Aslında yazımın sonunda sormuş olduğum sorunun muhatabı değilsiniz ama okuyucular bu soruya ister "EVET" isterlerse de "HAYIR" cevabı verebilirler...
Gazi Mustafa Kemal, kendisinin bizzat yazmış olduğu "Nutuk" da Büyük Taarruzu anlatmaya şöyle başlıyor: "20/21 Ağustos 1922 gecesi 1. ve 2. Ordu Komutanlarını da Cephe Karargahına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanına o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi vb. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı. 24 Ağustos 1922'de karargahımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha naklettik.
26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 05.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı."
Taarruzun tasarlanmasında Miralay Reşad Bey’in 57. Tümeni’ne; Çiyiltepe, Kızıltaş, Kızlaryaylası adlı birbirinden sarp ve yüksek üç tepe düşmüştü. 57. Tümen bu tepeleri alacak ve böylelikle Mehmetçik ’in Akdeniz ’e ulaşacak en önemli engellerini ortadan kaldıracaktı. Ama kolay değildi tabii ki... Bu üç tepe düştükten sonra düşman tarafından ağır silahlarla donatılmıştı. İngiliz kurmay subayların görüşlerine göre bu tepelerin aşılması imkansızdı.
Sabah saat 5.30 'da başlayan taarruz ile birlikte topçular bütün ateşi bir tepeye yöneltmişti. Diğer iki tepe pek ateş almıyordu. Topçu desteği ve ateş üstünlüğü ile piyadeler birinci tepeyi hemen zapt etti. Fakat topçu ateşi desteği alınamayan tepeler dayanıyordu. Topçulara top mermisi oldukça güç şartlarda zorlukla yetiştiriliyordu.
Cephe Komutanlığı’ndan yazılı telefon alındı: “57. Tümen Komutanı Miralay Reşat Bey’e; umumi vaziyete tesir ediyorsunuz, harekâtınızın yavaşlığı bütün harekâtı geciktirmektedir.”
Başkomutan Mustafa Kemal, 1. Dünya Savaşı’ndan beri tanıdığı ve hep güvendiği Miralay Reşad Bey ’in iki tepeyi alacağına inanıyordu, ancak zaman da azalıyordu. Tepelerin alınması gecikiyor ve topların tepelere ulaşamaması düşmana dayanma gücü veriyordu.
Reşad Bey kıtalarının önünde hücuma kalkıyor, ilerliyordu. Ama bir türlü tepeleri ele geçiremiyordu. Kafası hep telefon yazısında idi; evet, Başkomutan haklıydı. Miralay Reşat Bey, Emir Subayı Refik Selimoğlu ile Başkomutan Mustafa Kemal 'e haber yolladı; yarım saate kadar emri yerine getirilecekti. Sözü sözdü.
Tepelerde dayanan 7. Yunan Tümeni’ne haddi bildirilecekti. Ardı ardına hücumlar yaptı... Yarım saat geçti… İki tepe alınamadı…
Miralay Reşat Bey şerefli bir askerdi. "Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam" diyerek beylik tabancasıyla hayatına son verdi. Ardından da bir veda yazısı bıraktı:
“Verdiğim sözü tutamadığımdan dolayı artık yaşayamazdım.”
