1915 olayları, Ermenilerin, Ermenistan Cumhuriyeti’nin ve onlara düşünmeden inananların anlattıkları şekilde olmamıştır. Birçok değerli bilim insanımızın, araştırmacılarımızın ve bazı yabancı tarihçilerin çalışmaları sonucunda ortaya çıkan gerçek şudur: Osmanlı Devleti’nin, Ermenilere soykırım uygulaması gibi bir olay olmamıştır. Yaşananlar sadece savaş koşullarında düşmanla işbirliğine ikna edilmiş Ermenilerin, iç ve dış güvenlik açısından yerlerinin değiştirilmesidir. Bu göç olayı sırasında karşılıklı kırıma dayalı üzücü olaylar ve kayıplar yaşandığı da zaten bilinmektedir.
Ermeni Taşnak Komitesi Arşivi, ABD’dedir ve Türk akademisyenlerine kapalıdır. Ermeni Patrikhanesi Arşivi, İsrail’dedir ve Türk akademisyenlere kapalıdır. Buna karşılık Türk tarafı, kendi arşivlerindeki belgeleri yayınlamıştır. Bu yazıda özellikle yabancı kaynaklardan yararlanılarak, 1915 olayları tarafsız bir şekilde açıklanmaktadır.
Soykırım, etnik, ırksal, ulusal bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmeyi amaçlayan bir takım eylemlerdir. 1915 olaylarını gündeme taşıyarak, soykırım olarak nitelemek akıl ve mantıkla bağdaşmadığı gibi, hukuki olarak da açıklanamaz. “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”, 1948 yılında imzalanarak, 1951 yılında yürürlüğe girmiştir. İmzalanmasından 33 yıl önceki bir olay soykırım olarak nitelendirilemez.
Ermeni lobisi, sürekli olarak 1915 olaylarını gündeme taşımaktadır. Ermenistan’ın sahte iddia ve belgelerle dünya kamuoyuna 100 yılı aşkın süredir anlattığı ve üstelik bazı ülkelere kabul ettirdiği “sözde soykırım” iddialarının doğruluğu yoktur, tamamen gerçek dışıdır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan dramatik olayların meydana gelişi hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan kişiler ya da topluluklar, gerçek olmayan bir kurguya inanmaya zorlanmaktadır.
Olmayan soykırım için destek aramak, “büyük felaket” demek, parlamentolarda kararlar almak, “soykırım yoktur” diyenlere ceza vermek ne anlama gelmektedir ve hangi amaca hizmet etmektedir? Soykırım yalanı, ülkemizi bölmek için emperyalizmin düzenlediği oyunlardan biridir. Vatanı savunmanın adına, soykırım yapıldı diyenler de emperyalizmin kullandığı maşalardır.
Ermenistan ve Ermeni diyasporası, 100 yılı aşkın çabalarına karşın dünya kamuoyuna tezlerini kanıtlayabilecek açık ve geçerli bir belge sunamamaları nedeniyle, iddialarını, doğruluğu kanıtlanmamış, anı türü taraflı, yanlı yayınlar ile savaş yıllarında yayımlanmış propaganda amaçlı kitap niteliğindeki kaynaklara ve sahte belgelere dayandırmak zorunda kalmışlardır. Ortada ciddi bir belge bulunmamaktadır.
Tarih boyunca Türkler ve Ermeniler aynı coğrafyada birlikte, dostluk ve iyi ilişkiler içerisinde yaşamışlardır. Osmanlı Devleti’nin çeşitli üst kademelerinde görev alan birçok Ermeni vardır. Yüzlerce yıllık ortak bir geçmişe ve kültüre sahip Türk-Ermeni ilişkileri, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak 1800’lü yılların sonuna gelindikçe sıkıntılı bir sürece girmiştir. Bağımsız bir devlet olma hayali ile isyanlara kalkışan Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914 yılına kadar birçok yerde isyan ve katliamlara girişmişler, böylece ülkenin iç ve dış güvenliğini tehdit eder duruma gelmişlerdir. Bu tehditler Birinci Dünya Savaşı sürecinde daha da yoğunlaşarak, Osmanlı Devleti’nin savaş sırasındaki düşmanları ile işbirliğine dönüşmüştür.
Osmanlı Devleti, 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 2 Ağustos 1914 tarihinde seferberlik ilan etti. Seferberlik ilanından itibaren dokuz aylık uzun bir bekleyişin ardından Osmanlı Devleti, Ermeniler konusunda etkili kararlar almak zorunda kaldı. Çünkü Ermeniler, Bitlis, Erzurum, Maraş, Muş, Sivas ve Van başta olmak üzere birçok bölgelerde isyan çıkartmaya, yol kesmeye, Müslüman köyleri basarak halkı katletmeye başladı. Osmanlı ordusu 8 ayrı cephede savaşırken, cephe gerisinde meydana gelen ve bir kısmı savaş gücünü olumsuz etkileyen bu olayları önlemek için yeterli kuvvet ayıramıyordu. Osmanlı orduları Doğu Anadolu’da Rusya karşısında peşpeşe yenilgilere uğramıştı. Rus kuvvetlerinin 1915 Mart ayında Van istikametinde ilerlemeye başlamalarını fırsat bilen Ermeniler, Rus saldırısını kolaylaştırmak amacıyla 11 Nisan 1915 tarihinde Van’da isyan başlattılar. Van kenti, Taşnaksutyun komitesi başkanı Aram Manukyan (1879-1919) (Sarkis Hovhannesyan) emrindeki komitacılar tarafından kuşatıldı ve ateşe verildi. Türklere ait evlere ve devlet dairelerine bombalar atılarak büyük bir yıkım yapıldı.
İsyancılara karşı kenti savunmanın olanaksız olduğunu gören Vali Tahir Cevdet Bey (1878-1955), Van Kalesi’ni tahliye etmeye başladı. Öncelikle kaleye sığınmış olan Müslüman ahalinin, çetelerin saldırılarından korunması için daha güvenli olan iç bölgelere gönderilmesine başlandı. Ancak, kaleden ayrılan siviller, Ermeni isyancıların saldırılarına uğrayarak katledildiler. Van Kalesi 17 Mayıs 1915 tarihinde isyancıların eline geçti. Kalenin düşmesinin ardından komitacılar hayatta kalan Türkleri de katlettikten sonra, ertesi gün Van’ı, Rus ordusuna teslim ettiler. ABD’de yayımlanan “Goçnak” isimli Ermeni gazetesi 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında “Van’da yalnızca 1500 Türk’ün sağ kaldığını” bildirdi. Van’ın Ermenilerin yardımıyla Rusların eline geçmesi yüzünden Osmanlı ordusunun ikmal yolları kesilmiş; askere yiyecek ve cephane taşıyan kollar ise Ermeniler tarafından ateş altında kalmışlardı.
Van’da başlayan isyan üzerine Osmanlı Devleti üzerindeki gözdağının yoğunlaştığı bir ortamda köklü önlemler almak zorunda kalmıştır. Bu önlemlerin ilki, 24 Nisan 1915 genelgesidir. Bu genelgeyle Taşnak, Hınçak, Ramgavar ve benzeri Ermeni komitelerinin kapatılması, evraklarına el konulması, elebaşları ile zararlı etkinlikleri bilinen Ermenilerin tutuklanması, cezalandırılması ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanması talimatı verilmiştir. İstanbul’da gözaltına alınan 245 (bazı kaynaklarda 2.345) örgüt ileri gelenleri Ankara-Ayaş ve Çankırı’ya mecburi ikamete tabi tutulmuştur. Bu genelge tehcir kararının habercisidir. Tutuklananların sıradan Ermeni vatandaşı olmayıp, tamamen örgüt mensubu Ermeniler olduğu İngiliz istihbaratı tarafından da doğrulanmıştır. Ortada ne bir katliam, ne de Ermeni halkının varlığını tehlikeye atacak organize bir terör hareketi yoktur. Ancak Ermenilerin her yıl “soykırım günü” olarak andıkları 24 Nisan tarihi, işte bu tutuklamalar nedeniyledir. Oysa 24 Nisan günü, bir tek Ermeni bile öldürülmüş değildir.
Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915 tarihinde Sevk ve İskân (Tehcir-Göç) Geçici Kanunu’nu çıkartmıştır. Kanun, hükümet icraatına karşı gelen, ülke savunması açısından tehlike arz eden, düşmana casusluk yapan ve ülke çıkarlarına ihanet edebilecek kişilerin, imparatorluğun belirli bölgelerinde ikamete tabi tutulmalarını öngörüyordu. Bu nedenle Ermenilerin bir kısmını tamamen güvenlik gerekçesiyle düşmanla iletişim kuramayacağı ülkenin güney bölgelerine göç ettirmiştir. Tehcir kararı, isyanların yaygın bir şekilde bölge halkına zarar vermesini önlemek amacıyla askeri tehdit olan Ermeniler ile güvenliği tehlikede olan Ermenilerin korunması için uygulanmıştır. Tehcir uygulamasına cephe gerisindeki güvenliğin sağlanması amacıyla başvurulmuştur. Tehcir sırasında, eşkıya saldırıları, açlık, hastalık ve yol koşulları nedeniyle kayıplar olmuştur. Tehcir uygulamasına 1916 yılı sonunda son verilmiş, isterlerse Ermenilerin eski evlerine dönmeleri olanağı da sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti savaş ortamında Ermeniler için her türlü önlemi almasına karşın, bu göç sırasında bazı istenmeyen olaylarla da karşılaşılmıştır. Ermeniler’in bir kısmı saldırılar, bir kısmı hastalık ya da yol şartları gibi nedenlerle hayatlarını yitirmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti, bu istenmeyen olaylara sessiz kalmadığı gibi, 1915-1916 yıllarında kurduğu mahkemede Ermenilere zarar verenleri ağır bir şekilde cezalandırmıştır. Suçluların bu şekilde cezalandırılmış olmaları, tehcir kararını veren ve uygulayan Osmanlı Devleti’nin Ermeniler’e yönelik herhangi bir olumsuz niyet taşımadığının açık göstergesidir. Zaten Ermenilerin sadece savaş süresince ve geçici olarak gönderilmiş olmaları başka bir yoruma meydan vermez.
Ermeni soykırımını gündeme getirenler, 1916-1920 yılları arasında yayınlanmış dört kitabı referans almaktadır. Oysa bu kitaplar, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından Ermeni katliamı konusunda hukuki delil niteliği taşımadığı için dikkate alınmamıştır:
Ermenilerin, soykırım suçunu kanıtlamak için yararlandıkları başyapıt, 1916 yılında İngiltere Hükümeti tarafından “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Uğradığı Muamele, 1915-1916” adıyla yayımlanan ve genellikle “Mavi Kitap” diye atıfta bulunulan kitaptır. İngiliz Parlamentosu’nun onayıyla yayımlanan bu kitap, görünürde Osmanlı Hükümeti tarafından tasarlanan bir etnik imha planı çerçevesinde, Ermenilere karşı uygulanan vahşet ve katliamları ortaya koyan 150 ‘görgü tanığı’ tarafından hazırlanan belge ve raporları içermektedir. İngiliz büyükelçi Viscount Bryce (1838-1922) ile İngiliz tarihçi Arnold Toynbee (1889-1975) imzasını taşıyan Mavi Kitap’ın orijinal nüshasında, ‘Osmanlı misillemesinden korumak amacıyla’, görgü tanıklarının gerçek isimleri açıklanmadan onlara kod adlarıyla atıfta bulunuluyordu. İngiliz hükümetinin bu kitabı hazırlatmaktaki amacı, Amerikan kamuoyunun Ermenilere acıma duygusunu sömürerek Washington’un savaşa mümkün olduğu kadar erken girmesini sağlamaktı. Yayının bu açıdan başarılı olduğu bir gerçektir. Çünkü bu kitabın, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un (1856-1924) savaşa katılma kararı almasında önemli bir etken olduğunu zamanın İngiliz hükümeti üyeleri açıklamışlardır. Savaşın sona ermesinden sonra kitabın İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanmış olduğu ortaya çıktıysa da, Mavi Kitap etkisinden bir şey yitirmedi, Türkiye’ye karşı yıllar boyu son derece etkili bir propaganda aracı olarak kullanıldı ve soykırım iddiasının altyapısını oluşturdu. Tarihçi Arnold Toynbee; İngiliz Hükümetinin istekleri doğrultusunda gerçek dışı tarih yazdığı için zamanla rahatsızlık duymuştur. 1966 yılında yazdığı “Hatıralar” adlı kitabında; “Çok üzgünüm, orada yaptığımız sadece savaş propagandası amacına yönelik şeylerdi. Türklerin 1915’deki tehciri, savunma amacıyla alınmış bir önlemdi. Benzerini pek çok devlet yaptı. Amerika Birleşik Devletleri de İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki Japon nüfusu başka bölgelere nakletti” diye yazarak günah çıkarmıştır.
“Büyükelçi Morgenthau’un Hikayesi” adlı kitap, Ermeni ve batılıların dayandığı en büyük soykırım referansıdır. Henry Morgenthau (1856-1946), ABD’nin İstanbul büyükelçisi olarak 1914 ile 1916 yılları arasında görev yapmıştır. ABD’ye döndükten sonra Osmanlı’yı suçlayabilecek bir kitap yazabileceğini Başkan Wilson’a söyler ve onayını alır. Tercümanı ve danışmanı Arşag Şimavonyan (1868-1922) ile özel sekreteri Hagop Andonyan’ın katkılarıyla yazılan kitap, gerçekleri anlatmayı değil, Osmanlı’yı suçlamayı hedeflemiştir. Bu iki kişinin kitabın esas hayalet yazarı olan gazeteci yazar Burton Hendrick’e (1870-1949) verdikleri hikâyeler, yazar tarafından sanki ses bandı ile kaydı tutulmuş konuşmalar olarak kitaba yansıtılmış ve etkili olmuştur. Morgenthau’un kitabındaki olaylar çarpıtılmış, saptırılmış ve bazıları ise tamamen tersine çevrilmiştir.
Princeton Üniversitesi’nde görevli Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Heath Lowry (1942-), çok dikkatli ve titiz bir araştırma sonucunda yazmış olduğu “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsünün Perde Arkası” kitabıyla, Morgenthau’nun anılarını içeren kitabının tümüyle yalan ve yarı gerçek verileri içerdiğini belgelerle ortaya koymuştur.
Heath Lowry’e göre, Amerikan kamuoyunun belirgin özelliklerinden biri haline gelen ve günümüzde de varlığını sürdüren güçlü Türkiye aleyhtarlığının temel taşlarından biri olan Morgenthau’nın kitabı, İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek Ermeni azınlığa karşı planlı bir soykırım uyguladığı inancının ana çıkış noktalarından biridir. Morgenthau’nun anıları eski güvenilirliğinden çok şey yitirse bile, Ermeni tezlerinin taraftarları bugün hala bu kaynağa atıfta bulunmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar.
Alman Protestan misyoneri Johannes Lepsius’un (1858-1926), 1915 Temmuz ve Ağustos aylarında İstanbul’da yürüttüğü araştırmaların sonucunda Ermenilerin durumu hakkında rapor yazmıştır. Bu rapor Lepsius’un, İstanbul’da 31 Temmuz 1915 tarihinde ziyaret ettiği ABD Büyükelçisi Morgenthau’nun kendisine verdiği Amerikalı Protestan misyonerlerin uyduruk ve düzmece iddialarına dayanmaktadır. İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Ermeni azınlığına karşı bir soykırımı tasarlayıp uyguladığını iddia ettiği bu rapor, savaşın sona ermesiyle birlikte 1919 yılında “Dr. Johannes Lepsius’ün Ermeni Katliamı Hakkındaki Gizli Raporu” adıyla Paris’te yayımlanmıştır.
Lepsius’e Alman Dışişleri’nin yazdırdığı Osmanlı’yı suçlayıcı kitabın öyküsü şöyledir; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı hükümetinin tehcir kararını Alman Genelkurmayı’nın desteği ile aldığı ve uyguladığı hususunda Batılı ülkelerde yerleşik bir kanı vardı. Almanya’nın Ermeni tehcir ve kırımının baş mimarı olduğu, 1914-1916 yıllarında İstanbul’da görevli ABD Büyükelçisi Morgenthau tarafından iddia ediliyordu. Büyükelçi Morgenthau, anılarında, Ermenilerin tehcir edilmesini Türklere Almanların önerdiğini Alman Amirali Guido von Usedom’un (1854-1925) kendisine bizzat söylediğini yazmıştır. Amerikalı din eğitimi almış gazeteci ve misyoner Herbert Adams Gibbons (1880-1934) da, Ermenilerin “yok edilmesinden” Almanları sorumlu tutmuştur.
Amerikan misyonerlerinin gerçek dışı raporlarına dayanan Lepsius’un kitabı hakkında Prof. Dr. Heath Lowry şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: “Lepsius’un kitabı için ana kaynağın Morgenthau olduğu ortaya çıkmaktadır. Lepsius’un savaş sırasında Osmanlı başkentinde sadece bir ay kaldığı ve Anadolu’da daha az sayıda Alman misyoneri bulunduğu göz önüne alınınca, elindeki sürgünlerle ilgili malzemenin çoğunun Amerikalı misyoner kaynaklardan sağlanmış olması şaşırtıcı değil.”
Osmanlı Ermeni’si gazeteci Aram Andonyan’ın (1875-1952) 1920 yılında yazdığı “Naim Beyin Anıları: Ermeni Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri” adlı düzmece bir kitap vardır. Bu kitaba göre, Naim Bey adında Halep Valiliği’nde çalışan ve tehcir uygulamasından sorumlu hayali bir Osmanlı memuru, “Ermeni katliamını” kanıtlayan şifre-telgraf talimatları ve şifre anahtarlarını Aram Andonyan’a satmıştır. Bu telgraflarla sözüm ona Talat Paşa (1874-1921), Halep Valisi’ne bölgedeki Ermenilerin tümünün katledilmesini ve Türk erkeklerle evlenerek sağ kalmayı başaran Ermeni kadınlar ile Türkler tarafından evlatlık alınan öksüz Ermeni çocuklarının da toplanarak yok edilmek üzere çöle sürülmesi talimatını vermiştir.
