Anadolu'da 1960 yıllarının ortasındayız.
Sivas ilinin Hafik ilçesinin Karayün nahiyesinde yaşıyoruz. Karayün Köyden biraz büyük bir kasaba olduğu için merkez köy olarak seçilmeyi hak etmişti. Vilayete ulaşımı en sağlıklı olan bir konumdaydı. Tüm köylü birbirini tanıyor. Yazın ekimini yaptıkları ürünlerinin hasadını bitirmişler zorlu geçecek kışa hazırlanıyorlardı. Almanya’dan gelen akrabalar sünnet, düğün ve inşaatlarını tamamlayıp göçmen kuşlar gibi yabancı marka lüks arabalarıyla geri dönüyorlardı.
Babam, bu kasabanın karakol komutanlığı görevini sürdürüyordu.
Yirmi kadar köy ve mezrada bu merkez karakola bağlı olduğundan; askere çağırma, kız kaçırma, tarla olayları ve bazı küçük suçlar dışında karakola fazla iş düşmüyordu. Halk doğa şartları dışında sıkıntısız bir dönem geçiriyordu.
Her evin duvarında, İran ve uzak doğudan getirilen duvar halıları takılıyordu. Bu duvar halıları o zamanların plazmaları gibiydiler. Saraydan kız kaçırma, Orman ve geyik ailesi, Kahveci Güzeli ve Fala Bakan Kızlar adlı halılar en gözde olanlarıydı. Ayrıca büyük konaklar ve köy odalarında ki Atatürk resimlerinin yanında muhakkak birkaç tane İstanbul içerikli resim bulunurdu. Herkes gibi ben de İstanbul’u görme, Galata köprüsünde yürüme merakı o yıllardan kalmıştır.
Deniz deyince aklımıza İstanbul ve boğaz gelirdi. Almancılar gelirken yanlarında birçok hediyeler ile birlikte makine kilimleri de getirmişler ve akrabalarına hediye olarak vermişlerdi. Bu kilimler moda haline gelmişti.
Köyde talep artınca Sivas’ta yaşayan ve uzun süre önce bu köyden göç etmiş olan bir köylü akrabalarının boş evlerinden birine gelip yerleşti. Buraya bir büyük el ile işleyen kilim dokuma tezgâhı açtı. Eski olan ne kadar giysi varsa günler önceden aile bireylerinin ve komşuların yardımlarıyla imece usulü makaslarla kesilip yumak haline getirilip biriktiriliyordu. Yeteri kadar malzeme toplandıktan sonra Kilim Fabrikası taşınıp bir an önce üretim için sıradaki yeri alınıyordu.
Günler sonrasına tarih verilmesi bile sırayı azaltmıyordu. Kilim tezgâhının kapasitesi sınırlı olduğundan işletmecinin nazlanmasına ses çıkartılmıyordu. Hepimiz verdiğimiz malzemelerin kilim olarak üretilmesini dört gözle bekliyorduk..
Babamın pozisyonundan dolayı biraz bizim kumaşların kilim olmalarına öncelik sağlanıyordu. İlk kilimlerimiz eve yolanmış evimizin döşemesinde yerlerini almıştı. Bu çaput çullara babam önceleri sesini çıkarmamıştı. Ne zaman, yeni alınan giysi ve çamaşırlarda kullanım ömürleri dolmadan kesilmiş ve kilim olmaya başlamıştı kızmaya başladı. Kilim olayına el koydu. Bazı köylülerin karakola gelerek ‘’Kilim Fabrikasından ‘’şikâyetçi olması da babamın başını ağrıtmaya başlamıştı. Bizim evde yasaktan dolayı kesim işleri gündüz ve gizli olarak gerçekleştiriliyordu. Annem, kilim adedimiz birkaç ay sonra seksenin üzerine çıkarmış ama üzerimizde ki giysilerimiz dışında eski yeni ne varsa kilime dönüştürmüştü.
