Dünya çok hızlı bir dönüşüme doğru yönlendirilirken, önce geçmişten gelen eski yapıların tasfiyesi girişimlerinin gündeme geldiği ve daha sonraki aşamada bunların yıkılmasıyla beraber açılan alanların yeni yapılanmalara doğru yönlendirildikleri görülmektedir. Son elli yılda bütün dünya ülkelerindeki kentlerin elli ile yüz katlı binalar arasında değişen çok katlı gökdelenler üzerinden yeni yerleşim alanları olarak belirlendikleri ortaya çıkarken, kırsal alanlardan kentsel arazilere doğru yeni bir varoş hareketliliğinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Bütün belediye yönetimleri şehirlerin ortasında böylesine bir çıkmaz ile karşı karşıya kaldıkları için ne yapacaklarını bilememekte, bir yandan geçmişten gelen kent içi kamusal alan yapılanmalarını korumaya çalışırlarken, diğer yönden de yenilik sürecinin dışında kalmak istemeyen değişimden yana yerel yönetimler aracılığı ile de küresel alandaki yenileşme sürecinin içinde yer almaya çalışarak ve sürekli bir çizgide ileri geri hareket ederek ciddi bir sarsılma ve sarsıntı aşamasına doğru sürüklenmişlerdir. Geçmişe dönük bir tarihsel bakışla konuya yöneldiğiniz zaman insan uygarlığının ilkel dönemlerden bugünlere gelen siyasal ve sosyal birikimlerin etkisi altında kalınmakta ama diğer yandan gelişen birbirini izleyen yenilikçi girişimlerin yansımalarıyla da gecekonduların yerini elli katlı gökdelenler çizgisinde yüksek binalar almaktadır. Bir yandan eski binalar yıkılırken, diğer yandan da gökyüzüne uzanarak atmosferi delmeye çalışan elli ya da yüz katlı yeni iş merkezleri ya da yerleşim merkezleri birbiri ardı sıra bütün dünya şehirlerinde yapılmaya çalışılırken de bu yeni yapılanmaların toplum içinde, devletin çatısı altında ve de her yönü ile insan uygarlığının tam ortalarında yer aldıkları göze çarpmaktadır. Böylesine bir süreç geçen yüzyılın ikinci en büyük siyasal yapılanması olan Sovyetler Birliğinin dağıldığı gün başlamış ve bugüne kadar devam etmiştir. Günümüzde gelinen yeni aşamada böylesine bir sürecin daha da hızlandığı görülmektedir.
Yenidünya düzeni eskisini hızla yıkarak ilerlerken yeni oluşumların zaman içerisinde daha da belirginlik kazanmasına yol açmaktadır. Bütün dünya ve insanlık böylesine çift yönlü bir değişim olgusu ile karşı karşıya kalınca, insanlar bir yanda yıkılmakta olan eski dünya düzeninin altında kalmamaya çalışmakta, diğer yandan da var olan güçleri ile yola devam ederek yarının dünyasında onurlu bir yer kazanabilmenin arayışı içine girmektedirler. İşte bu iki yönlü yaşam sürecinde herkes kendi yolunu bulmaya çalışırken, geçmişten bugüne gelmiş olan toplumlar ve uluslar, devletler ve diğer oluşumlar birbirleriyle hızlı bir rekabet yarışına girerek, eskisinden daha güçlü bir konuma gelmek ya da eskisine oranla daha güçlü bir yapılanma içinde olabilmenin çabaları içinde yeni bir yer ve yerleşim yapılanması için uğraşmaktadırlar. Bugünün dünyasında yarın bir gelecek olmaktan çıkmış ve bugün haline gelerek yarışı ve rekabeti daha da hızlandırmıştır. Böylesine büyük bir değişimin bütün dünyayı sarsması ile devletler ve uluslar fazlasıyla etkilenmekte ve bu yüzden geçmişin kazanımları giderek zarar görürken, geçmişten bugünlere uzanan varlıkların ve birikimlerin de önümüzdeki dönemler de benzeri doğrultuda değişim ve dönüşüme zorlanacakları, artık iyice belli olmuştur. Bu çerçevede devletler ve milletler kendilerini korumaya öncelik verirken, iş sahibi ya da belirli örgüt ve organizmaların başında bulunan yönetici kesimlerin var olan yapılanmaları sürdürebilirlik noktasında şimdiden dökülmeye başladıkları ve toplum içinde etkinliğini koruyan belirli güç merkezleri ile beraberce büyük örgüt, organizasyon, meslek kuruluşları, sendikalar, dernekler ve vakıfların ya da parti örgütlenmelerinin gelmekte olan değişim rüzgârlarına karşı çıkamadıkları ve de direnerek kendilerini koruyamadıkları açıkça görülmektedir. Dünyadaki değişim rüzgârlarının giderek küresel şirketler ile holdingleşen bazı cemaatlerin etkisi altına girdikleri görülmektedir.