Türk Tarih Kurumu’nun sağladığı olanaklarla çalışan iki araştırmacı, Şinasi Orel (1915-2004) ve Süreyya Yuca, Aram Andonyan’ın kitabında yer alan ve resmi olduğu iddia edilen belgeleri ele alarak inceleyerek, “Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü” adlı kitap yazmışlardır. Böylece Andonyan’ın kitabındaki belgelerin imzalar, tarih farklılıkları, kullanılan şifreleme yöntemleri, kullanılan kâğıt cinsleri, belgelerin dili gibi unsurların her birinin sahteliğini kanıtlamışlar ve Andonyan’ın iddialarını çürütmüşlerdir. Bu kitap İngilizce ve Fransızcaya da çevrilmiş ve bu sahtekârlığın ortaya çıkarılmasından sonra, Ermeni tarihçiler, Andonyan’ın kitabına artık atıfta bulunmaz olmuşlardır.
1993 yılında Prof. Dr. Samuel Huntington (1927-2008) tarafından yazılan ve 1996 yılında kitap halinde yayınlanan; dinsel ve etnik farklılaşmayı körükleyen “Uygarlıklar Çatışması” tezinden sonra, bazı ülkelerin parlamentoları arka arkaya “Ermeni soykırımını tanıma” kararı almışlardır. Parlamentoların “Ermeni Soykırımını tanıma” kararlarının tarihi gerçekliği ve hukuki geçerliliği yoktur. Bu kararların tamamı siyasidir.
1915 olayları hakkında gerçekleri saptıran yayınların yanında, doğruları gösteren yayınlar da vardır. Bu tarafsız yayınların araştırılıp okunması ile gerçek ve doğru bilgilere ulaşmak mümkündür. Ermeni Taşnak Komitesi’nin ve Ermeni Patrikhanesi’nin Türk akademisyenlere kapalı olan arşivlerinin açılması da, 1915 olaylarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Bu yabancı ve tarafsız kaynakların bazılarına göz atalım: 1919 tarihli iki önemli resmi Amerikan raporu arşivlerde bulunmaktadır. Birinci belge, 14 Haziran ile 12 Ağustos 1919 tarihleri arasında, bir yardım kuruluşu olan Yakın Doğu Amerikan Yardım Heyeti bünyesinde çalışan Yüzbaşı ve hukukçu Emory Niles (1892-1976) ve yardımcısı hukukçu Arthur Sutherland’in (1902-1973) hazırladığı rapordur. Bu ikili, Doğu Anadolu’da at sırtında yapılacak yardımlar için yaklaşık 1.400 kilometre dolaşmışlar ve raporlarında, esas katliamların “rafine yöntemlerle Ermeniler tarafından işlendiği, Müslüman köylerin tahrip edildiği resmen ve detaylı olarak” yazılıdır.
İkinci belge ise, 1 Ağustos 1919 tarihinde Doğu Anadolu’daki durumun incelenmesi ve Ermenistan’a Amerikan mandası kurmak görevi ile giden Tümgeneral James Harbord (1866-1947) ve 46 kişilik heyetin raporudur. Birçok ilde yaptıkları incelemeler ve Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile yaptıkları görüşmelerden sonra General James Harbord ve ekibi Türklerin haklı olduğu kanaatine varmışlardır. Amerikan Senatosu’na sunulan raporda “sadece Türklerin Ermenilere saldırmadığı, birçok yerde Ermenilerin de Türklere saldırdığı ve Müslümanları yok ettikleri; buna ait Ermeni ordu emirlerini gördükleri, manda sorununun ise ABD’ye maddi olarak ağır yük getireceği” yazılıdır.
İsveçli Jandarma Binbaşı Gustaf Hjalmar Pravitz (1877-1919), İran’a görevli giderken İstanbul’dan geçer ve Alman Mareşali Colmar von der Goltz’un (1843-1916) yemek misafiri olur. Sonra bir arkadaşı ile Anadolu’yu kat ederek İran’a doğru yol alır. 1915 Temmuz ve Ağustos aylarında tehcir sırasında Ermeni kafileleri yoldayken, iki İsveçli de tesadüfen bu bölgelerdedir. Yoldaki zorluk, sefalet ve açlığı görürler. İran’a geçerler. İki yıl sonra Binbaşı Pravitz İsveç’e dönünce, “Nya Dagligt Allehanda (NDA)” gazetesinde 23 Nisan 1917 günü bir yazı yazar ve görüşlerini şöyle açıklar. Kendisinin ve arkadaşının bu olaylar olurken bölgede at üzerinde olduğunu, açlık, sefalet ve üzücü olayları gördüğünü, kesinlikle planlı bir katliama tanıklık etmediğini ve tehcirin zorunlu nedenlere dayandığını, fakat kimsenin kimseyi bilinçli olarak öldürmediğini yazar.
Binbaşı Pravitz 1918 yılında hayatının bu bölümünü resimlerle birlikte yazdığı “İran Anılarım” adlı kitapta çok ayrıntılı olarak anlatır. Fırat nehrinin cesetlerle dolduğu için akamadığını söyleyenlere, Pravitz şöyle yanıt vermektedir: “nehir boyunu arkadaşla kilometrelerce gözlemledim, Fırat nehrinde yüzen hiçbir ceset görmedim.”
1917 yılı sonlarında ve 1918 yılının ilk aylarında Erzurum ve Erzincan’daki Ermeni terörüne bizzat tanık olan Erzurum 2. Ermeni-Rus Kale Topçu Alay Komutanı Yarbay Vladimir Nikolaevich Tverdokhlebov (1876-1954), gördüklerini ve yaşadıklarını tuttuğu günlüğüne not etmiştir. Bu günlüklerden yararlanılarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan “Gördüklerim, Yaşadıklarım, Erzurum 1917-1918” adlı kitapta, Ermeni vahşetinin ulaştığı boyutlar tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmektedir. Yarbay Tverdokhlebov, tüm çabalarına karşın Ermeni vahşetini önleyemediğini üzüntü ile günlüğüne not düşmüştür.
Boghos Nubar Paşa (1851-1930), 18 Ocak 1919 tarihinde Osmanlı Ermenileri Temsilcisi olarak Paris Barış Konferansı’na katılmıştır. Burada yaptığı konuşmada Osmanlı’nın, savaşın başında Ermeni temsilcilere geldiğini ve Ruslara karşı ittifak edelim, karşılığında size çoğunluk olduğunuz bölgelerde özerklik verelim dediklerini, kendilerinin de bu teklifi reddedip müttefiklerin safında savaştıklarını söylemiş ve savaşta Ermeniler kadar Türklerin de kayıplarının olduğunu bildirmiştir. Aynı konferansa Ermenistan Cumhuriyeti Başkanı olarak katılan Avetis Ahoranyan (1866-1948) ise, Rus generallerin kontrolünde Rus birlikleriyle beraber Osmanlı’ya karşı savaştıklarını ve “biz onlardan öldürdük, onlar da bizden” diyerek, olayı doğru şekilde özetlemiştir.
İngiliz Kraliyet Matbaası tarafından basılan Birinci Dünya Savaşı ile ilgili gizli belgelerde, savaş sırasında Ermenilerin Amerikalılar tarafından nasıl desteklenip kışkırtıldıkları gösterilmektedir:
492. belgede İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Richard Webb’den (1870-1950), Lord George Curzon’a (1859-1925) yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı şöyledir: Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan‘ı himaye edecektir. Geri kalan dört ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakacaktır.
10. belgede 16 Şubat 1920 tarihinde Londra Konferansı tutanakları vardır: Ermenistan’a 6 ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. Amerika, Ermenistan’a yardım edecektir ve mandası altına almayı da kabul etmektedir. Fransa ise Adana’yı kendisi için istemektedir.
12. belgede Londra Konferansı tutanaklarından: Lord Curzon, Erzincan’ın da Ermenistan’a verilmesini, Karadeniz’de bir Lazistan kurulup, Ermenilerin mandasına vermek istemektedir.
38. belgede 28 Şubat 1920 tarihinde Londra Konferansı tutanaklarından: “Mustafa Kemal kendisini Erzurum Valisi ilan etmiştir. Erzurum’da yeni kurulacak Ermeni devletinin katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir harekettir. Anlaşılan; Atatürk olmasaydı Ermenilerin bir şansı olurdu.”
46. belgede 5 Nisan 1920 günü George Nelson Lindsay’in (1888-1961) Washington’dan Lord Curzon’a yazdığı yazı şöyledir: “Amerikan Senatosu Ermenistan‘ın mandası işini görüştü. Beş yılda 757 milyon dolar vereceklerdir. İlk başlangıçta 50.000 kişilik bir ordu yollanacak, daha sonra 200.000 kişiye çıkacaktır. Ayrıca bütün Türkiye’nin mandası için de görüşmeler yapılmaktadır.”
