Günlük hayatımızda anlamını tam bilerek ya da bilmeyerek, cahil, cehalet sözcüklerini kullanırız. Cehalet derken bir şeylerin yoksunluğuna işaret etmek isteriz. Yoksun olan şeyler bilgi ve tecrübedir. Yani cehalet, kısacası bilgi ve tecrübe yoksunluğu anlamına geliyor. Cehalet çoğunlukla olgusal bir durum, cahillik ise kişilere ya da toplumlara atfedilen bir sıfat.
Cahillik eğitimsizliği, bilgisizliği, toyluğu ve deneyimsizliği ifade ediyor. “Ne cahil çocuk” dediğimizde daha çok, çocuğun toyluğunu ve deneyimsizliğini vurgulamak isteriz. “Ben bu konularda cahilim” ifadesi benim bu konularda bilgim, becerim yok anlamına gelir.
Şimdi birazcık felsefe diyelim. “Bilgi” ve “deneyim” kavramlarından iz sürerek yazıya açıklık getirmeye çalışalım. Bilgi, biz insanların herhangi bir nesneyle kurduğumuz bağ sonucunda ortaya çıkan bir ürün. Nesne ne olabilir? İnsanın bilme konusu yaptığı her şey. Yani insan düşünen bir özne, nesne de edinmek istediğimiz bilginin nesnesi. Örneğin tarih, coğrafya, fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin bilgisi, felsefi ve matematiksel bilgi, sanat bilgisi…Bütün bu bilgiler, akıl sahibi bir varlık olan insanın farklı alanlarda ve disiplinlerde ürettiği bir tür ürün. Bilgi doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir önermelerden oluşuyor. “Kıbrıs Akdeniz’de bir adadır”, “Normal koşullarda su yüz derecede kaynar” gibi önermelerin doğruluğu kolayca ispat edilebilir. Dolayısıyla bunlar bilgisel önermelerdir. “Dünyadan aya otoban yapıldı” önermesinin doğruluğunu ispat etmek mümkün değil. Toplumun bir kesimi böyle asılsız şeylere inanıyorsa, o da bizim bu yüzyıldaki gelişmişlik düzeyimizi gösterir.
Doğrulanamayan ya da yanlışlanamayan ifadelerden bilgi edinemeyiz. Örneğin “ruh ölümsüzdür” ifadesinin doğrulanması ya da yanlışlanması olanaksızdır. Buna benzer yargılar inanç alanına girer. Sorgulanamadığı için bilgisel değildir. Demek ki konuşulan, söylenen her şeyin bilgi olduğunu söyleyemeyiz.
Ya tecrübe dediğimiz deneyim, yani yaşantı. İnsanın kendi yaşantısıyla kazandığı şeyler de var. Kişi deneyimle, yani yapıp ederek de bilgi sahibi olabiliyor ve kendini geliştirebiliyor. Geliştirmek isterse tabii ki. Kimi insan vardır, okul yüzü bile görmemiştir. Öğrenme merakı ve bilme arzusu sayesinde derya denizdir, bilge kişidir. Şu insan ne yüce bir varlık! Aşık Daimi’nin dediği gibi “ilim bende kalem bende/ nice nice alem bende/ yazar levh-i kalem bende/ madem ki ben bir insanım.” Bir de okuyup da doğruyu yanlışı görmek istemeyen, gerçeklerden kaçan eğitimli denilen insanlar… Doğru ya insan oğlu isterse alim, isterse de cahil oluyor.
Şunu söylemek mümkün; kişi aklıyla ve deney, gözlem yaparak bilgi denilen ürünü üretiyor. İnsandan başka bilgi üreten var mı? Yok. Eğer insan hiç sorgulamadan duyduğu her şeyin doğru olduğuna inanıyorsa çok şey bildiğini zanneder. İnanmak kolay şey, sorgulamak zahmetli iş. Bilgi ister. Öyle ya âlim insan bazı şeyleri bilir, cahil de her şeyi. İnsanlar ya da toplumlar bilgiye dayanmayan asılsız şeylerin doğruluğuna inanıyor ve eylemde bulunuyorsa orada cehaletin hükümranlığından söz etmek mümkün. Cehalet, cahillik insanın ayağındaki en büyük pranga. Bu pranga öyle acımasız, öyle zalim ki yapmadığı kötülük kalmaz. Ne var ne yok yıkar, yok eder. Büyük Atatürk bunu çok iyi bildiği için cehaleti yenilmesi gereken en büyük düşman olarak gördü. Cehaletle baş etmenin yolu eğitimden geçiyordu. “Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak eğitimle olur” diyerek bize yol gösteriyordu. Onu anlayan oldu, hiç anlamayan oldu. Bu sene de, yeni eğitim öğretim yılına çok ciddi sorunlarla başladık. Hadi nitelikli eğitimden vazgeçtik diyelim. Çocuklar sağlıklı beslenemiyorlar. Aileler çocukların çantalarına yiyecek koymakta zorlanıyorlar. Bu derin yoksullukla ve eğitimde dünya sıralamasındaki yerimizle cehaletle mücadele zor görünüyor.