İnsanlık tarihinin son on bin yılına bakıldığı zaman, dönemsel değişimlerin hepsinin geçmiş dönemin içinde gerçekleşen yeniliklerin yaşam düzenlerine yansımalarıyla sonuç yarattığı açıktır. Bir önceki dönemde ortaya çıkan çalışmaların yarattığı toplumsal değişimler zamanla siyasal alana yansıyarak yeniliklere doğru sosyal toplulukları yönlendirirken, insanlığın geçmişten bugüne uzanan kesintisiz bir devamlılık çizgisi ortaya koyduğu görülmektedir. İlkel dönemler ele alınarak incelendiği zaman böylesine bir dönüşüm çizgisinin geleceğe doğru daha katı ve güçlü bir biçimde öne çıkarak siyasal toplumların biçimlenmelerinde rol oynamışlardır. Farklı dönemlerde gündeme gelen farklı yansımalar, zaman içerisinde geçen bütünlüklü oluşumlarda, tez ve anti tez etkileri ortaya çıkararak geleceğin koşullarında bir büyük oluşumu insanlığa armağan edebilmektedir. İnsanlık tarihinde bazı önemli dönüşümler ciddi bir biçimde incelendiğinde, arkalarında bu tür süreklilik arz eden bir sosyal ve politik oluşumlara giden yollar ya da toplumsal kaynaklar görülebilmektedir. Bu tür bir toplumsal bir süreci görebilen siyaset adamları bazen bu gibi konuları demeçlerinin içinde dile getirmekte, bazan de ayrı toplantılar düzenleyerek daha fazla etkinliğe erişme doğrultusunda geleceğe dönük arayışlar içine girebilmektedirler. Bütün bu tür etkinlik arayışları sırasında siyasetçiler daha fazla etkinlik gücü peşinde koşarken, kendi çıkarları doğrultusunda bazen küçük olayları büyüterek, bazen da tamamen tersi bir çizgide büyük olayları küçülterek, kamuoyuna yansıtmaya dikkat ederler. Siyaset adamlarının olayları ve gelişmeleri sürekli olarak kendi çıkarları çizgisinde ele alınmalarını gerektirirken, büyütme ve küçültme operasyonlarına yönelik oynama girişimlerini her an görmek mümkündür. Siyasetçiler için fırsat fırsattır ve hiçbir biçimde fırsatlar kaçırılmadan değerlendirilirse, siyasal rekabet düzeni içinde sonuç alınarak siyasal rakipler devre dışı bırakılabilirler. Dünya ile devlet ile ya da toplum ile genel kriterler açısından bir değerlendirme bazen siyasal çıkarlar açısından değerlendirmelere konu yapılabilir. Dünyanın geleceğinin değerlendirme altına alındığı bir söylem de bütün dünyanın değişeceği ve bunun önlenemeyeceği ama böylesine bir yok oluş süreci içinde Türkiye’nin devlet olarak değişmeden varlığını sürdüreceğini söylemek, büyük bir çelişki olarak öne çıkmaktadır.
Yirminci yüzyılın tamamlanmasıyla dünya yirmi birinci yüzyıla girerken, yenidünya düzeni arayışlarının fazlasıyla artarak dünyanın önüne genel anlamda bir gündem olarak çıkmaktadır. Bu çizgide dünya dönmeye devam ederken diyalektik materyalizmin ortaya koyduğu gibi geçmiş ve geleceğin karşı karşıya geldiği bir sürecin tam ortasında, geçmişten gelen devlet modelleri ile bunlara karşı çıkan ve ters anlamda öne çıkmaya başlayan yeni devlet modellerinin dünya kamuoyu önünde tartışılmaya başlandığı görülmektedir. Aklını yeni yapılanmaya takan eski siyasetçilerin geçmişten gelen eski devlet modelleri karşısında şaşkınlığa sürüklendikleri açıkça görülmektedir. Bazen var olan bir devletin geleceği konuşulurken, doğal bir refleks tepkisi altında hareket edilerek küçümseyen bir tutum ile değerlendirme yapılabilmektedir. Küçümseme gibi bir distopik tutumun tersi bir çizgide sanki bir ütopya görüyormuş gibi, hayal aleminden gelen bir yaklaşım çerçevesinde de var olan koşulların ötesine giderek büyümseme gibi olmayan bir yaklaşımı, ya da küçük unsurların aşırı büyütülmesiyle ütopik bir dünyanın içinde kendini çok parlak bir geleceğin içinde varsaymak çok ileri gitmek açısından gerçeklere ters düşen aykırı değerlendirmeler olarak da gündeme gelebilir. Modern edebiyatın ana konuları içinde giderek öne çıkan olumlu bir yapılanma olarak ütopik ya da tersi bir çizgide olumsuzluğu gösteren distopik yaklaşımlar, ülkelerin, devletlerin ve de milletlerin geleceğini değerlendirmek açısından dikkate alınması gereken yöntemler olarak devreye sokulabilmektedir. Bu makaledeki konu açısından genel bir bakış açısı ile bir değerlendirme yapılırken, ütopik ve distopik bakış açılarını bir bütünlük çerçevesinde ele alarak değerlendirmek, sosyal bilimler açısından daha çok bilimselliği dayanak noktası olarak ele almak olacağından, bilimsel tutumun daha kalıcı destek çıkışı sağlayacağı öne sürülebilir. Bu durumda her şeyin yok olacağı distopik ama bu olumsuz duruma karşılık, Türkiye’nin ayakta kalarak değişmeyeceğini ileri sürmek ise distopya ortamında ütopik bir yaklaşımın sonucu olarak öne çıkacaktır.