Miralay Reşad Bey’in ölümünden kısa bir süre sonra Mehmetçik üç tepeyi de aldı ve tüm engelleri aştı; artık ilk hedefi Akdeniz’di…
Başarısızlığı kendine yediremeyip kendi canına kıyan Reşad Bey askerlik hayatı boyunca İstanbul 'daki evine sadece iki kez gidebilmişti. 1879 yılında İstanbul 'da doğmuştu. Babası Süleymaniye mutasarrıflığından emekli Ziya Paşa, annesi Şevkiye Hanım’dı. Babası, doğumunun ertesi senesinde hayatını kaybetmişti. 1893 yılında girdiği Harp Okulu 'nu 1896 yılında bitirerek ordunun farklı komuta kademelerinde görev yapmıştı. Balkan Savaşları 'na katılmış, Yanya savunmasında yaralanmış; bu görevdeki başarısından ötürü binbaşı rütbesine terfi ettirilmişti. 1915 yılında seferberliğin ilanından sonra Çanakkale Cephesi 'nde görevlendirilmişti. 1. Dünya Savaşı 'nda Çanakkale Cephesi 'nde olağanüstü kahramanlığı ile dikkatleri çektikten sonra 17. Alay Komutanlığı görevine getirilmişti. Bu görevdeyken Muş 'un Rus işgalinden kurtarılmasında da önemli rol oynamış ve 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 'nın takdirlerini kazanmıştı. Ayrıca 5. ve 4. rütbeden Mecidi Nişanı, Gümüş Muharebe, Liyakat, Tahsiliye, Alman ve Avusturya Harp, Demir Haç Nişanı ile taltif edilmişti. 53. Tümen Komutanlığı'na getirilerek Suriye Cephesi 'nde görevlendirilmişti. 1918 'de İngilizlere esir düşmüş, Aralık 1919 'da bir yıllık esaretten kurtulduktan sonra İstanbul İkinci Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi üyeliğine verildiyse de dilekçe verip Türk Kurtuluş Savaşı 'na katılmak üzere İnebolu üzerinden Ankara 'ya geçmişti. Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni (sonradan 21. Tümen) Komutanlığı 'na atanmıştı. Yarbay rütbesi ile 1. ve 2. İnönü ve Sakarya Muharebelerine katılmıştı. 1 Mart 1922 yılında Miralay rütbesine terfi etmiş ve 57. Tümen Komutanlığı görevine atanmıştı. Bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından, Büyük Taarruz 'un ikinci gününde, muharebenin kaderini etkileyecek en kritik mevkilerden olan Sincanlı Ovası 'ndan Dumlupınar 'a kadar tüm yolların önündeki en stratejik engel olan Çiğeltepe 'yi düşmandan temizlemesi emredilmişti. Ne var ki, bu tepenin önemini çok iyi bilen Yunan Başkomutanı General Nikolas Trikopis başarılı bir direniş göstermişti.
27 Ağustos 1922 sabahı Mustafa Kemal Paşa'ya telefonda kuşattıkları tepeyi yarım saat sonra alacaklarını bildirmesine rağmen bunu başaramayınca intihar ederek hayatına son vermişti. Çiğiltepe, Reşat Bey’in intiharından 45 dakika sonra düşmandan temizlenmişti.
Miralay Reşad Bey, Türk askerinin onuruna ne derece düşkün olduğunun ne ilk örneği ne de son örneği olmuştur… Bu Vatan, bu Millet, Miralay Reşad Bey gibi haysiyeti yüksek askerlerine minnettardır…
Şimdi gelelim meseleye...
Bizler İlkokula başladığımız ilk günden ortaokul yıllarına kadar her sabah defalarca Atatürk 'e bir söz vermiştik;
"Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!" demiştik...
Ne oldu ki?
Kafamıza sıkmanın vakti geldi, kafamıza mı sıkıyoruz şimdi?
Yoksa yürümekten yorulduk, bıktık da ayağımıza mı sıkıyoruz?
Miralay Reşad Bey !
Bizlere hakkını helal eder misin bilemem...
Mustafa Kemal 'e de ilet...
Memleketin bugünkü ahval ve şeraiti budur...
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi...
Fazla bir şey değil sadece ahde vefa istiyorum ben...
Gazi Mustafa Kemal, kendisinin bizzat yazmış olduğu "Nutuk" da Büyük Taarruzu anlatmaya şöyle başlıyor: "20/21 Ağustos 1922 gecesi 1. ve 2. Ordu Komutanlarını da Cephe Karargahına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanına o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi vb. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı. 24 Ağustos 1922'de karargahımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha naklettik.
26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 05.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı."
Taarruzun tasarlanmasında Miralay Reşad Bey’in 57. Tümeni’ne; Çiyiltepe, Kızıltaş, Kızlaryaylası adlı birbirinden sarp ve yüksek üç tepe düşmüştü. 57. Tümen bu tepeleri alacak ve böylelikle Mehmetçik ’in Akdeniz ’e ulaşacak en önemli engellerini ortadan kaldıracaktı. Ama kolay değildi tabii ki... Bu üç tepe düştükten sonra düşman tarafından ağır silahlarla donatılmıştı. İngiliz kurmay subayların görüşlerine göre bu tepelerin aşılması imkansızdı.