63. belgede 16 Mayıs 1920 tarihinde Sir Auckland Campbell Geddes’in (1879-1954) Lord Curzon’a yazdığı yazı şöyledir: “Amerikan hükümeti, Ermenistan’ın Adana da dâhil korunmasını istiyor. Silah, cephane, demiryolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler. Boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak bir hareket Amerikalılar tarafından bastırılacaktır.”
Ermenistan’ın ABD’ye yolladığı ilk elçi olan Erzurum eski milletvekili Karekin Pastırmacıyan (1872-1923), savaştan sonra yazdığı bir makalede, 1915 yazında Ermeni güçlerinin isyanlarla beş Türk tümenini bağlayarak, Rus Ordularını muhakkak bir felaketten kurtardıklarını yazmıştır.
1918 yılında kurulan Ermenistan devletinin ilk Başbakanı ve Taşnaksutyun (Taşnak) Partisi’nin kurucularından Ovanes Kaçaznuni (1867-1938), Taşnak Hükümetini Ağustos 1919 tarihine kadar yönetmiştir. Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te yapılan Ermeni sorunuyla ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” adlı 128 sayfalık rapor bütün gerçekleri gözler önüne sermektedir. Bu rapor ülkemizde yayınlanmıştır ama Ermenistan’da yasaktır; ABD’de listelerde yer alır, fakat imha edilmiştir.
Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermeniler’in bütün tezlerini çürüten bu raporda şu çarpıcı ifadeler vardır: “Türklere savaşı biz açtık. Türklere karşı ayaklandık. Hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hakimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Öldük ve öldürdük. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize sunduğu büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. “Türkiye Ermenistan’ı” diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Tehcir’de Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin nedenlerini kendi dışımızda aramak bizim hastalıklı milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir. Herkes Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Ruslar tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı ve ihanet etti. Emperyalistler bizi kullandı. Büyük Avrupa devletleri bizi defnettiler. Sevr yerine, Türkler’le anlaşsaydık çok şey kazanırdık. İngilizler karşılıklı katliamları kışkırttı. Müslüman bölgelerinde düzeni sağlayacak idari önlemler alamadık, silaha sarılmak zorunda kaldık, ordular gönderdik, yıktık ve katliamlar gerçekleştirdik. Türkler savunma güdüsüyle hareket ettiler. Övünülecek hiçbir işimiz yok. Kendi dışımızda suçlu aramayalım. Evet, intihar etmeyi öneriyorum. Taşnak Partisi’nin artık yapacağı hiçbir şey yok. Partiyi dağıtalım. Bu kararı almazsak, bizi yıkım ve şerefsizlik bekliyor.”
1927 yılında Ermeni asıllı Rus General Gavril Korganoff (1880-1954), “1914-1918 Dünya Savaşında Kafkas Cephesinde Ermenilerin Katılımı” adlı 1927 yılında Paris’te yayınlanan kitabında; Ermeni-Rus ilişkilerinin boyutunu, Ermeni Gönüllü Birliklerinin nasıl örgütlendiklerini ve silah altına alındıklarını, isyanın Rusya’nın desteği ile nasıl düzenli ordu haline geldiğini, Türklere karşı savaştırılarak, nasıl Türk birliklerinin geri bölgelerini çökertmeye çalıştıklarını ve Ermeni tehcirinin nereden kaynaklandığını, el ile çizilmiş 30 cephe planıyla birlikte açıklanmıştır. Kitapta Dört Ermeni Gönüllü Birliği kurulduğu ve tek tip askeri üniforma hazırlandığı anlatılmıştır.
1940 yılında, Rus Tümgenerali Nicolay Georgiyeviç Korsun (1891-1944), zorunlu göç kararı uygulanırken, Türk askeri makamlarının ve Türk halkının göçmenlere nazik davrandığını; ancak bazı bölgelerde Ermenilerin saldırılara uğradıklarını yazmıştır. Rus Tümgeneraline göre, Ermeni göçmenlerin yarısı açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle ölmüştür.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İçişleri eski Bakanı Behbud Han Cevanşir (1877-1921), 18 Temmuz 1921 tarihinde İstanbul Pera Palas Oteli’nin önünde Trabzon doğumlu Misak Torlakyan (1889-1968) adlı bir Ermeni tarafından vurularak şehit edilmiştir. Bu cinayet davası, işgal altındaki İstanbul’da İngiliz Divanı Harbi’nde görülmüştür. Sanığın avukatları Sivas eski milletvekili, Darülfünun İngilizce Muallimi Dikran Barsamyan Efendi, Darülfünun Ceza Müderrisi Hasruyan Efendi (1873-1946) (Hamayak Hüsrevyan) ve Maltalı Doktor Miçi Efendi’dir. Hasruyan Efendi son savunmasında ‘tehcir’ olayından söz eder ve 1915 olaylarının Osmanlı yetkilileri tarafından tertiplendiğini, Ermenilerin uzak ve sağlıksız bölgelere sürgün edildiklerini ve yollarda 60 bin kişinin hayatını kaybettiğini, yerlerine varan 600 bin kişinin de zor şartlar altında yaşadıklarını anlatır. 1922 yılında İngiliz İşgal Mahkemesi’nin önünde söylenen bu sözler, bugün söylemlerinde ölü sayısını 1,5 milyona çıkaranların yalanlarını su yüzüne çıkarmaktadır. Dava 4 Ocak 1922 tarihinde sonuçlanmış ve alınan sahte bir rapor ile cezai ehliyeti olmadığı gerekçesiyle sanık Mislak Torlakyan, İngiliz İşgal Mahkemesi tarafından beraat ettirilmiştir. Ermeni Patrikliği’ne teslim edilen Mislak Torlakyan, bir Yunan vapuruna bindirilerek Pire şehrine gönderilmiştir.
Milletler Cemiyeti Mültecilere Yardım Ofisi Başkanı Norveçli Fridtjof Nansen (1861-1930), Cemiyetin 1929 yılındaki raporunda; “Müttefiklerin Ermenilere birçok vaatte bulunduğu, Ermenilerin müttefiklerin ordularında Osmanlı’ya karşı savaştıkları, 200 bin Ermeni’nin bu savaşlarda öldüğü, 500 bin Ermeni’nin de Kafkasya’ya göç ettiğini fakat verilen sözlerin tutulmadığını” yazmıştır.
Osmanlı arşivlerinde Ermeni iddialarını çürütecek nitelikte çok sayıda belge bulunmaktadır. Bu özellik, Osmanlı arşivlerinde çalışmalarıyla tanınan ABD’li tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw (1930-2006) tarafından şu ifadelerle onaylanmıştır: “Osmanlı Hükümeti’nin gizli belgelerinin özenle incelenmesi, İttihat ve Terakki liderlerinden hiçbirinin veya devlet mekanizmasındaki herhangi bir kişinin Ermenilere katliam yapılması hususunda talimat verdiğini gösteren bir kanıt bulunmadığını ortaya koymaktadır. Aksine, taşradaki askeri birliklere can kaybına yol açabilecek her türlü saldırının ve toplumsal taşkınlıkların önlenmesi talimatı verilmiştir.”
Prof. Dr. Bernard Lewis (1916-2018), tehcir uygulamasının Ermeni ulusuna karşı bir yok etme yöntemi olmadığını, bu nedenle soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini açıklamıştır. Bernard Lewis’in Ortadoğu ve Osmanlı tarihi alanında dünyaya ün salmış bir kişi olması nedeniyle, bu konudaki açıklamaları, çoğunluğu Ermeni tezlerini benimseyen Batılı akademisyenler açısından ezber bozucu olmuştur. Bernard Lewis’in, 16 Kasım 1993 tarihindeki Le Monde Gazetesi’ndeki söyleşisindeki açıklamaları şöyledir; “Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur… Türklerin tehcire başvurmalarının meşru nedenleri vardır… Zira Ermeniler Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı.”
Bernard Lewis, 1 Ocak 1994 tarihli Le Monde Gazetesi’nde “Bernard Lewis’in açıklamaları” başlığı altında şu metni yayımlamıştır: “Osmanlı Devleti, Yahudilere karşı kin ve düşmanlığı tahrik eden Avrupa’daki antisemitizm kampanyasına benzer eylem ve davranışlar içine girmemiştir. Ermeni tehciri, bütün ülkeyi kapsamamış ve özellikle İstanbul ve İzmir gibi kentlerde uygulanmamıştır. Tehcir kararının meşru nedenlere dayandığı inkâr edilemez. Ermeniler bazı Amerikan misyonerlerinin raporlarının ortaya koyduğu üzere, tehcir kararından önce ele geçirdikleri köylerde korkunç zulümler yaptılar. Osmanlı topraklarını işgal eden Rusları kurtarıcı olarak gördüler ve onlara destek vermekle kalmayıp onların safında çarpıştılar. Bu durum, Osmanlı Hükümeti’ni, bu sorunu daha önce de başvurmuş olduğu tehcir yöntemiyle çözme kararını almaya yöneltmiştir… Ancak, Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni milletini toptan yok etmeyi amaçlayan bir planının ya da kararının varlığına ilişkin ciddi hiçbir delil veya belge mevcut değildir.”
