Hastane günleri zor geçti.
Alışkındılar; hastane günlerine de, hapishane günlerine de…
Babaannem, hastane veya hapishane günlerinden bir diğeri ile karşılaştığında, her zamanki can vericiliği ile mücadele eder, evladı Kemal’i bütün yangınların içinden çeker alırdı.
O, hastane günleri ve hapishane günleri arasında, kaderin nadasa bıraktığı bir toprak anaydı. Bu toprakların bütün anaları gibi; Anadolu’nun, sol göğsünün altındaki kararmayan cevahirdi, babaannem.
Yoğun bakım ile başlayan art arda ameliyatlar ile devam eden, daha sonra da hasta odasında süren, iki aya yakın bir zaman geçmişti, hastanede. Kemal, yemeğini yiyebiliyor, konuşabiliyor, ayağa kalkıp yürüyebiliyordu artık.
Cehenneme de benzese, dışarıdaki dünyasını özlemişti.
Doktor, biraz da ev istirahatı ile Kemal’i taburcu etti.
Babaannem, evladını alıp evine döndü. Alın yazısındaki zorlu bir mücadeleyi daha kaderine karşı kazanmıştı.
Eve geldiklerinde; temiz pak bir hasta yatağı hazırladı, Kemal’ini yatırdı.
O günün gecesinde; evlerinde, rahat ve huzurlu bir uyku uyumuşlardı.
Rahat ve huzurlu uykular, sadece iki gün sürdü. İki gün sonra Kemal, dışarıya çıkmaya başlamış ve Namazgâh civarlarında gezerken bütün Bursa’ya; “Ben, yine ölmedim, bütün şerefsizlere ve şerefsizliklere inat yaşamaya devam ediyorum” mesajını vermeye başlamıştı.
Topal Kemal, her ne kadar aslan parçası bir yiğit olsa da; O’nun olduğu yerde, bela eksik olmazdı. Çünkü Topal Kemal ile bela tek yumurta ikiziydiler… Aynı anda ortaya çıkar, aynı anda yok olurdular…
Öyle böyle derken; iki hafta daha geçti. Topal Kemal’in kafasındaki düşünceler, intikama kurulmuş bir saatin akrep ve yelkovanı gibi birbirlerini takip etmeye başlamışlardı…
Topal Kemal, çelik gibi sağlam adamdı; çok iyi dövüşürdü, çok iyi bıçak kullanırdı. Kullandığı bıçak da öyle çakı, kama, sallama, kelebek falan değildi, bildiğin kasap bıçağıydı. O meşhur kasap bıçağını kullanma konusunda da namlıydı. Yürek gücü ile bilek gücü ile mertçe dövüşmeyi bilir, mertçe dövüşmeyi adeta severdi… Ama kazın ayağı başka türlüydü. Onu kahpece bir tuzağın içine düşürüp, sırtından vuranlardan; her şeyin bekleneceğini, onlara karşı mertçe davranmanın da bir anlamının olmayacağını çok iyi biliyordu…
Bir gün sonra, otelde gerçekleştirmiş olduğu icraatın üçüncü ay dönümüydü.
Ve gün döndü, geldi. Topal Kemal, kendini zımba gibi hissediyordu.
Akşama doğru Korelinin evine çıktı. Evde, annem vardı. Anneme; “Yenge, abim, arkadaşları ile ava gidecekmiş, eve çıkmaya vakti yokmuş, av tüfeğini ve fişeklerini istedi. Hemen verirsen; ben, bir koşu kendisine yetiştireceğim” dedi. Alelacele gelişen bu durum karşısında annemin nutku tutulmuştu. Nasıl bir boşluğa düştüyse; Koreli Mehmet’in av tüfeğini ve ağzına kadar dolu fişekliğini, Topal Kemal’e verdi.