Yeni gelinen aşamada küresel şirketler ve onlarla beraber hareket eden geleneksel cemaatlerin ortak davranmalarıyla, demokrasi ile yönetilmekte olan çağdaş ülkelerde siyasetin el değiştirdiği görülmektedir. Şimdiye kadar siyasetin göbeğinde yer alan siyasal partiler dinin siyasal amaçlı kullanılmasıyla birlikte geçmişten gelen toplumsal güçlerini ellerinden kaçırmışlar ve bunların yerini toplumsal tabanı olan geleneksel cemaatler ile serbest piyasa üzerinden giderek küreselleşmiş olan eski tekelci büyük şirketler, yeni küresel holdingler görünümünde dünya ekonomik düzenine el koymuşlardır. Bütün insanlığın ekonomik kaynakları yeni uluslararası yapılanmalar üzerinden bir avuç aşırı zengin ailenin hegemonyasına terk edilmiştir. İki bin yıllık yakın tarih döneminde insanlar dünyanın her köşesine, var olan beş kıta üzerinden dağılarak erişirken, çağdaş dünyanın son iki bin yıllık gelişimleri ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen yapıların bütünüyle devre dışı bırakılmaya çalışıldığı, bugünün dünyasındaki dışarıdan zorla baskı ile yaptırılan değişikliklerin sonuçları olarak gündeme getirildikleri bugünün dünyasının gösterdiği yenilikler olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede, elinden gücü kaçırmış olan siyasal partiler yerlerini yeni güç sahibi cemaat holdinglerine bırakırken, tarikat disiplini sayesinde cemaat tabanlarının öne çıkmasıyla, yeni siyasal fikir ve düşünceler halk kitlelerine siyasal partiler üzerinden değil ama geleneksel cemaatler üzerinden yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Partiler böylesine bir süreç sonucunda güç kaybederken, eskiden siyasal partileri yönlendiren tekelci şirketler, kendi çıkarlarının ana hedef haline getirildiği siyasal arenada siyasetin ana merkezleri haline gelerek, partilerden boşalan toplumsal tabanların, din üzerinden siyasal hedeflere yönlendirildiği bir yeni ortaçağ düzenine doğru harekete geçirilerek, bugünkü yeni ve yakın çağlar dönemlerinin sonunda ortaya çıktıkları görülmektedir. Dinler ve cemaatler üzerinden geliştirilen yeni dünya düzeni yapılanmasında küresel şirketler ile ulusal devletler karşı karşıya getirildikleri için, geçen dönemden gelen tekelci şirketler küreselleşerek öne çıkmakta ve şirketlerin holdingleşmesiyle birlikte de alt kimlikli holding gruplarının şirket patronlarının çıkarları doğrultusunda devlet bürokrasisinin önde gelen yöneticileri haline gelmektedirler. Daha önceleri ideoloji ve siyasal programlar ile yönetilen partilerin yerini, yeni dönemde mezhep ve tarikat şeyhlerinin talimatlarıyla yönetilen cemaatçi çizgideki örgütlü yapılanmalar almıştır.