Fransız avukat Georges De Maleville (1930-2006), “1915 Osmanlı Rus – Ermeni Trajedisi” adında yazdığı kitapta görüşlerini şu şekilde açıklamıştır: “İmha planı ve soykırım olmamıştır. Alınan tedbirlerin kronolojik sıralaması da bunu doğruluyor. Enver Paşa’ya (1881-1922) Ermeni toplumunu göç ettirme fikri, Van Gölü etrafındaki Ermenilerin ayaklanmaları ve ihtilal için bir ocak halinde bulunmaları sonrasında gelmiştir. 2 Mayıs 1915 tarihinde Enver Paşa tarafından öngörülen önlemler, sadece Doğu Anadolu’da isyan etmiş Ermenilerle ilgilidir. İncelenen belgeler açıkça göstermektedir ki, Türkiye’nin düşmanlarının ısrarla öne sürdükleri fikir asla olmamıştır, yani etkili üç üyesinden biri Enver Paşa olan İttihat ve Terakki yöneticilerinin 1915 yılı başlarında Ermenileri yok edecek gizli bir imha planları yoktur. Zira daha önce göç ettirme kararı alınmadan üç hafta önce, 2 Mayıs 1915’te Enver Paşa’nın zihninde oluşmuş hiçbir proje yoktur, sadece bir fikir söz konusudur.” Avukat Georges de Maleville, Ermeni soykırımı savını belgelerle çürütmekle de kalmıyor, Fransa’nın diktiği “Kin Anıtı”nın, bayağı bir düşüncenin ürünü olduğunu vurgulayarak tarihe not düşüyor.
Türk Tarihi ve Atatürk kitaplarıyla ünlenen tarihçi Prof. Dr. Andrew Mango (1926-2014), 15 Mart 2005 tarihinde Sky-Türk televizyonunda katıldığı bir programda Ermeni sorununu şöyle tanımlamıştı: “Türkiye’nin doğu bölgesinde yaşanan Ermeni olayını istisnai bir duruma sokmak kasıtlı bir davranıştır. Bana göre, bu soykırım değildir. Rus orduları Anadolu’da ilerlerken, Türklerden de onbinlerce kişi öldürülmüştür. Ermeniler de Türkleri katletmişlerdir. Bu karşılıklı bir savaştır. Ama asla bir soykırım değildir. Ermeniler ise olayların bu şekilde cereyan ettiğini asla kabul etmezler. Anadolu’daki Ermeni sayısı 1,5 milyonu geçmez. Bunlar Lübnan’a, Suriye’ye, Ermenistan’a, göç etmişlerdir. 1,5 milyonun büyük bir kısmı kurtulmuştur. ABD’li Prof. Dr. Justin McCarthy (1945-) de bu alanda önemli çalışmalar yapmıştır. Ermeniler onun çalışmalarını dikkate almamışlardır. Ermeniler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra müttefiklerden ödün koparmak için bu soruna ilişkin olarak yardım talebinde bulunmuşlardır. ‘Bakın biz sizin için isyan çıkardık’ diyerek müttefiklerden destek istemişlerdir. Ermeni sorununa ilişkin olarak Türk, İngiliz, Fransız ve Alman arşivleri açıktır. Ermeniler ise arşivlerini açmamakta ısrar ediyorlar, davalarının zayıflayacağına inandıkları için arşivleri açma konusu öne sürülünce öneriyi hemen reddediyorlar. ‘Mavi Kitap’ İngilizlerin bir propaganda kitabıdır. Kitabın, propaganda kitabı olduğu tartışmasız kabul edilmelidir… Bu kitapta yer alan belgelerin çoğu misyonerlerin raporlarından alınmıştır. Savaş sırasında Ermeniler için çalışan Amerikalıların Taşnaklardan duydukları itiraflardır. Bu raporlarda, Türklere yapılan mezalimden hiç söz edilmemiştir. Parlamentoların Ermeni soykırımını tanımaları hem yanlış hem de gülünçtür. ‘Mavi Kitap’ tek yönlü bir belgedir. İyi bir tarihçi belgelerin gerçek olup olmadığını araştırır. Ermenilerin Türkler aleyhine kampanyası 1955’ten beri devam ediyor. Kolay kolay sona ereceğine de inanmıyorum.”
ABD eski Başkanı Ronald Reagan’ın (1911-2004) hukuk danışmanı Bruce Fein (1947-), 4 Haziran 2009 tarihinde HuffPost World dijital medya kuruluşuna yazdığı makalede şu görüşlere yer vermiştir: “Beyaz Saray 1981 yılında araştırma yaptı, Ermeni terör çeteleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Ermenilerin 2 milyonun üzerinde Türk’ü katlettiği ortaya çıktı. İşgalden kaçmak ve katliamdan kurtulmak için topraklarından göç etmek zorunda kalan Türkleri de eklediğimizde Birinci Dünya Savaşındaki Türk kaybı 2.400.000 kişiye ulaşmaktadır. Ancak bundan hiç kimse söz etmemektedir. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük menfaat sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemeyen Ermeniler, ısrarla kendi arşivlerini açmıyor, çünkü arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak…” Bruce Fein, bu söylemlerle soykırım olmadığını açıkladığı gibi, çok sayıda Türk’ün Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeniler tarafından katledildiğini de bildirmiştir.
ABD’li subay ve tarihçi Edward Erickson (1950-), “Osmanlılar ve Ermeniler” kitabında 1915 Ermeni ayaklanmasının Rus işgaline karşı savaşan Osmanlı ordusunun güvenliği açısından ağır ve acil bir tehdit oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Tehcir kararının Ermenilerin yok edilmesi amacıyla alınmadığını, askeri tehdit olan Ermenileri kontrol etmek amacıyla alınmış bir karar olduğunu açıklamaktadır. Ayrıca tehcir kararının askeri bir soruna bulunan çözüm olduğunu da belgelendirmektedir.
İngiltere Devlet Bakanı Margaret Mildred Ramsay (1936-), 14 Nisan 1999 tarihinde İngiltere Hükümeti adına yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Osmanlı İdaresinin Ermenilerin yok edilmesi kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz Hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır. Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir. Zira bu olaylar hukuki ve tarihi tartışmalardır.”
İngiltere Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes (1950-), 22 Ocak 2001 tarihinde Ankara’da düzenlediği basın toplantısında şu açıklamayı yapmıştı: “Bir süre önce, İngiliz Hükümeti Ermeni iddiaları konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916’da meydana gelmiş olan olayların belgelerini inceledi. Bu olayların Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bu İngiliz Hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir.”
ABD’li hukukçu ve araştırmacı Samuel Weems (1936-2003), Türkiye, İngiltere ve ABD arşivlerinde yıllarca süren araştırmalarının sonucunda Ermeni iddialarının ne kadar asılsız olduğunu görmüş ve Ermeni yalanlarının peşinden sürüklenen ABD kamuoyunu uyarmak amacıyla 2002 yılında “Ermenistan-Terörist Hıristiyan Ülkenin Sırları” adlı kitabı yazmıştır.
Ermenistan’ın kuruluşundan itibaren bir ‘terörist’ devlet olduğunu savunan Weems, Ermeni Kilisesi’ni de terörizme verdiği destek nedeniyle eleştirmiştir. Kitabındaki şu sözleri çok anlamlıdır: “… Ermeniler Hıristiyan dünyası içerisinde sık sık masallar anlatarak kendilerinin acı çeken millet olduklarını iddia etmektedirler. Onlar Hıristiyan olmayan herkesin ve her şeyin Hıristiyanlığa karşı zararlı, korkutucu ve nefret dolu olması düşüncesini oluşturmaktadırlar. Bu günlerde Ermenilerin bahsettiği en büyük masal ise güya onların bir buçuk milyonluk atalarının 1915 senesinde Türkler tarafından katledilmeleridir ki, bu 20. yüzyılın ilk genosit masalıdır…”
ABD’li tarihçi Prof. Dr. Guenter Lewy (1923-), 2005 yılında yayımladığı “Osmanlı Türkiye’sindeki Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir Soykırım” adlı kitabında, Ermeni yazarlar tarafından geçmişte soykırımını desteklemek üzere öne sürülmüş bütün kanıtların güvenirliğini irdelemiştir. Kitabında tehcir sırasında Osmanlı devlet adamlarının Ermenilerin can güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığını ancak kasıtlı bir soykırım amacının bulunmadığı sonucuna varmıştır.
Avusturyalı tarihçi, yazar ve belgesel film yapımcısı Erich Feigl (1931-2007), “Bir Terör Efsanesi” ve “Ermeni Mitomanyası” adlı kitaplarında Ermeni soykırımı iddialarını kepazelik olarak nitelendirmiş ve Ermenileri, “tarihi saptırarak dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmakla” suçlamıştır. 21 Nisan 2005 tarihinde İstanbul’da verdiği konferansta şunları söylemiştir: “Soykırım konusunda tartışma olmaz. Bu kabul edilemez. Ermenilerin iddialarını bir kez tanıdınız mı arkasından tazminat ve toprak talepleri gelir. Bunu kesinlikle yapmayın. Soykırımı sakın tartışmayın. Rica ediyorum, Avrupa Birliği’ne teslim olmayın. Bu topraklar sadece size ait. Sizler Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle yerleşmediniz. Çatalhöyük’teki arkeolojik bulgular, sizlerin 10.000 yıldan daha uzun süredir burada bulunduğunuzu kanıtlamaktadır.”
