Bir dostum, dolandırıcılıkla ilgili bir sıkıntı yaşamış. Uyarmak için bana mesajlar göndermiş. Basın mensubu olmanın görev ve sorumluluk anlayışı ve yaklaşımı ile ben de bu konuda okurlarımı bilgilendirmek istedim.
Yıllardır siyasi çekişmelerden ve -özellikle- inanç istismarından, din ve duygu sömürüsünden, ahlak bozukluğundan rahatsız olduk. Yaşadıklarımıza şaşırarak ve “ah, vah, keşke!..” diyerek iyi niyetimizden pişmanlıklar duyduk.
Günümüzde sosyal medyada, TV’lerde, basında çok sık gördüğümüz telefon dolandırıcılarının tehdit entrikalarıyla vurgunlarını, sahte gıda sahtekarlarının haram soygunlarını, kazandırmak vaadiyle mağdur edilenleri, evlenmek için masumların dolandırılmalarını, şeyh, şık kılıklı sahtekarların maddi menfaat ve mevki uğruna uydurmalarını sorgulamamız gerekmektedir. "İnsan" olarak "ahlak" ve "vicdan" sahibi olmamız gerektiğini unutuyoruz. "Akıl" ve "yürek" yoksunu misali, “inanmak” ve “güvenmek” konularında tereddütler yaşıyoruz. Samimi, dürüst insanlara bile kuşkuyla bakar hale geldik. Ne oldu bize, biz bu hallere düşecek millet miydik?
Dolandırıcıları için "Allah korkusu yok, ahlak ve vicdan hiç yok" diyelim de dinimizi, inancımızı kullanarak dolandıranlara ne demek gerektiğini sizlere bırakıyorum. Din, manevi bir değerdir, Sahiplenme konusunda samimi ve örnek olmak gerekir. Dinin kullanılması ile ilgili durumların neden ve niçin olduğunu anlamıyorum, kabullenemediğim için tepki gösteriyorum. Dolayısıyla, uydurma fetva verenlerin aklı almaz cinsel açıklamaları ve kadına bakış açıları, olaylara saçma yaklaşım ve yorumları kuşkular yaratarak dinden soğutmaya vesile olmaktadır. Bu konudan çok rahatsız olduğum için düzelmesi düşüncesiyle gündeme getiriyorum. Hayat pahalılığının da etkisiyle kolay yoldan (emeksiz, alın teri olmadan) kazanma kurnazlığının tercih edildiğini düşünüyorum.
Din ile dolandırmak bana çok Sözlerimin yanlış anlaşılmaması için, yaşadığımız olaylara, kıssadan hisselerle gönderme (yorum) yaparak sitem etme hakkımı da kullanmak suretiyle açıklık getirmek istiyorum. İbadetin, Allah ile kul arasında olması gerektiğini belirterek din, iman, inanç konularında samimi ve dürüst olan, gerçekten inanan ve iyi niyetli olan Müslümanları istisna tuttuğumu, olumsuz düşüncelerin muhatabı olmadıklarını, doğumumuzdan ölümümüze kadar din görevlisi hocalara ihtiyacımız olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
OLAYLARA VE KISSADAN HİSSELERE YORUMLAR
Prof. Dr. Mehmet Okuyan hocanın dini konularda katıldığı televizyon programlarından ve kitaplarında ücret almadığını izlemiştim. TV'lerde dini programlarıyla duygu sömürüsünü parayla yapanlar aklıma geldi. Kiliselerde görevli papazlar maaş almıyormuş. Pazar günü ibadet için kiliseye gelenler gönüllü bağış yapabiliyormuş. Bizde, "cin çıkarma" seanslarında sıra bekleyenler var. "Bu cin, hep kadınlara mı musallat olur, hep erkek hocalar, kadınla yalnız kalarak mı cin çıkarırlar? İçinden başka şeyler de çıkan muskalar kaça satılıyor? " desem sahtekarların maskelerini düşürmüş olur muyum?
