Bursa Arena E'Gazete
2024-07-23 11:30:08

Halkı Tekrar Kazanmak -1-

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

23 Temmuz 2024, 11:30

Yaz aylarına giriş ile birlikte uluslararası alanda önemli ve büyük toplantılar ile genel seçimler birbiri ardı sıra gündeme geldiler. Özellikle doğu ve batı bloklarının içinde yer alan büyük devletler, bu aşamada ülke genelinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere doğru adımlar attılar. Büyük devletlerde siyasal alanı düzenleyen seçimlerin sonuçları tam anlamıyla büyük bir değişiklik olarak gündeme geldiğinde, var olan siyasal düzenleri alt üst ederek devletleri tavır almaya doğru sürüklerken, aynı devletlerin böylesine bir dönem içinde uluslararası genel kurul ve kongreler düzenleyerek, bütün dünya için bir alternatif düzen getirebilecek yeni yaklaşımların, uluslararası genel kurulların gündem maddeleri içinde gündeme getirildiği göze çarpıyordu. Siyasal değişiklikler kongreler aracılığı ile öne çıkarılırken, uluslararası alanda öne çıkarılan bölgesel ve kıtasal çizgideki yeni arayışlar, giderek daha adil, daha eşitlikçi ve barışçı politikalara doğru bütün devletlerin yönetimlerinde, değişik yönelimlerin güncelleşerek tartışma konusu haline geldikleri görülmüştür. Siyasal alanda böylesine çok yönlü hareketlilikler birbirini izlerken, böylesine çok yönlü dönüşüm programlarında yer alan bütün devletler içinde bulundukları küresel organizasyonlar aracılığı ile gelmekte olan yenidünya düzeni oluşumları içinde birbiri ardı sıra bağımlılık ilişkilerine giren yeni yapılanmalarda, eski düzenlerinden uzaklaştırılmış ama daha tam olarak da geçmişin uzantılarından gelen yepyeni oluşumların, birbirlerini tetikleyerek öne doğru geçtikleri ortaya çıkmıştır. Her devlet ya da her yönetim böylesine bir süreç içinde hem geçmişten gelen yapılanmaları hem de geleceğin dünyasında en iyi yerlerde bulunma çabalarının ortak yönlenmesinde yapılmakta olan çalışmaların devreye girdikleri anlaşılmaktadır.

Son zamanlarda eski dünya düzeninin geride kalması üzerine yenilik arayışları hem bilim dünyasında hem de siyaset sahnesinde birbirini izlemiştir. Devletler ve hükümetler kendi ülkelerini el altında tutarak beklenmedik gelişmelere karşı çıkışlar yapmışlardır. Yer küre yenidünya düzeni arayışları içinde yuvarlanıp giderken, artan nüfus ve çevre kirlenmesi gibi yeni dev sorunlarla insanlık uğraşmaya başlamış ve bu doğrultuda uluslararası toplantılar düzenlenerek, ülke siyasetleri yeni ortaya çıkan bilimsel veriler aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır. Siyasal alanın giderek değişim trendlerine doğru yönlendirilmesi üzerine, benzeri çizgide yeni gelişmeler daha sonraki aşamada ekonomi üzerinden gündeme gelmiş ve bu doğrultuda siyaset ve ekonomik ilişkiler ağı eskisinden çok daha farklı bir gelişme sürecinden sonra, gelecek yüzyıllara uyum sağlayacak atılımların birbiri ardı sıra yola girdikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. İki büyük dünya savaşı sonrasında eski düzenden yeni düzene doğru geçişler başlamıştır. Artan nüfusun gereksinmeleri karşılanmaya çalışılırken, birbirini takip eden bazı küresel ekonomi konferansları da birbiriyle bağlantılı bir çizgide son yıllarda giderek karmaşık bir hal alan insanlığın içine sürüklendiği böylesine içinden çıkılmaz bir çıkmazdan çıkış durumu yaratılmaya çalışılmıştır. Seksen yıllık bir sosyalist deneyimden sonra insanlık kapitalizm ile baş başa kalmış ama ne var ki geçmişten gelen deneyler ve birikimlerin yeni dönemi açacak yönde gelişmeler göstermemesi nedeniyle, beklenmeyen birçok gelişme sonraki aşamalarda olumsuz sonuçlar vermişlerdir.