Rus devlet arşivlerinde çalışmalar yapan Dr. Mehmet Perinçek (1978-), özellikle raporlar ve iç yazışmaların devlet yetkililerinin gerçeği belirlemeye yönelik samimi değerlendirmelerini içerdiğini bildirmektedir. Bu belgelerin ortak özelliği, Türkiye’nin tezlerini esas olarak doğrulaması ve Ermeni soykırımının doğru olmadığını tartışmasız bir biçimde gözler önüne sermesidir. Mehmet Perinçek, Rus devlet arşivlerinde Ermeni sorunu üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda ulaştığı belgelerin içeriğini şöyle özetlemektedir:
Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında hem devletlerarası savaş düzleminde, hem de halklar arasındaki boğazlaşmalarda, karşılıklı kırımlar yaşanmıştır. Çarlık Rusya’sı ordularında 200 bin Ermeni askerinin savaştığı göz önünde tutulursa, çok sayıda askerin bu savaşta hayatını kaybettiği öncelikle saptanır. İkincisi Ermeni çetelerinin yabancı devletlerle işbirliği ve etnik temizliğe girişmeleri nedeniyle, Osmanlı Devleti ile bu çeteler arasında çatışmalarda karşılıklı kayıplar verilmiştir. Üçüncüsü, ordular arasındaki savaş cepheleri dışında, Ermeniler ve Müslüman halk arasında da karşılıklı şiddet uygulanmış ve çok sayıda insan ölmüştür.
İskoç tarihçi Prof. Dr. Norman Stone (1941-2019), yazdığı eserlerinde ve söyleşilerinde Ermeni soykırım suçlamaları konusundaki kuşkuculuğunu sürekli olarak dile getirmiş ve diaspora grupları tarafından ileri sürülen soykırım suçlamasını açıkça reddetmiştir.
2008 yılında New York’ta kurulan Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı (TASFO), Ermenilerin fanatik, küçük düşürücü ve ırkçı soykırım yalanlarıyla mücadele konusunda Türk-Amerikan Diasporası içinde kritik bir rol üstlenmektedir. Bu nedenle TASFO, Ermeni sorununa önemli araştırmalarla katkıda bulunan ünlü Batılı tarihçi, siyaset bilimci, akademisyen ve aydınlarla bir dizi röportajlar yapmaya başlamıştır.
1915 olayları üzerine araştırma yapan İrlandalı tarihçi Dr. Patrick Walsh (1961-), 29 Nisan 2020 tarihinde Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’na verdiği röportajda şunları söylemiştir: “Osmanlı’nın, Ermenileri öldürmek gibi bir planı olduğuna dair hiç bir kanıt yoktur. 1915’in başlarındaki Ermeni ayaklanmasının Osmanlı Devleti için varoluşsal bir kriz yaratması ve sonrasındaki çok sayıda istilanın sonucunda meydana gelen felaket durumundan dolayı, zorunlu göç (tehcir) uygulaması doğaçlama olarak yapıldı.
Ünlü İngiliz Kabine Sekreteri Maurice Hankey (1877-1963), o dönemlerde “herhangi bir hükümet için en büyük endişe unsurunun, o devletin güvenliği olduğunu” söylemiştir. Osmanlılar da, bu prensiple hareket ettiler. İngiliz, Rus, Amerikan ya da başka herhangi bir devletin de, aynı durumla karşı karşıya kaldıklarında benzer şekilde hareket edeceğine kesinlikle şüphe yoktur. Bütün bu saydığım devletler, kendi devletleri söz konusu olduğunda, çok daha az tehlike ve tehdit arz eden ayaklanmaları dahi bastırmak için benzer isyan bastırma yöntemlerini kullanmışlardır.”
Alman Siyaset Bilimcisi Prof. Dr. Christian Johannes Henrich (1977-), 14 Haziran 2020 tarihinde Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’na verdiği röportajda; “soykırım iddiaları Ermeni diasporasında en başından beri bir sorunsaldı. Ne İstanbul Ermeni Patrikhanesi Temsilcisi, ne de Hatay’daki Ermeni Cemaati bu iddiaları desteklemiyordu. Burada duyduğum sesler, 1923’te Taşnak Partisi Konferansı’nda Türkleri bu suçlamalardan beraat ettiren ve Müslüman sivil nüfusa karşı Ermenilerin katliamlarına atıfta bulunan ilk Ermeni Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin konuşması ile çakıştı.”
1915 olayları üzerine araştırma yapan Tennessee Tech Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü Michael Gunter (1943-), 17 Ağustos 2020 tarihinde Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’na verdiği röportajda; “Osmanlı Devleti’nin Ermenilerin öldürülmesinin resmi bir politikası olduğunu kanıtlayan hiçbir belge” olmadığını bildirdi. Ermeni yazar Aram Andonian tarafından 1919 yılında sözde kasıtlı katliamları kanıtlamak için yayınlanan tanınmış belgelerin ise gerçek olmadığını açıkladı.
Louisville Üniversitesi’nde nüfus bilimci ve tarih profesörü Justin McCarthy, 26 Ekim 2020 tarihinde Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’na verdiği röportajda şunları söylemiştir; “Osmanlının tehcir ettiği insanlar, Osmanlının verdiği savaşa ve sivil halka karşı tehdit oluşturabilecek bölgelerde yaşayanlardı. Ancak Osmanlı’nın tüm Ermenileri toplayıp gönderdiği doğru değildir. Osmanlıların bu tehciri Ermenileri öldürmek için yaptığını söylemek de doğru değil. Bu çok saçma. Osmanlı Ermenileri öldürmek isteseydi, onları öldürebilirdi. Bunun yerine onları uzaklaştırdılar. Cemal Paşa (1872-1922), Osmanlı askerlerinin yiyeceklerinden alıp Ermenileri beslemek için kullandı. Dolayısıyla Osmanlıların onları öldürmeye çalıştığı kesinlikle doğru değildir, tarihsel kayıtlara gerçekten baktığınızda, bu yönde hiçbir kanıt yoktur.
Mavi Kitap” hakkında yaklaşık 100 sayfalık bir kitap yazdım. Mavi Kitap, Morgenthau’nun kitabıyla aynı şey değildir. Mavi Kitap, İngiliz Propaganda Örgütü “Wellington House” tarafından yazılmış bir propaganda parçasıydı. Ve Türklerin kötü görünmesi için de bayağı parlatıldı. O zamanlar elbette tanımlamadıkları ve daha sonra bizim bulduğumuz kaynaklar, çoğunlukla misyonerlerdi. Aslında Taşnak Partisinden gelmiş sekiz kadar insan da var. Her halükarda güvenilir tarihsel kayıtlar değillerdi. Ayrıca belgelerin yaklaşık %50’si Amerikan misyoner teşkilatını yöneten Barton adlı bir adam tarafından, Amerikan misyoner örgütü tarafından gönderildi. Orada bir dizi aldatmaca da var.
Şimdi bir de Morgenthau Kitabı… Morgenthau kitabı hiç de öyle tarihsel bir kayıt değil. Morgenthau, kitabın çoğunu kendisi bile yazmadı. Hayalet bir yazarı vardı. Ve Morgenthau delil vasfı olmayan şeyler de ifade ediyor. Örneğin, güya Alman Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim’ın (1859-1915) söylediği şeyler hakkında konuşuyor. Ve Wangenheim’ın Berlin’e yazdıklarına bakarsanız, bunların hiçbirini söylememiş! Wangenheim, güya Morgenthau’ya Türklerin tüm Ermenileri öldürmeyi planladığını söylüyor. Wangenheim bunun doğru olduğunu düşündüyse, aynı mesajı Berlin’e de göndermiş olması gerekmez mi? Kitabını okursanız, Ermenilerin üstün bir ırk olduğundan ve Türklerin daha güçlü, daha iyi çocukları olsun diye tüm Ermeni kadınlarına tecavüz etmek istediğinden filan bahsediyor. Demek istediğim, tüm bunları okuyup dersiniz ki, “Bu ırkçı, aşağılık adamın söylediği hangi şeye, nasıl inanılabilir?”
Osmanlı’dan Kafkasya’ya 300-350 bin kişi gitti ama bunların yarısından fazlası öldü. Nedeni ise açlık ve hastalıktı. Bu arada Rus ordusunun da onlara yardımcı olmak için pek bir şey yapmadığını da eklemeliyim. Onlara yardım edenler sadece Erivan’daki Ermenilerdi. Onları biraz olsun beslemeye çalıştılar. Ama Ruslar umursamadı. Ruslar sadece Ermenileri kullanıyordu. Hep Ermenileri kullandılar. Tüm olan bu korkunç şeylerde bir suçlu aranacaksa, Ermenilere her türlü şeyi vaat edip asla vermeyenler Ruslardır.”