Sabah saat 5.30 'da başlayan taarruz ile birlikte topçular bütün ateşi bir tepeye yöneltmişti. Diğer iki tepe pek ateş almıyordu. Topçu desteği ve ateş üstünlüğü ile piyadeler birinci tepeyi hemen zapt etti. Fakat topçu ateşi desteği alınamayan tepeler dayanıyordu. Topçulara top mermisi oldukça güç şartlarda zorlukla yetiştiriliyordu.
Cephe Komutanlığı’ndan yazılı telefon alındı: “57. Tümen Komutanı Miralay Reşat Bey’e; umumi vaziyete tesir ediyorsunuz, harekâtınızın yavaşlığı bütün harekâtı geciktirmektedir.”
Başkomutan Mustafa Kemal, 1. Dünya Savaşı’ndan beri tanıdığı ve hep güvendiği Miralay Reşad Bey ’in iki tepeyi alacağına inanıyordu, ancak zaman da azalıyordu. Tepelerin alınması gecikiyor ve topların tepelere ulaşamaması düşmana dayanma gücü veriyordu.
Reşad Bey kıtalarının önünde hücuma kalkıyor, ilerliyordu. Ama bir türlü tepeleri ele geçiremiyordu. Kafası hep telefon yazısında idi; evet, Başkomutan haklıydı. Miralay Reşat Bey, Emir Subayı Refik Selimoğlu ile Başkomutan Mustafa Kemal 'e haber yolladı; yarım saate kadar emri yerine getirilecekti. Sözü sözdü.
Tepelerde dayanan 7. Yunan Tümeni’ne haddi bildirilecekti. Ardı ardına hücumlar yaptı... Yarım saat geçti… İki tepe alınamadı…
Miralay Reşat Bey şerefli bir askerdi. "Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam" diyerek beylik tabancasıyla hayatına son verdi. Ardından da bir veda yazısı bıraktı:
“Verdiğim sözü tutamadığımdan dolayı artık yaşayamazdım.”
Miralay Reşad Bey’in ölümünden kısa bir süre sonra Mehmetçik üç tepeyi de aldı ve tüm engelleri aştı; artık ilk hedefi Akdeniz’di…
Başarısızlığı kendine yediremeyip kendi canına kıyan Reşad Bey askerlik hayatı boyunca İstanbul 'daki evine sadece iki kez gidebilmişti. 1879 yılında İstanbul 'da doğmuştu. Babası Süleymaniye mutasarrıflığından emekli Ziya Paşa, annesi Şevkiye Hanım’dı. Babası, doğumunun ertesi senesinde hayatını kaybetmişti. 1893 yılında girdiği Harp Okulu 'nu 1896 yılında bitirerek ordunun farklı komuta kademelerinde görev yapmıştı. Balkan Savaşları 'na katılmış, Yanya savunmasında yaralanmış; bu görevdeki başarısından ötürü binbaşı rütbesine terfi ettirilmişti. 1915 yılında seferberliğin ilanından sonra Çanakkale Cephesi 'nde görevlendirilmişti. 1. Dünya Savaşı 'nda Çanakkale Cephesi 'nde olağanüstü kahramanlığı ile dikkatleri çektikten sonra 17. Alay Komutanlığı görevine getirilmişti. Bu görevdeyken Muş 'un Rus işgalinden kurtarılmasında da önemli rol oynamış ve 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 'nın takdirlerini kazanmıştı. Ayrıca 5. ve 4. rütbeden Mecidi Nişanı, Gümüş Muharebe, Liyakat, Tahsiliye, Alman ve Avusturya Harp, Demir Haç Nişanı ile taltif edilmişti. 53. Tümen Komutanlığı'na getirilerek Suriye Cephesi 'nde görevlendirilmişti. 1918 'de İngilizlere esir düşmüş, Aralık 1919 'da bir yıllık esaretten kurtulduktan sonra İstanbul İkinci Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi üyeliğine verildiyse de dilekçe verip Türk Kurtuluş Savaşı 'na katılmak üzere İnebolu üzerinden Ankara 'ya geçmişti. Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni (sonradan 21. Tümen) Komutanlığı 'na atanmıştı. Yarbay rütbesi ile 1. ve 2. İnönü ve Sakarya Muharebelerine katılmıştı. 1 Mart 1922 yılında Miralay rütbesine terfi etmiş ve 57. Tümen Komutanlığı görevine atanmıştı. Bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından, Büyük Taarruz 'un ikinci gününde, muharebenin kaderini etkileyecek en kritik mevkilerden olan Sincanlı Ovası 'ndan Dumlupınar 'a kadar tüm yolların önündeki en stratejik engel olan Çiğeltepe 'yi düşmandan temizlemesi emredilmişti. Ne var ki, bu tepenin önemini çok iyi bilen Yunan Başkomutanı General Nikolas Trikopis başarılı bir direniş göstermişti.