Siyasal partilerin önünün tarikatlar ve cemaatler aracılığı ile kesilmesi üzerine partiler ile birlikte meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, büyük dernekler ve vakıflar sahip oldukları eski konumlarından uzaklaştırılarak ortaçağ benzeri bir dini bir yapılanmaya doğru yönlendirildikleri yeni aşamada, çağdaş dünyanın insan hakları teorileri doğrultusunda demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasal partiler ve onların dışındaki paralel gelişmeler ile toplumsal gereksinmelerin gösterdiği çizgilerde çalışmalar yapması gereken sivil toplum kuruluşları gibi takdim edilmeye başlanmışlardır. Son zamanlarda Türkiye’de meslek kuruluşları ile birlikte demokratik kitle örgütleri giderek güçlerini ellerinden kaçırdıkları noktada, bunlar ortadan kalkmakta olan sivil toplum kuruluşlarına benzer bir biçimde yeni bir tanımlanma ile kimlikleştirmeye doğru yönlendirilirken, devlet bakanlıklarının belirli mezhep ya da cemaatler ile imzalanmakta olan protokollere göre resmi eğitim ve kültür çalışmaları yapılacağı kürsülerden dile getirilerek, yeni ortaçağ sürecinin küresel şirketler tarafından yeni ortakları olan mezhepçi tarikatlara doğru yönlendirileceği, resmi otoriteye temsil eden siyasal iktidarın bakanları ve yüksek bürokratları tarafından dile getirilmiştir. Daha önceleri meclis başkanlığı yapmış bir eski hukukçunun benzeri gelişmeleri kürsüden açıkça söylemesiyle başlayan bu tür tartışmaların yeni dönemde devam ettirilerek, açıktan bir hesaplaşmaya yönlendirileceği son dönemlerdeki gelişmeler üzerinden anlaşılmaktadır. Siyasetin yasaklandığı ve demokratik kitle örgütlerinin sınırlandırıldığı bir siyasal süreç içinde, orta çağ örgütleri ile yeni ve yakın çağ örgütlerinin birbiri ile karıştırıldığı görülmektedir. Partiler ile birlikte sivil toplum kuruluşlarının bulunmadığı eski orta çağ döneminde var olan şehir devletlerinin, bir papaz ve de bir de derebeyinin görev almasıyla yönetildiği küçük devlet modeli olarak belirlenirken, yeni dönemde eski şehir devletlerinin zorla gündeme getirilmeleri rastlantı değildir. Bunlar orta çağ dönemine geri dönüşün açık göstergeleridir.
Yeni dönemde siyasal partiler ve sivil toplum kuruluşlarının siyasal alanda geride bırakıldığı yeni bir aşamaya doğru politik gelişmeler ilerlemektedir. Yeni bir döneme girerken var olan sosyal yapıların partilerin ve de sivil toplum kuruluşlarının yerlerini her alanda toplumun içinden çıkmış olan dernekler, örgütler, vakıflar, kooperatifler ile ekonomik birlikler gibi diğer tüzel kişiler, içinde bulundukları devletlerin, toplumların ve de kişilerin var olan kazanılmış haklarını savunmak durumundadırlar. Bunun için bütün tüzel kişilerin hukuksal temeli olan oraya çıkışlarını ülkedeki yönetim ve muhalefet dengeleri açısından düşünerek, çağdaş uygar devletlere benzer bir biçimde yeni bir siyasal düzene konulmalıdır. Emperyalizme karşı çıkarak, direnerek ve bir bağımsızlık savaşı vererek dünya siyaset sahnesine çıkmış olan Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti bugünün koşullarında sahip olduğu konumunu, geçmişten gelen hak ve ödevlerini iyi bilmek ve bu doğrultuda kurucu iradeden gelen ulus devlet modelini iyi savunmak ve bu doğrultuda eski Kuvayı Milliye’den gelen ulusal güç düzenini koruyarak ve de her türlü saldırı ve savaş girişimlerine karşı çıkarak kazanılmış hakların korunmasını çağdaş hukuk düzenlerinde olduğu gibi, savunarak yoluna devam etmek