Bugün dünyanın geldiği yer açısından konuya yaklaşıldığı zaman geçmiş dönemlerden çok farklı bir durumun ortaya çıktığı görülmektedir. Eskiden devletlerarası bir uluslararası düzen varken, şimdi böyle bir düzenin yerine şirketlerin, uluslararası kuruluşların ve çeşitli alanlarda kurulmuş olan vakıfların oluşturdukları yeni bir uluslararası düzenin geçerlilik kazandığı göze çarpmaktadır. Eskiden devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda devletlerarası çekişmeler dünya kamuoyunda karışıklık, çekişme ve çatışmalara yol açarken, bugün gelinen aşamada uluslararası düzenin yeni aktörleri olarak evrensel kuruluşlar, küresel şirketler ve belirli alanların her ülkede örgütlenmesinden meydana gelen vakıflar da öne geçerek, kendi alanlarında hegemon olabilmektedirler. Evrensel bir barış ütopyası peşinde bir araya gelerek koşanlar, tek dünya devleti oluşmasıyla beş büyük kıtada uluslararası bir barış düzenine sahip olabileceklerine inanırlarken, Dünya barışı her zaman için barış ütopyası peşinde koşan devletler ve kuruluşların dayanışmalarıyla devreye girerken, insanlık için kalıcı ve sürekli bir dünya barışı aramak, her zaman için siyasal gündemdeki ana sorunlardan birisi olmuştur. Dünyanın ve devletlerin geleceği bir bütünlük içinde değerlendirilirken, ütopya ve distopya kavramları açısından yaklaşım birlikteliği gerçekleştirilebilir. Devletler, şirketler, vakıflar, uzman dernekler ve uluslararası kuruluşlar kendi alanlarında çalışmalar yaparak dünya barışına katkı sağlamaktadırlar. Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde küresel barış ortamı gerçekleştirilirken, dünya barışı ütopyası hayalleri öne çıkmaktadır. Ne var ki, konu olumlu yönleriyle sorun olmaktan çıkartılırken, konunun sorunsallık boyutu da distopik bakış açısı ile dünya savaşını kışkırtan silah şirketleri, tekelci küresel şirketler, savaş isteyen emperyalist devletler, mafya örgütleri, terör örgütleri ve bağlantılı oldukları diğer kuruluşlar ile dünya barışını distopik açılardan tehdit eden her türlü hukuk dışı suç ve yeraltı örgütleri de, karşı cepheyi barış karşıtı bir çizgide hukuku ortadan kaldıran, insanların yaşama hakkına saldırarak yaşamlarına son veren, bütün distopik karşı çıkışları örgütleyen bir savaş cephesi, bütün insanlığın ve insan haklarının yok edicisi olarak siyasal alanda öne çıkarak etkili olmaktadır. Son olarak insan hakları yerine robot haklarını savunan küreselci kuruluşlar da insanlığı yok etmekte olan teknolojik emperyalizm cephesine katılmaktadırlar.