Topal Kemal, tüfeği ve fişekliği paltosunun altında adeta zulaladı. Aksayarak da olsa hızlı bir şekilde sokağın bayırından tırmanıp yine Teleferik Çiçek Caddesi’nin ortasında dikilmeye başladı. İlk gelen dolmuş Chevrolet’nin hem şoförünü, hem de dolmuşta bulanan yolcuları arabadan indirdi. Yolcuların şakşkın bakışları arasında Chevrolet’in direksiyonuna otururken, paltosunun altındaki tüfeği ve fişekliği, yayla gibi geniş arka koltuğa koydu. 69 Chevrolet’inin arka koltuğunda Koreli Mehmet’in av tüfeği ve fişekliği dünyanın en güvenilir resmini veriyordu…
Topal Kemal, el koyduğu dolmuş ile daha önce icraatını gerçekleştirdiği otele yakın bir yere indi. Arabayı sote bir yere park etti ve park ettiği yere yakın gizemli bir mekâna girdi. Şimdi bu gizemli mekanda, bir şekilde zulaladığı av tüfeği ve fişekliği ile icraatının üçüncü ay dönümünü kutlamak için bekliyordu. Bu gece için, havai fişekli olmasa da en azından fişekli bir gösteri hazırlamıştı.
Hava karardı… Gece vardiyası işbaşı yapmış; caddelerin ve sokakların bütün ırgatları ve efendileri, işlerinin başında yerlerini çoktan almışlardı. Tabi ki gayrimeşru işleri koşturan babalar ve onların sırtından geçinen asalakları da…
Topal Kemal’in intikama kurulmuş saatinin akrep ve yelkovanı, üç ay önce otelin kapısından girdiği saati gösteriyordu. Üçüncü ay, aynı saat, sanki aynı sahne… Fakat Topal Kemal, bu sefer daha bir asabi otelin kapısından içeriye girdi. Otelin kapı görevlisinin eli kolu, çenesi kilitlenmiş, çaresizliğinden dışarıda şok geçiriyordu. Aynı anda Topal Kemal’in kapıdan girdiğini gören resepsiyon görevlisi de şoka girmişti.
Topal Kemal, hiç kimseyi görmeden, hiç kimseye bakmadan, otelin merdivenlerinden hırsla yukarıya çıktı. Yine aynı tarzda göğüs vurarak otelin her iki tarafa açılan kapılarını kırarcasına açarak içeriye daldı. Paltosunun altından Korelinin çiftesini seri bir hareketle çıkardı, arka arkaya iki tetiğe de bastı. Çiftenin namlusundan çıkan saçmalar üç ay önce aynı masada oturan hasımlarının tümünün aklını almıştı. Kemal seri bir şekilde tüfeği tekrar doldurdu. Tekrar uçana, kaçana çaktı. Otelin salonu cehenneme dönmüştü… Korelinin av tüfeğinden çıkan saçmalar, Topal Kemal’in infaz kararını alanların topunu, deliklerinden kan sızdıran sakatat torbalarına çevirmişti.
Topal Kemal Bursa’da namını yürütecek ve perçinleyecek bu icraatı gerçekleştirdikten sonra adeta buharlaşmış gibi sırra kadem bastı.
Hemen o gecenin sabahında, Korelinin evin zili çaldı. Aynı anda evin demir kapısı da, adeta yumruklanıyordu. “Kapıyı açın, polis” diye gelen sesle annem irkilmişti. Gayrimeşruda ihbar olur ama görgü tanığı olmazdı. İhbarcıyı bulmak zor olabilir ama görgü tanığı kolay av olurdu.
Otel baskınında kullanılan fişeklerin balistik incelemelerinin neticesi; polisleri Korelinin evine yönlendirmişti. Aksilik olacak ya! Babam da evde yoktu, gececiydi. Annem, babamı “arkadaşları ile ava gitti” diye biliyordu. Yirmi dört saatin yirmi saatini çalışarak geçiren Koreli de, tam o saatlerde işten çıkmış eve gelmek üzereydi. Polis, korku ve panik labirentine girmiş olan annemi sorguya çekiyordu. “Mehmet Tekin, burada mı, nerede, akşam şu saatlerde neredeydi” gibi sorular soruyordu. Annem de “Arkadaşları ile ava gitmişti, polis bey, hayırdır başına bir iş mi geldi” diye bir taraftan uykudan kalkmış olmanın, diğer taraftan da sabah sabah karşısında polis görmüş olmanın şaşkınlığı ile hem cevap veriyor, hem de sorular soruyordu.