zorundadır. Çağımızın devlet modeli olarak ulus devletlerin kendi varlıklarına saldıran emperyalist güçlerin ekonomik ve siyasal saldırılarına karşı siyasal partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının yetersiz kaldığı aşamalarda, ulusal toplumun gerektiği gibi temsil edilebilmesi için diğer alanlardaki ulusal toplum örgütlerinin hızla devreye sokulmaları gerekmektedir. Bu açıdan ulusal kurtuluş savaşı sırasında Türk ulusunun göstermiş olduğu ulusal örgütlenme oluşumu benzeri bir çizgide, kurtuluş savaşının devamı biçiminde bir yeni milli duruş ve savunma mekanizmasının ulusal çizgideki milli kuruluşlar tarafından örgütlenmeleri gerekmektedir. İmparatorluğun çöküşü üzerine bir ulus devlet kurmak üzere yola çıkan Türk ulusunun ilk Kuvayı Milliye adımlarını atan, ülkedeki Hemşeri derneklerinin ortaya çıkışları bugün her zamanki durumdan daha fazla önem kazanmaktadır. Bir il ya da ilçede yaşamakta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bugünkü emperyalist saldırıya karşı tıpkı Kuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi karşı çıkarak ve birleşerek tepki göstermeleri zorunludur Bu açıdan Hemşeri derneklerinin Türk toplumunun siyaset ötesinde kalan kısmı ile birlikte ortak hareket ederek küresel şirketlerin saldırılarına karşı ulus devletin egemenliğini savunmaları gerekmektedir.
Hemşeri dernekleri ulusal kurtuluş savaşının kazanılmasını sağlayan Müdafa-i Hukuk ya da Müdafa-i Milliye örgütlenmesinin kurtuluş savaşı sırasında çekirdek örgütleri olmuştur. Bugün de 81 Vilayetin temsilcilerinin kurmuş oldukları il, ilçe ve vilayet dernekleriyle birlikte Hemşeri dernekleri yeniden önem kazandıkları için, tıpkı ulusal kurtuluş döneminde olduğu gibi bir ulusal var oluş hareketini örgütlemeleri gerekmektedir. Bugün dış baskılar ile önü kesilen partiler ve sivil toplum kuruluşlarının yetersiz kalmasına neden olan tüm sorunların çözülebilmesi için, Müdafa-i Hukuk çizgisinde oluşacak bir Hemşeri devletleri örgütlenmesiyle sonuç alınabilecektir. Aynı şehirlerde oturan ve yaşamını sürdüren Hemşeri dernekleri üyeleri birer Türk vatandaşı olarak öne çıkmalarıyla birlikte, siyasal alanda eksik kalan direnme, tepki gösterme ve de ulusal çıkarların korunması çizgisindeki Hemşeri derneklerinin bir araya gelerek, bugün Avrupa Birliği desteği ile şehir devletleri aracılığı ile bölünmek istenen Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin varlığını ve sonsuza kadar geleceğini savunmak durumundadırlar. Partiler ve sivil toplum kuruluşlarının bu çizgide her türlü emperyalist saldırıya karşı çıkmaları, cumhuriyetin sonsuza kadar yaşatılabilmesi için zorunludur. Türkiye’deki siyasal partilerin Büyük Orta Doğu, Büyük Yakın Doğu, Büyük Avrupa ya da Büyük İsrail gibi merkezi bölge kontrolü için geliştirilen emperyal ve Siyonist politikalara karşı çıkmayarak pasif davranmaları yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti neredeyse yarı sömürge bir devlet konumuna sürüklenmiştir. Türk devletinin yüz yıl önce de batıdan gelerek Türkiye’yi işgal etmeye yönelen emperyalizmin ordularına karşı çıkarak ve savaşarak, tüm yabancı orduları Akdeniz’e dökmesi gibi benzeri bir büyük ulusal refleksin Türk devleti ve milletinin, Hemşeri derneklerinin öncülüğünde ve milli kuruluşlar ile bağımsız kurumların desteğinde ortaya konacak ikinci bir ulusal kurtuluş mücadelesi olarak devreye sokulması gerekmektedir.
Yazının devamı için tıklayınız