27 Ağustos 1922 sabahı Mustafa Kemal Paşa'ya telefonda kuşattıkları tepeyi yarım saat sonra alacaklarını bildirmesine rağmen bunu başaramayınca intihar ederek hayatına son vermişti. Çiğiltepe, Reşat Bey’in intiharından 45 dakika sonra düşmandan temizlenmişti.
Miralay Reşad Bey, Türk askerinin onuruna ne derece düşkün olduğunun ne ilk örneği ne de son örneği olmuştur… Bu Vatan, bu Millet, Miralay Reşad Bey gibi haysiyeti yüksek askerlerine minnettardır…
Şimdi gelelim meseleye...
Bizler İlkokula başladığımız ilk günden ortaokul yıllarına kadar her sabah defalarca Atatürk 'e bir söz vermiştik;
"Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!" demiştik...
Ne oldu ki?
Kafamıza sıkmanın vakti geldi, kafamıza mı sıkıyoruz şimdi?
Yoksa yürümekten yorulduk, bıktık da ayağımıza mı sıkıyoruz?
Miralay Reşad Bey !
Bizlere hakkını helal eder misin bilemem...
Mustafa Kemal 'e de ilet...
Memleketin bugünkü ahval ve şeraiti budur...
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi...
Fazla bir şey değil sadece ahde vefa istiyorum ben...
Türk Kurtuluş Savaşının mimarı Mustafa Kemal Atatürk ve onun onurlu subayı Reşat Çiğiltepe nezdinde
Türk Kurtuluş Savaşı'na katılan üst kademelerdeki komutanlarımız;
Abdurrahman Nafiz Gürman, Abdüllâtif Nacî Eldeniz, Ahmet Derviş, Ahmet Fuat Bulca, Ahmet Naci Tınaz, Ahmet Nuri Öztekin, Ahmet Zeki Soydemir, Akif Erdemgil, Alaâddin Koval, Ali Fuat Cebesoy, Ali Hikmet Ayerdem, Ali İhsan Sabis, Ali Sait Akbaytogan, Ali Sami Sabit Karaman, Asım Gündüz, Aşir Atlı, Bekir Sami Günsav, Cafer Tayyar Eğilmez, Cavit Erdel, Cemil Cahit Toydemir, Cemil Conk, Cevat Çobanlı, Ethem Necdet Karabudak, Ethem Servet Boral, Fahrettin Altay,
Hacı Mehmet Arif Örgüç, Halil İbrahim Çolak, Halit Akmansü, Halit Karsıalan, Hasan Mümtaz Çeçen, Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Hüseyin Nurettin Özsu, İbrahim Refet Bele, İsmail Hakkı, İzzettin Çalışlar, Kâzım Fikri Özalp, Kâzım İnanç, Kâzım Orbay,
Kâzım Sevüktekin, Kemalettin Sami Gökçen, Mahmut Nedim Hendek, Mehmet Ali,
Mehmet Arif, Mehmet Atıf Ateşdağlı, Mehmet Emin Çolakoğlu,Mehmet Emin Koral,
Mehmet Emin Yazgan, Mehmet Hayri, Mehmet Hayri Tarhan, Mehmet Hulusi Conk,
Mehmet Kâzım Dirik, Mehmet Kenan Dalbaşar, Mehmet Muhittin Kurtiş, Mehmet Nâzım Yücel, Mehmet Nurettin Konyar, Mehmet Nuri Conker, Mehmet Rüştü Sakarya, Mehmet Sabit Noyan, Mehmet Sabri Erçetin, Mehmet Salih Omurtak, Mehmet Selahattin Adil, Mehmet Sıtkı Üke, Mehmet Suphi Kula, Mehmet Şefik Aker,
Mehmet Vehbi Kıpçak, Muhittin Akyüz, Musa Kâzım Karabekir, Mustafa Fevzi Çakmak, Mustafa İsmet İnönü, Mustafa Muğlalı, Mustafa Münip Uzsoy, Mürsel Bakü,
Nazif Kayacık, Nazmi Solok, Nihat Anılmış, Osman Nuri Koptagel, Osman Zati Korol,
Ömer Halis Bıyıktay, Ömer Lütfi Argeşo, Rüştü Paşa, Sadullah Güney, Süleyman Sabri, Şefik Avni Özüdoğru, Şerif Yaçağaz, Şevket Seyfi Düzgören, Şükrü Naili Gökberk, Veysel Özgür, Yakup Şevki Subaşı, Yusuf İzzet Met !..