Polisler evin önünde biraz oyalandılar ki; o esnada da Koreli Mehmet sokağın başında göründü. Göründü görünmesine ama evin önünde polis arabasını görünce; o da hem şaşırdı, hem de aklına bin bir türlü şey geldi. Adımlarını hızlandırdı. Eve geldi; evin önünde bulunan polislere “hayırdır, memur beyler, ne oldu, karıma çocuklarıma bir şey mi oldu” diye sorarken şaşkınlığını gizleyemiyordu.
Polis, babama, “Mehmet Tekin, otelde yapmış olduğunuz yaralamalardan dolayı tutuklusunuz. Sizi karakola alacağız” dedi. Babam, şaşkın… Annem, şaşkın… Ortalık Perşembe pazarı gibi karışmıştı…
Polisler, babamı kelepçeleyerek karakola götürdüler. Alelacele de nöbetçi hâkimin karşısına çıkardılar.
Babam, işte olduğunu kanıtladı. Annem, tüfeği Kemal Amcamın kendisini kandırarak aldığını söyledi…
Şimdi bütün oklar Topal Kemal’i gösteriyordu. Babamın tutukluğu kaldırılmış, Topal Kemal’in peşine düşülmüştü.
Birkaç saat içinde Topal Kemal zulasında Korelinin av tüfeği ve fişekliği ile karakola teslim olmuştu. Suçunu itiraf etti, tutuklandı ve hapishane günlerine doğru yelken açtı.
Kısasa kısas yapmıştı, âlemde racon da buydu zaten. Onun için hapishane de yatmak, çekirdek çıtlatmak gibi bir şeydi, adeta bir alışkanlıktı.
Babaannemin, ekilmiş hastane günlerinin hasadı bitmiş, kaderinde nadas vakti gelmiş, şimdi de hapishane günleri ekilecekti…
Yetmişli yaşlarına rağmen yine Kemal’ine, hapishaneye battaniye ve cigara taşımanın zamanı gelmişti.
“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” atasözü çiğ kalıyordu babaannemin Topal Kemal ile analık/oğulluk ilişkisinde…
Bir mahkûm hapishane de bir yılda kaç battaniye kullanır, kaç kilo cigara içer bilir misiniz?
Babaannem, amcamı hapishanede sık sık ziyaret eder, her gidişinde taşıyabildiği kadar battaniye, taşıyabildiği kadar cigara götürürdü.
Topal Kemal, hapishanede de garibanlara battaniye dağıtır, yine garibanların cigaralarını da eksik etmezdi.
Babaannem Topal Kemal’e taşır, Topal Kemal de babaannemin taşıdıklarını kader mahkûmu arkadaşları ile paylaşırdı.
Şimdi Topal Kemal’in yol arkadaşları, hapishane arkadaşları derler ki; “Topal Kemal, aslan gibi delikanlı adamdır. Kime nasıl davranılacağını çok iyi bilir. Kimseye sebepsiz sarmaz. Şerefsizleri bilir, onlara racon keser. Velhasıl iyi adamdır.."
Topal Kemal için bedel ödemiş olan bizler de deriz ki; “Topal Kemal, eksiğiyle fazlasıyla benim amcam/bizim akrabamızdı. Delikanlı adamdı, doğruydu. Bizim de doğru olmamızı isterdi. Belki gayrimeşru şerefsizlere çok çektirdi ama ailesine çektirdiği de yabana atılamazdı."
Ben yeğeni olarak; Topal Kemal’in hikâyesini yazmaya çalıştım ama yazdığım da hikâye değildi, yaşanmış bir anılar kervanıydı…
Bu anılar kervanının içinde var olmak; hayata başka türlü bakma erdemini kazandırmıştır, bizlere…
Ne mutlu ki; Koreli Mehmet’in evladı, Topal Kemal’in yeğeniydim.
Ben ki; bir daha dünyaya gelsem aynı yerde olmayı yeğlerdim…
Yazmış olduğum anılar kervanının ana fikri değil ama herkes de şunu iyi bilsin ki; "çocukları anneleri babaları değil de yaşadıkları acılar büyütür, yaşadıkları acılar adam eder.."