Fransız tarihçi Dr. Maxime Gauin (1983-), 31 Aralık 2020 tarihinde Türk-Amerikan Güvenlik Vakfı’na verdiği röportajda; “1915 olaylarının soykırım olarak değerlendirilemeyeceğini, o dönemde sistematik bir katliam yapılmadığını ve milletvekilleri, memurlar ve üst düzey devlet adamları dahil en az 350 bin hatta büyük olasılıkla 500 bin Osmanlı Ermeni’sinin tehcirden muaf tutulmasının önemli olduğunu söyledi. Bunun yanında sistematik bir katliamın hiçbir zaman yapılmaması, merkezi hükümetin Ermenilerin korunması hususundaki açık emirleri ve 1915-1917 arasında suçluların gereken cezalara çarptırılmış olmalarının “soykırımın olmadığına dair” güçlü deliller arasında olduğunu bildirdi.”
Birçok değerli yabancı bilim insanlarının, araştırmacıların ve tarihçilerin çalışmaları sonucunda ortaya çıkan gerçek şudur: Osmanlı Devleti’nin, Ermenilere soykırım uygulaması gibi bir olay olmamıştır. Yaşananlar sadece savaş koşullarında düşmanla işbirliğine ikna edilmiş Ermenilerin, iç ve dış güvenlik açısından yerlerinin değiştirilmesidir. Bu göç olayı sırasında karşılıklı kırıma dayalı üzücü olaylar ve kayıplar yaşandığı da zaten bilinmektedir.
Üzerinde fırtınalar koparılan Tehcir, devletin savaş halinde bulunduğu düşmanla işbirliği yapan bazı yurttaşlarını, ordu ve sivillerin güvenliğini sağlamak amacıyla zorunlu göçe tabi tutmasıdır. Osmanlı Devleti çıkardığı yasayla isyancı Ermenileri kendi toprakları içindeki savaş yaşanmayan bölgelere göç ettirmek zorunda kalmıştır. 1915 yılında yaşananların karşılıklı bir çatışma olduğu, her iki tarafın da büyük kayıplar verip acılar çektiği çok açık bir gerçektir. Ermeni liderlerin beyanlarıyla da sabittir ki, Ermeniler de Osmanlı’yla savaşan ülkeler safında, Osmanlı’ya karşı savaşmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin amacı, Ermenileri yok etmek değildi. Askerler cephede savaşırken, biraz yapısız ve güçsüz olanlar hatta mahkûm erkekler maaşlı jandarma yapılmış ve zorunlu göç kafileleri bunların korumalarında birkaç yüz kişilik gruplar halinde Haziran sonlarından itibaren yollanmaya başlanmıştır. Osmanlı Devleti Ermenileri yok etmek isteseydi, böyle bir uygulama yapar mıydı?
Yollarda belirli yerlerde dinlenme ve beslenme kampları, revir ve hatta Ermeni Papaz bile vardı. Yasaya göre, isteyen evini 10-15 gün içinde satabilir ya da kiralanmak üzere hükümete bırakabilirdi. Kıymetli eşyalar denk içinde depo olarak kullanılan kiliselerde, kilit altına alınmıştı. Sahipleri döndüğünde, emanetleri alabilirlerdi. İsteyenler hayvanlarını yanlarına alabilirlerdi, eşyalar kağnılara koyuluyordu. Kendi kağnısı olmayana devlet bu seyahat için sürücüsü ile bir kağnı veriyordu. Osmanlı Devleti Ermenileri yok etmek isteseydi, Ermenilere göç yollarında bu hizmetler verilir miydi?
İngilizler 1919 yılı sonunda Maraş‘ı işgal ettiklerinde Maraş şehrinde Ermeni çocuklar için kurulmuş toplam beş yetimhane buldular. Yalnızca Maraş‘ta toplam 1.400 Ermeni çocuk koruma altındaydı. Anadolu’daki yetimhanelerde 22.000‘den fazla Ermeni çocuk kurtarıldı. Osmanlı Devleti Ermenileri yok etmek isteseydi, Ermeni çocuklarını koruma altına alır mıydı?
Osmanlı hükümeti, Sis (bugünkü Kozan) Ermeni manastırındaki kutsal eşyaların zarar görmemesi için özel bir kervan hazırlatarak, Şam’a gönderdi. Bugün bu kutsal eşyalar Lübnan’da bir müzede sergilenmektedir. Osmanlı Devleti Ermenileri yok etmek isteseydi, Ermenilerin kutsal eşyalarını koruma altına alıp Şam‘a yollatır mıydı?
3. Ordu Kumandanı Mahmut Kamil Paşa’nın (1880-1922), 31 Temmuz 1915 tarihli tek satırlık emri şöyleydi: “Refakat ettiğiniz halka kaba lisanla hitap etmeyin ve onların mallarını koruyun.” Osmanlı Devleti Ermenileri ölüme yollayacak olsa, soykırım yapsaydı böyle bir emir verilir miydi?
1916 yılının ilk yarısında savaş devam ederken kurulan Divan-ı Harp Mahkemeleri’nde tehcir sırasında kusur, cinayet, hırsızlık gibi suçları işleyenler yargılandı. Bu mahkemelerde 528’i güvenlik görevlisi, 170’i kamu görevlisi ve 975’i halktan olmak üzere 1.673 kişi tutuklu olarak yargılandı. Mahkemeler 403 kişiyi suçsuz buldu, geri kalan 1.370 kişiden 67’i ölüm, 524’i hapis, 68’i kürek ve 711’i pranga, sürgün ve para cezası olmak üzere cezalandırılmıştır. Güneyde ise Cemal Paşa’nın yakalanabilen hiçbir fırsatçıya göz açtırmadığı ve gereğini yaptığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti Ermenileri yok etmek isteseydi, böyle bir yargılama yapıp, cezalar verir miydi?
Osmanlı Hükümeti savaşın sona ermesinden sonra, isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkartmış ve dönenler için hukuki düzenlemeler yapmıştı. Bunların yanında tehcirden kurtulmak için din değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiştir. Memleketlerine dönenlerin yol masrafları karşılanmış ve belli süre yemek yardımı yapılmıştır. Ayrıca dönenlerin malları geri verilmiş, bazı vergilerden muaf tutulmuş, geri dönenlerin mallarının iadesiyle ilgili komisyonlar kurulmuştur. Müslüman ailelerin yanındaki yetim Ermeni çocuklar, Ermenilerden oluşan komisyona teslim edilmiştir.
Bu bilgiler Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilere soykırım yapmak gibi bir düşüncede olmadığını kanıtladığı gibi, devletin kendi güvenliği açısından savaş sırasında önlem olarak tehcir uyguladığını da gözler önüne sermektedir. İşte bu yüzden savaş sonrasında Ermenilerin memleketlerine geri dönmesine izin verilmiştir.
O dönemde Osmanlı coğrafyasının tamamında yaşayan Ermeni sayısı 1.294.000, göç uygulaması yapılan Anadolu topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı ise 736.000 kişidir. Bunlardan 438.758’i göçe tabi tutulmuş ve göç ettirilenlerin 382.148’i (%82’si) salimen göç yerlerine ulaşmıştır. Aradaki fark sadece 56.610 kişi olup bunların 30.000’i salgın hastalıklardan hayatını kaybetmiştir.
Buna karşılık 1914-1922 yılları arasında Ruslar ve Ermeniler tarafından Türkiye’nin doğu vilayetlerinde 1.189.132, Kafkasya’da ise 413.000 Türk ve Müslüman katledilmiştir; toplam sayı 1.602.132’ye ulaşmaktadır. Üstelik katledilen Türklerin durumu zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin durumundan çok farklıdır. Ermenilerden ölenlerin çok büyük bir bölümü salgın hastalıklar ve yol şartları gibi nedenlerle hayatını kaybederken, Ermeniler tarafından katledilen Türkler ırkçı bir saldırının kurbanı olarak ağır işkenceler altında yok edilmiştir. Katledilenlere ilave olarak 1.604.039 Türk ve Müslüman topraklarından çıkarılarak mülteci durumuna düşürülmüş, mülteci Türklerden 1.000.000’u hayatını kaybetmiştir.
Günümüzde Ermenistan asılsız soykırım iddialarını ısrarla savunmaktadır. İddiaların içinde yer alan “binlerce Ermeni soğuktan donarak ölmeye zorlanmıştır” söylemleri de gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü 1915 yılının Mayıs ayında başlayıp, Kasım ayında sona eren tehcir, dönem içindeki iklimsel koşullarla bakıldığında, donma olayının gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir.
Soykırım olması için, öncelikle gerekçe, yer, tarih, sayı, resmi belge ya da tarafsız göz tanığı olması, cesetler için toplu mezar bulunması şarttır. Bunların bir teki bile yoktur. Zaten bir buçuk milyon kişiyi 150 günde yok etmek için, günde 10.000 kişinin öldürülmesi, gömmek için ise 5.000 kazıcının her gün futbol sahasından büyük mezar kazmaları gerekirdi. Üstelik bunun yanında öldürmek için yaklaşık 100 ton kurşun gerekirdi.