Avrupa Birliği örgütünün öncülüğünde (yeni ekonomik düzen için forum) başlığı altında, dünya ülkelerinin birbirleriyle rekabet etmeleri gerekirken, yarışa katılamaz bir olumsuz durumla ekonomik krizlerden kurtulmaya çaba gösteren önde gelen bazı büyük ülkeler, devletçi bir yaklaşımı benimseyerek, işleri yoluna koymaya çaba gösterirken, diğer Avrupa ülkeleri bazı büyük devletler ve şirketler ile çok yönlü ilişkilere dayanarak, uluslararası yönlendirmelerin dışında daha iyi bir konuma gelebilmenin arayışı içinde de olmuşlardır. Avrupa ya da Amerika gibi kıtasal devletler sahip oldukları bilim, eğitim ve araştırma kuruluşları aracılığı ile her türlü siyasal, ekonomik ve bilimsel konu ve sorunlara çözüm aramak için gerekli olan adımları attıkları gibi giderek güncel hayatın içinde öne çıkan çıkmazlara da çıkış aramaya devam etmektedirler. Bu yılın önde gelen ana sorunu olarak ekonomik krizin yansımaları öne çıktıkça, sorunlara çözüm arayışları da birbiri ardı sıra gündeme gelmektedir. Ulaşım hizmetlerinin teknik anlamda çok gelişmesiyle kısalan yollar, aynı zamanda ülkelerin giderek yakınlaşması aracılığı ile de ekonomik ve siyasal entegrasyona doğru gitmekte ve aynı zamanda gelecekte tek bir dünya devleti yapılanmasını öne çıkarmaktadır. Dünya tarihinin başlangıcından bu yana emperyalist güçler ve büyük devletler, kendilerinin merkezinde yer aldıkları tek bir dünya devleti oluşumunu her zaman için istemişler ve bu amaca ulaşmak her türlü yakınlaşma ya da bütünleşme gibi yolları denemişlerdir.

Yaz döneminin başlarında gündeme gelen ekonomik sıkıntıların ciddi bir küresel çıkmaza doğru dünyayı sürüklediği görülürken, Avrupa Birliğinin merkezi devleti olan Almanya’nın başkenti olan Berlin şehrinden bir ses gelmiş ve tıpkı güvenlik kongreleri gibi bir ekonomi zirve toplantısı aracılığı ile yeni ekonomi için yeni bir forum örgütü oluşumuna gidilerek, halkı yeniden kazanabilmenin yolları en üst düzeyde araştırılarak kapitalist sistemin çıkmazlarının giderek ezdiği halk kitlelerinin harcanmaması ve giderek on milyarlık bir büyük nüfus yapılanmasına dönüşen küresel halkların çıkarları doğrultusunda adımlar atılmasına çalışılmıştır. Alman devletinin öncülüğünde yapılan bu toplantıya (HALKI YENİDEN KAZANMAK) adı verilerek, giderek kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi yüzünden, vatandaşlık bağları ile kendi ulus devletlerine bağlılık kazanmış olan halk kitlelerinin toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak devletler ile halkları ya da ulusal toplum yapılarını karşı karşıya getirme gibi bir büyük çıkmaz ile insanlık karşı karşıya getirilmiştir. Avrupa birliği gibi batı blokunun bir parçası olan kıtasal organizasyonun, dünya yeniden bir büyük küresel ekonomik bunalım aşamasına gelmesi dikkate alınarak, Berlin Bildirgesi adı verilen bir memorandum çağrısı, bütün dünya devletleri dikkate alınarak dünya kamuoyuna açıklanmıştır. Dünya kapitalist sisteminin ana merkezlerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin en büyük devleti tarafından örgütlenen BERLİN BİLDİRGESİ’nin, bütün dünya ülkelerine yönelik bir yaklaşım içinde diğer devletlerin temsilciler aracılığı paylaşılması da durumun ne kadar ciddi ve vahim olduğunu göstermektedir. Ekonomik çöküntünün önüne geçmek üzere harekete geçen Avrupa Birliği örgütü, bu doğrultuda (HALKI YENİDEN KAZANMAK) sloganı ile hareket ederek yeniden devletler ile halkları bir araya getirmektedir. Daha önceleri Washington Antlaşması ile bir hizada buluşan batı blokunun kapitalist devletlerinin bugün de BERLİN BİLDİRGESİ’ni imzalayarak insanlığın önüne çıkmaları, her açıdan olumlu bir yaklaşım olarak ortaya yeni bir alternatif getirmektedir. İlk kez batı dünyasından bir ses halkın yeniden kazanılmasını dile getirerek dünya kamuoyunu uyarmaktadır.