Bizlerin sizlerde bir hakkımızın olması söz konusu bile olamaz diye düşünüyorum...
Ki varsa; bizler sizlere haklarımızı sonuna kadar helal ederiz...
Sizler de bizlere haklarınızı helal ediniz...
Eder misiniz?
Türk Kurtuluş Savaşı'na katılan üst kademelerdeki komutanlarımız;
Abdurrahman Nafiz Gürman, Abdüllâtif Nacî Eldeniz, Ahmet Derviş, Ahmet Fuat Bulca, Ahmet Naci Tınaz, Ahmet Nuri Öztekin, Ahmet Zeki Soydemir, Akif Erdemgil, Alaâddin Koval, Ali Fuat Cebesoy, Ali Hikmet Ayerdem, Ali İhsan Sabis, Ali Sait Akbaytogan, Ali Sami Sabit Karaman, Asım Gündüz, Aşir Atlı, Bekir Sami Günsav, Cafer Tayyar Eğilmez, Cavit Erdel, Cemil Cahit Toydemir, Cemil Conk, Cevat Çobanlı, Ethem Necdet Karabudak, Ethem Servet Boral, Fahrettin Altay,
Hacı Mehmet Arif Örgüç, Halil İbrahim Çolak, Halit Akmansü, Halit Karsıalan, Hasan Mümtaz Çeçen, Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Hüseyin Nurettin Özsu, İbrahim Refet Bele, İsmail Hakkı, İzzettin Çalışlar, Kâzım Fikri Özalp, Kâzım İnanç, Kâzım Orbay,
Kâzım Sevüktekin, Kemalettin Sami Gökçen, Mahmut Nedim Hendek, Mehmet Ali,
Mehmet Arif, Mehmet Atıf Ateşdağlı, Mehmet Emin Çolakoğlu,Mehmet Emin Koral,
Mehmet Emin Yazgan, Mehmet Hayri, Mehmet Hayri Tarhan, Mehmet Hulusi Conk,
Mehmet Kâzım Dirik, Mehmet Kenan Dalbaşar, Mehmet Muhittin Kurtiş, Mehmet Nâzım Yücel, Mehmet Nurettin Konyar, Mehmet Nuri Conker, Mehmet Rüştü Sakarya, Mehmet Sabit Noyan, Mehmet Sabri Erçetin, Mehmet Salih Omurtak, Mehmet Selahattin Adil, Mehmet Sıtkı Üke, Mehmet Suphi Kula, Mehmet Şefik Aker,
Mehmet Vehbi Kıpçak, Muhittin Akyüz, Musa Kâzım Karabekir, Mustafa Fevzi Çakmak, Mustafa İsmet İnönü, Mustafa Muğlalı, Mustafa Münip Uzsoy, Mürsel Bakü,
Nazif Kayacık, Nazmi Solok, Nihat Anılmış, Osman Nuri Koptagel, Osman Zati Korol,
Ömer Halis Bıyıktay, Ömer Lütfi Argeşo, Rüştü Paşa, Sadullah Güney, Süleyman Sabri, Şefik Avni Özüdoğru, Şerif Yaçağaz, Şevket Seyfi Düzgören, Şükrü Naili Gökberk, Veysel Özgür, Yakup Şevki Subaşı, Yusuf İzzet Met !..
Bizlerin sizlerde bir hakkımızın olması söz konusu bile olamaz diye düşünüyorum...
Ki varsa; bizler sizlere haklarımızı sonuna kadar helal ederiz...
Sizler de bizlere haklarınızı helal ediniz...
Eder misiniz?