YORUM: Sözünüz ve özünüz birbirine uymuyorsa samimi değilsiniz demektir. Kendinizi kimseye inandıramazsınız ve kimliğinizi (kişiliğinizi) kabul ettiremezsiniz Mal-mülk, mevki değil, karakter ve davranışlar saygınlık kazandırır.
*** Keramet sahibi olduğunu iddia eden sahte bir şıh (şeyh) kılıklı birisi, bir köye misafir olmuş. Köylüler, bir evde, "ne keramet gösterecek" diye etrafında toplanmışlar. Şıh arada bir irkilip "hoşt, hoşt" diyormuş. Köylüler, "bu nedir" diye sormuşlar. Şıh, "bir köpek, Kâbe’nin duvarına işemeye niyetleniyor, hoşt diye kovalıyorum" demiş. Köylülerin hayranlığı bir iken bin olmuş. Olanları, kapının önünde izleyen evin hanımı, sofraya, herkese üstünde tavuk eti olan pilav getirmiş. Şıh’ın tabağındaki pilavda et görünmüyormuş. Neden olmadığını sormuş. Kadın da pilavın altına koyduğu etli tabağı ters çevirip göstermiş. Elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirerek " önündeki tabağında olan ETi göremedin de, Kâbe duvarının dibindeki İTi mi gördün, sahtekar" demiş.
YORUM: Atatürk’ün, "kudretsiz dimağlar, zayıf gözler hakikati kolay göremezler" dediği gibi gerçekleri görmemek acizliktir. Sefa ile cefayı anlamayanlara, akla karayı ayırt edemeyenlere Allah akıl, fikir versin diye dua edeyim de gerisini siz anlayın artık...
*** Kıssadan hisse bu ya, Hz. Süleyman zamanında bir kuş, kanadını bir dervişin kırdığı şikâyetiyle Hz. Süleyman’a gelmiş. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu dervişi huzuruna getirtip “kuşun kanadını neden kırdığını” sormuş.
Derviş de, “kuşu avlamak istediğini, yanına kadar gittiği halde kaçmadığını, teslim olacağını düşünerek üzerine atladığını, yakalayacağı sırada kaçmaya çalıştığını, o esnada kanadını incittiğini, ona kaçması için fırsat verdiğini, fakat kuşun, yakalanmayı istercesine beklediğini” söylemiş. Hz. Süleyman kuşa, “dervişin haklı olduğunu, sinsice yaklaşmadığını, kaçma şansı varken bu imkanı neden kullanmadığını, dolayısıyla, kolunun kanadının kırılmasından şikayet etme hakkının olmadığını” söylemiş.
Bunun üzerine kuş da, “onu derviş kıyafetinde gördüğü için kaçmadığını, avcı olsaydı hemen kaçacağını, dervişten kendisine zarar gelmeyeceğini düşündüğü için beklediğini” belirtmiş.
Hz. Süleyman, kendisini savunan bu kuşun sözlerini beğenmiş ve kuşu haklı bulmuş. Kısasın yerine getirilmesi için dervişin kolunun kırılmasını emretmiş. Kuş, böyle yapmasını istememiş. “Kolu kırılırsa iyileştiği zaman yine aynı şeyi yapmak ister”, demiş.
Hz. Süleyman, ne yapması gerektiğini sormuş. Kuş da, bu kişinin kendisi gibi kuşları kandırmaması için derviş kıyafetinin üzerinden alınmasını istemiş.
YORUM; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” anlayışında olmalıyız, dış görünüşe aldanmamalıyız. Antika (kıymetli) diye SAHTE cübbeli, sarıklı, sakallı tablolara (şahıslara) inanmamak gerekir. Aklını yüreğinin, vicdanının yanında taşıyanlar pişman olmazlar
Dolandırmanın dayanılmaz hafifliğine kanmayın, gerçekleri görün, gönül gözünüz de açık olsun. Dini duygularımızla birlikte milli ve ilmi düşüncelerimizi de yaşamanız dileğiyle...