Kilim adedi köyde zenginlikle eş değer görülmeye başlamıştı. Bazen kilimler serilince içindeki çizgi ve renklerden kimin kazağı, kimin hırkası, kimin pantolonu o kısma denk gelmişse o kilim onun odasına serilmesi için öncelikli tercih nedeni oluyordu.
Günler böylece geçerken bir gün babam eve erken gelerek Celallı adlı başka bir karakola atandığımızı ve yirmi dört saat içinde göreve başlaması gerektiğini bize söyledi. Evimizde sınırlı sahip olduğumuz eşyalar hızlı bir şekilde tutulan bir traktörün römorkuna yüklendi. Titizlikle sakladığımız kilimlerimizde taşıma sırasında römorktaki yerini almış oldu. Mevsim kış ve kar sabahtan hafifçe yağmasını, akşama doğru artırmış, ilerlediğimiz dar ve kısıtlı olan yolda, kar altında kalmıştı. Traktörün birkaç saat arızası ve tamiri derken gece yarısı pusalı olamayan bir gemi gibi ortada kalmıştık. Annem, ben ve kardeşlerim battaniye ve kilimlere sarılıp eksi otuzlarda hayatta kalmaya donmamaya çalışıyorduk. Bir ara bulutlardan dolayı kaybolan ay yüzünden traktör gece yarısı yoldan çıkmış ve çamura saplanmıştı. Kar olabildiğince gece boyunca yağmaya devam etti. Tekerlekler yerinde döndüğünden ötürü hareket edemiyorduk. Biz mi yoldan çıktık yoksa yol mu bizden çıktı artık kestiremiyordum. Beyazlık ve keskin soğuk ve lapa lapa yağan kar gece yarısı esen güçlü rüzgârla etrafımızda dans ediyorlardı. Zorda olsa, bulunan dal parçaları da tekerleklerin altında yetersiz gelince, babam yanımıza gelerek durumu bize anlattı. Kilimlere kızdığından dolayı bizden özür dileyerek rahmetli annemden onları büyük bir kısmını tekerlere sarmak için ödünç istedi. Hayatımız kilimlere bağlı kalmıştı.
İlk seçilen kilimler kurban edilmiş diğer kilimlere beklenen görev verilmişti. Kilimlerin hepsi parçalanmış ama çamurdan kurtularak sabaha doğru Cellalı kasabasına yarı donmuş olarak ulaştık. Köylülerin çabasıyla arta kalan eşyalarımız indirilmiş sıcak bir oda ve çorbaya kavuşmuştuk. Sonradan yeni kilimlerimiz için makaslarımız çok çalıştı. Ama hiç biri o kahraman kilimlerimiz gibi anılarımızı taşımadı.
Yıllar sonra her birimizin evinin bir köşesinde o geceden kalma kilimleri hepimiz bir kutsal anı gibi saklıyoruz. Onlar bizlerin anılarında "hayat kurtaran kilimler" olarak yerlerini aldılar. Daha sonra hepimizin çok eşyaları oldu. ama hiçbir eşya o kilimler kadar önemli olmadılar.
Anadolu ve bizler, devlet memuru çocukları hep bu ülkeye hizmet vermek için itiraz etmeksizin her köşesine ailelerimizle savrulduk.. Her yöresine hizmet verdik. Her bölgesinde bir parçamız ve anımız kaldı.. Bazen okullarımızı, bazen adaşlıklarımızı bazen de aşklarımızı bir endemik bitki gibi oralarda bir yerlere dikmek zorunda kaldık.
Tüm devlet memurları ve ailelerine, onların çocuklarına; geçmişi unutmadan saygı ve sevgilerimle selamlıyor; gelecek için ülkemize sağlık ve başarılı yarınlar diliyorum. Tüm ülke gençlerinin hayata pozitif destek vermelerini arzuluyorum.
10.08.2017