardı. Daha dün Yunan işgalinden kurtarılan bir ilçede böyle olayların meydana gelmesi ve bir kısım yerli halk tarafından da desteklenmesi kabul edilebilir gibi değildi.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru tarikat medeniyet tarikatıdır.” ve yine “Müslümanları halife hülyasıyla hâlâ oyalamaya ve aldatmaya çabalayanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır.” diye öğütte bulunan Cumhuriyet’imizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Menemen olayına çok üzülmüştür. 27 Aralık 1930 günü de Ordu’ya hitaben yayımladığı mesajında şu önemli satırları kaleme almış ve Cumhurbaşkanı ve Başkomutan olarak o zamanın Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak Paşa’ya gönderdiği başsağlığı telgrafında şöyle demiştir;
“Menemen’de son zamanda vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabıt Vekili Kubilay Bey’in vazife ifa ederken uğradığı akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Bey’in şahadetinde gericilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkâr bulunmaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ile ihtilâfın haricinde ve üstünde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti acılı-elemli etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekili’nin uğradığı tecavüzü milletin bizzat Cumhuriyet’e karşı bir suikast kabul ettiği ve küstahlarla, teşvik edenleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu meseledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeye matuftur. Büyük Ordu’nun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin ’in idealist öğretmen kadrosunun kıymetli üyesi Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal (Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da aynı tarihte yayımladığı bir tamim ile Atatürk’ün bu mesajını orduya tebliğ eder. 28 Aralık 1930)
İsmet İnönü Paşa’nın da mesajı şöyledir;
“…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler. Gerçekte ise menfaatlerini kaybetmişlerdir. Onu istiyorlar… Kubilay, devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. Kubilay, millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna abidesidir.” (İsmet İnönü, TBMM, 1 Ocak 1931)
27 Aralık 1930 Günü Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün başkanlığında yapılan toplantıda, Yüce lider üzüntüsünü belirttikten sonra , derhal gereğinin yapılması ve tüm suçluların yakalanarak mahkemelere sevk edilmesini istemiş ve ardından da sinirli bir şekilde “İlçeyi haritadan silin” demiş, ancak sonrasında “Böyle emirler verirsem sakın ha sakın uygulamayın önce bana bir kere daha sorun” demiştir.
İlk etapta 31 Aralık 1930 günü bir toplantı yapılarak, 01 Ocak 1931 gününden başlamak üzere 1 ay süreli Menemen, Manisa ve Balıkesir Merkez İlçelerinde Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1.Kolordu Komutanı Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir DİVAN-I HARP kurulmuştu.
7 Ocak 1931 Günü İzmir ’de yine Mustafa Kemal Paşa başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan yada dolaylı yoldan katılan 105 sanığın Anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme ile Derviş Mehmet 'in, mehdilik için harekete geçtiğini bildikleri halde, Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat ettikleri suçlamalarıyla, 15 Ocak 1931 den itibaren Divan-ı Harp ’de yargılanmasına başlanmıştır.
General Mustafa Muğlalı Başkanlığındaki Divan-ı Harp Mahkemesinde 24 Ocak 1931 günü iddianame okunmuş ve yapılan yargılamada 29 Ocak 1931 günü mahkeme:
Sanıklardan 37 kişinin idama mahkum edilmesine (Ölmüş olan 1 sanık dahil), 40 kişinin sorumsuzluğu tespit edildiğinden mahkemeye girmeden salıverilmesine, 27 kişinin beraatına, 41 kişinin çeşitli cezalara çarptırılmasına karar vermiş ve idama mahkum edilen 37 kişinin dosyasından birisi önceden öldüğünden dosyadan düşülmüş, 6 tanesi yaşı küçük olduğundan ölüm cezaları müebbet hapse çevrilmiş ve geriye kalan 30 mahkumun 2 tanesinin cezası TBMM 'nce 2 yıl hapse çevrilmiştir.
Kalan 28 idama mahkum kişi 3 Şubat 1931 gecesi Menemen İlçesi’nde, bir kısmı Kubilay’ın başının kesildiği yerde, diğerleri ise meydanda idam edilmiştir. Mahkumlardan bir kişi idam sehpasına getirildiğinde kaçmayı başarmış ise de iki hafta içinde yakalanmış ve Menemen’e getirilerek idam edilmiştir.
Sıkıyönetim 28 Şubat 1931 tarihinde Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931 tarihinde ise Menemen ’den kaldırılmıştır.
Olaydan sonra ise Menemen 'de meydana Devrim Şehidi Kubilay ve iki Bekçi adına Devrim anıtı dikilmiştir ve anıtta ki hitabe de şöyledir:
"İNANDILAR, DÖVÜŞTÜLER, ÖLDÜLER. BIRAKTIKLARI EMANETİN BEKÇİSİYİZ."
Bekçisi misiniz? Cevap önemli..! Lütfen... Emanet deyip de geçmeyin... Emanet işine riayet edilmeyişi; bir milleti batmaya, çökmeye, yok olmaya sürükler. Siz sorumun cevabını 16 Nisan akşamı vermiş olursunuz, dilerim...
Ben şahsen, vereceğiniz cevabın;
Memlekete ve Millete "HAYIR"lı olmasını isterim...