Almanya merkezli Bern Bildirgesi diğer ekonomik kuruluşların ötesine giderek uluslararası alanda çalışan kuruluşları değil ama doğrudan halk kitlelerini muhatap alarak son yıllarda giderek yoksullaşan toplumsal tabanın harekete geçirilerek alt sınıfların gelir düzeyleriyle ekonomik seviyelerinin orta tabakalar ile eşit bir düzeye getirilmesi düşünülmüştür. Yarım yüzyılı aşkın bir zaman dilimi öncesinde insanlık iki büyük cihan savaşı sonrasında, yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışırken ve düşük büyüme getiren yüksek enflasyonu önlemek için mücadele ederken, o dönemin özel koşullarında neo-liberal adı verilen on maddelik Washington Antlaşması kabul edilerek imzalanmıştı. Savaşlara açıkça karşı çıkıldığı o dönemde batı kapitalizmi daha rasyonel bir yeni düzene yönlendirilirken, ekonomik sorunların piyasalar üzerinden serbestlik anlayışı çerçevesinde çözüme kavuşturulması ayrı bir ortak rıza yaklaşımı olarak benimsendi. Giderek artan nüfusun ulus devletleri sarsması ve zamanla daha kritik bir geçiş dönemine zorlamasıyla birlikte, Washington Antlaşmasının ana ilkesi merkez bankasının bağımsız olması ve böylece ekonomik alandaki durgunluk olarak öne çıkan stagflasyon ile mücadele edilmesi ana ilke olarak kabul ediliyordu. Piyasa ile merkez bankalarının karşı karşıya getirilmesiyle birlikte serbest piyasa kontrolü altındaki batı ülkeleri, rekabetçi bir ulusal döviz kuru politikası izlemeye yönlendirilerek çoklu bir döviz kaosundan kurtarılmaya çalışılıyordu. Her durumda ulus devletlerin kendi ekonomilerine müdahale etme hakkının tanınmadığı Washington antlaşması rekabeti küreselleştirerek yepyeni küresel bir dünya düzeni getirmeye çalışıyordu. Özel sektörcülüğü sonuna kadar destekleyen ABD öncülüğündeki batı blokculuğu, devletleri özellikle kendi piyasalarını yönetmekten vazgeçirerek özgürlükçü bir serbest piyasacılığı bütün dünyaya yaymaya çaba gösteriyordu. Kamu açıklarının kapanması ve yabancı sermaye gelişinin desteklenmesi için alınması gereken önlemlere, öncelik verilen Washigton konsensüsü çerçevesinde kapitalist düzen değişen koşullarda güvence altına alınmaya çalışılıyordu. Kamu kaynaklarının toplumsal hizmetlere yönlendirilmesi, servetten daha çok gelir ve harcamaların vergilendirilmesi ile ekonomik durgunluktan uzaklaşılarak daha iyi ve halk kitlelerinin çıkarları doğrultusunda piyasa hareketliliğini öne çıkarıyordu.

Kamu kaynaklarının toplumun tabanına yönelik bir yeniden değerlendirme ile kullanılması, sosyal ilişkilerde rahatlama sağladığı gibi aynı zamanda ekonomik hareketlilik gerçekleştirerek ekonomik çarkların daha hızlı dönmesine de elverişli bir ortam yaratmıştır. Piyasa düzenleyici mevzuatın kaldırılması ve kamu açıklarının kapanması ile de devletler halklarına ekonomik destek vermesiyle, geçmişten gelen süreç içinde ekonomik durumları sınırlı olan çalışan halk kitleleri için daha fazla sosyal masraf ve yatırım öngören yaklaşımlar, halk kitlelerinin ekonomik durum ve sorunlarının rahatlatılmasına öncelik verildiği aşamalarda halk kitlelerinin yeniden vatandaş olarak devletin bağrına basılmasına giden yolu açmıştır. Batı ülkelerinde dayanılmaz hale gelen servet ve gelir dağılımı eşitsizliği ile küresel iklim değişikliğinin getirdiği toplumsal yıkımlar ve her kıta üzerinde öne çıkan siyasal ve bölgesel çatışmalar neo-liberal yaklaşımlar ile çözülemez bir düzeye geldiği aşamada, her devlet kollarını açarak kendi halk kitlelerini kucaklayarak bağrına basmak zorundadır, aksi takdirde kendi devletinin sistemi tarafından dışlanan milyonlarca insanın açlık ve işsizlik gibi iki olumsuz faktörün etkisi altında kalmaları kaçınılmaz bir olumsuzluk ortamı olacaktır. Böylesine olumsuz bir durumda koruyucu ve destekleyici müdahalelerle ekonomi canlanacaktır.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.