Devlet aklı kavramı son yıllarda ön plana çıkarken, her devletin varlığı ve devamlılığı bu kavram üzerinden ele alınarak tartışılmaktadır. Bütün devletlerin sahip oldukları koşullar ve özellikler birbirlerinden çok farklı oldukları için, her devlet ya da buna benzer bir mekanizma önce kendilerini ayakta tutacak ve daha sonra da devamlılık sağlayarak devleti geleceğe dönük bir devamlılık içinde güvence altına alacak bir yapılanmanın örgütlenmesi gerekmektedir. Kendini bilen her devlet sahip olduğu koşullar ve kendi siyasal modelini esas alarak bunu koruyan bir çizgide, devletlerarası ilişkilere yöneldiği için, bütün devletlerarasında ciddi bir çekişme, savaşlara kadar ilerleyen bir yolda insanların önüne çıkmaktadır. Her devletin geleceği konusunda devletler öncelikle kendi akıllarını koruyarak hareket etmek zorundadırlar. Devletlerin bütünüyle ortadan kalkması ya da yepyeni bir dünya düzenin de her şeyin yok olması ile bir devletin ya da ülkenin bu duruma karşı çıkarak var olabilmesi, aynı çizgide ele alınarak değerlendirme konusu yapılamaz. Yok olmanın koşulları ile var olmanın koşulları aynı anda benzer değerlerin korunması açısından yeterince etkili olamayabilir. Ne var ki, birbirinden farklı yapılanmaların ya da koşulların değerlendirilmesi sırasında var olan farklı koşullar ya da özellikler, rekabet düzeni içinde ele alınarak değerlendirilebilir. Hiçbir devletin aklı yok olmayı ya da tasfiye olmayı kabul eden bir çizgide dile getirilemez. Karşılıklı hareket halinde ya da bu duruma benzer bir biçimde devletlerarası ya da milletler arası ilişkiler ele alınarak her yaşanan olay ya da gelişmeler zinciri içinde, ülke ve dünya temaslarının güvenlik içinde sürdürülebilmesi ana esastır. Bir yön gösterici kavram olarak devlet aklı kavramı bu açıdan devletlerin varlığı ve yokluğu açısından temel olarak ele alınması gereken bir yapı taşıdır ve hiçbir biçimde görmezlikten gelinemeyecek bir devlet temelidir. Modern çağın gerekleri doğrultusunda ele alınarak kullanılacak devlet aklı kavramı en sonunda bütün devletlerin sığınacağı temel kavram olarak etkinliğini sürdürmektedir. Devletin aklında tutması gereken bütün bilgi birikiminin, geçmişten gelen bütün ağırlığı ile korunması her aşamada devlet aklının yönlendirici bir görevi olarak öne çıkmaktadır.
Devlet aklının var olduğu ve etkili bir biçimde kullanıldığı gelişmiş ülkelerde, devletlerin siyasal bir kamu düzeni ile var olabilmeleri ya da yaşanan olumsuz süreçler içinde yok olabilmeleri, ancak devlet aklı ile çözüme kavuşturulabilecek temel bir sorundur. Devlet aklı çalışmalarında her siyasal örgütlenmenin koşulları ve boyutları dikkatle ele alınarak varlık ve yokluk tartışmalarına son verilmeli ve durum tespiti yapıldıktan sonra da her türlü olumsuz yaklaşımlar bertaraf edilerek gene devletin varlığı konusu kesin karara bağlanarak kalıcı bir çözüm üretilmelidir. Küresel emperyalizmin bütün dünyaya egemen olabilmesi güçlü ulus devletleri ortadan kaldıramayacak aksine bunların zaman içinde daha da güçlü bir biçimde var olabilmelerini sağlayacaktır. Bir devletin varlığı ve yokluğu sorunu bütünüyle devlet aklı kavramının kullanılmasına ve bu kavram doğrultusunda kalıcı önlemlerin alınmasına bağlı görünmektedir. Küresel düzeyde bir yenidünya düzeni kurmaya kalkışanların eskiyi yok etme noktasında ulus devletleri ortadan kaldırmalarına hiçbir ulus ya da ulusal toplum rıza göstermeyecektir. Dini kullanarak ulusları dinci oluşumlar içinde yok edilmesini de hiçbir ulusal yapı kabul etmeyecektir. Devlet aklı devletlerin kendilerine yönelik saldırı ve tehditlere karşı kendilerini koruyacakları, yaşanan olaylar sürecinde kesinleşmiştir. Son yıllarda ulusların kendisini her açıdan koruyacağını, giderek tersine dönen siyasal gelişmeler de açıkça ortaya koymaktadır. Her devlet kendi savunmasıyla ayakta kaldıktan sonra diğer devletlerle iyi ilişkiler kurarak geleceğe dönük kalıcı olabilmenin ve zaman içinde hiçbir biçimde yok olmaya izin vermeyecek bir kurumlaşma olgusunun gerçekleştirilmesine gidecek yolları, bütün devlet yönetimlerinin önüne getirmektedir. Devlet aklı kavramına dayanarak geliştirilecek bütün hukuk yolları, hem hukuk devletinin ayakta kalmasını sağlayacak hem de hukuk alanının kurumlaşması gibi yepyeni bir çağdaş gelişmeyi insanlığın önüne yeni bir çıkış yolu olarak getirebilecektir. İnsanlık yeni dönemde hem toplu yok olmaya hem de bireysel ya da kitlesel saldırılara karşı çıkmaya devam ederek, hukuk düzeninin güçlenmesine çaba göstermeye devam edecektir.