1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren ulusal ya da uluslararası bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Buna karşılık, soykırım iddialarını çürüten bir uluslararası mahkeme kararı vardır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 1919 ile 1921 yılları arasında çoğunluğu İttihatçı olan 145 Osmanlı yöneticisi, İngilizler tarafından “Ermenilere yönelik toplu katliamlar” yapmak suçlamasıyla tutuklanmış ve Malta adasına gönderilmiştir. İngiliz hükümetinin Malta’daki Türk tutukluların yargılanıp, cezalandırılması için verdiği tüm uğraşlara karşın, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma “Mavi Kitap’taki iddia ve belgelerin bir İngiliz mahkemesinde kanıt olarak kabul edilemeyecek derece dayanaksız ve gerçek dışı olduğu kanısına vardığı gerekçesiyle bu tür suçlamaların kanıtlanması mümkün değildir” biçiminde sonuçlanmıştır. Bu karar, Ermeni soykırımı iddialarını hukuki ve tarihi açıdan tamamen çürütmüştür.
Ermenistan, zaman zaman Türkiye’den toprak ve tazminat talepleri gibi isteklerde bulunarak, konuyu dünya kamuoyunda sürekli canlı tutmaya çaba harcayan aktif bir politika izlemektedir. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne göz koyan Ermenistan’ın, bizim topraklarımızda hak iddia ettiği, kendi anayasalarında yazılıdır. Bunun yanında Ermenistan’ın resmi armasının ortasındaki turuncu kalkanın içinde bizim Ağrı Dağı’mız bulunmaktadır.
27 Ocak 1973 tarihinde ABD’nin Santa Barbara kentinde Biltmore Oteli’nde Başkonsolosumuz Mehmet Baydar (1924-1973) ve Konsolosumuz Bahadır Demir (1942-1973), Gürgen Yanıkyan (1895-1984) adlı ABD vatandaşı bir Ermeni tarafından öldürüldü. Bundan sonra benzer kanlı, acımasız, trajik olaylar birbirini izledi ve Türkler, Ermeni terörünün hedefi oldu. Ermeni terör örgütü ASALA’nın saldırılarında 31’i diplomat, aile üyeleriyle birlikte 58’i Türk vatandaşı, 77 kişi hayatını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı. Cinayetlerin yaşandığı ülkeler, korumakla yükümlü oldukları halde Türk diplomatlarını koruyamadı ve cinayetlerin çoğunda katiller bulunamadı. Yakalanan katiller de almaları gereken cezaları almadı. Terörist devlet Ermenistan, Gürgen Yanıkyan’ın cesedine ait kalıntıları, 35 yıl sonra 5 Mayıs 2019 tarihinde Erivan’daki ‘Yerablur’ askeri şehitliğine törenle gömdü. ASALA teröristleri için anıt yapılan bu şehitlikte, birçok terörist de gömüldü.
Bütün bu gerçekler ortadayken, arşivlerin incelenmesine izin vermeyenlerin 24 Nisan 1915 tarihindeki olaylar için Soykırımı Anma Günü düzenlemeleri üzerinde düşünülmelidir. Bu uyduruk tarih için Soykırım Kararı alan parlamentolara gerçeklerin iletilmesi hem zorunluluktur, hem de sorumluluktur. Bunun yerine getirilmesi için her birimizin büyük özveriyle çalışması ve bu gerçekleri anlatması gerekmektedir.
Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinden de, devrimlerinden de ayrılan yöneticiler sayesinde Türkiye Cumhuriyeti, saygınlığını yitirmiş ve emperyalizmin isteklerine boyun eğen bir devlet konumuna düşürülmüştür. Yıllardır her 24 Nisan öncesinde ABD Başkanı ne diyecek diye bekleniyordu. Bazı diplomatik ilişkiler sonunda ‘soykırım’ yerine ‘büyük felaket’ denmesi başarı sayılıyor, seviniliyordu. ABD Başkanı Joe Biden (1942-) ‘soykırım’ diyerek bu olayın sona ermesini sağladı. Böylece ABD’nin dost olmadığı, olamayacağı daha net bir şekilde anlaşıldı. Dünyada Kızılderililerin soyunu tüketen ABD, yaptığı birçok katliamla, son yıllarda ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi götürme’ yalanlarıyla milyonlarca insanı öldürmüştür. İnsan hakları ve uluslararası kuralları ihlallerle dolu olan ABD, geçmişine bakmadan, yaptıklarını görmeden, 1915 olayları için soykırım demiştir. Bunun yanında İstanbul için Konstantinopolis ifadesinin kullanılması da kabul edilemez.
ABD’ye bu olayın ardından en sert tepki gösterilmezse, ABD’nin desteklediği ülkeler de peş peşe bu yönde karar alabilir. İşte bu nedenle ciddi ve gerçekçi yaptırımlar uygulanmalıdır. ABD’nin Türkiye büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı’na çağırıp, “güçlü tepki” bildirilmekle sorunlar çözülmez. Türkiye’nin vereceği karşılık, gelecekte bu tür söylemlerde bulunabilecek ülkelere karşı caydırıcı bir etki yapmalıdır. ABD’nin Türkiye büyükelçisi ve konsolosları hemen “istenmeyen kişi” ilân edilerek, Türkiye’den gönderilmelidir. Türkiye’nin ABD büyükelçisi hemen geri çekilmelidir. Başta İncirlik ve Kürecik olmak üzere, ABD ile NATO’nun bütün üslerine el koyup, buralardaki ABD asker ve sivil personel hemen Türkiye’den gönderilmelidir, NATO’dan çıkılmalıdır. Bunların yanında F-35 projesi için ödenen yaklaşık 1,5 milyar doların da ABD’den istenmesi gerekir.
Eşsiz liderimiz büyük Atatürk, 1 Mart 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü toplanma yılının açış konuşmasında; “Ermeni sorunu denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından çok dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözümlenmek istenen sorun, Kars Antlaşması’yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu” demişti. İşte büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Ermeni sorununun dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözümlenmek istendiğini söylerken, her zaman olduğu gibi yine yanılmamıştı.
Sözlerime son veriyor ve herkese teşekkür ediyorum.
26 Nisan 2021.
..
(*): Almanya Hildesheim Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından 24 Nisan 2021 tarihinde düzenlenen “Ermeni Soykırımı” adlı çevrimiçi konferans konuşması.
TÜMÖD İstanbul Şubesi tarafından 25 Nisan 2021 tarihinde düzenlenen “Dış Kaynaklarla 1915 Ermeni Olayları” adlı çevrimiçi konferans konuşması.
..
KAYNAKÇA
Kitaplar
Akgün, Seçil, (1981), “General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesi’ne Dair Raporu”, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul.
Akşin, Sina, (1983), “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele”, Cem Yayınevi, İstanbul.
Andonian, Aram, (1920), “Documents Officiels Concernant le Massacres Armeniens”, Imprimerie Turabian, Paris.
Ataöv, Türkkaya, (1985), “An Armenian Source: Hovannes Katchaznouni”, Ankara University Faculty of Political Science, Ankara.
Aya, Şükrü Server, (2008), “The Genocide of Truth”, İstanbul Commerce Universitiy Publications, İstanbul.
Aya, Şükrü Server, (2009), “Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Diaspora Yalanlarının İçyüzü”, Derin Yayınları, İstanbul.
Aya, Şükrü Server, (2013), “Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”, Belfast.
Erickson, Edward J., (2015), “Osmanlılar ve Ermeniler”, Timaş Yayınları, İstanbul.
Feigl, Erich, (1987), “Bir Terör Efsanesi” , Milliyet Yayınları, İstanbul.
Feigl, Erich, (2007), “Ermeni Mitomanyası”, Çr Yayıncılık, İstanbul.
Fein, Bruce, (2009), “Lies, Damn Lies And Armenian Deaths”, HuffPost World.
Gunter, Michael M. (2011), “Armenian History and the Question of Genocide” Palgrave Macmillan, New York.
Gürkan, Uluç, (2015), “Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar” Kaynak Yayınları Ankara.
Gürkan, Uluç, (2020), “Ermeni Sorununu Anlamak: Malta Yargılaması 1919-1921” Cumhuriyet Kitapları, Ankara.
Gürün, Kâmuran, (2008), “Ermeni Dosyası”, Remzi Kitabevi, Ankara.
Halaçoğlu, Yusuf (2001) “Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918)”, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara.
Halaçoğlu, Yusuf, (2008), “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılık, İstanbul.
Halaçoğlu, Yusuf, (2008), “The Story of 1915. What happened to the Ottoman Armenians?”, TTK, Ankara.
Huntington, Samuel, (1996), ” The Clash of Civilizations and the Remaking of theWorld Order”, Simon & Schuster, New York.
Kaçaznuni, Ovanes, (2005), “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok”, Kaynak Yayınları, İstanbul.
Kerr, Stanley Elphinstone, (1973), “The Lions of Marash”, Albany State University of New York Press, New York.
Lepsius Johannes, (1918), Le Rapport Secret du Dr. Johannes Lepsius sur les Massacres d’Arménie, Payot &Cie, Paris.
Lewy, Guenter, (2005), “The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide”, University of Utah Press, Salt Lake City.
Lowry, W. Heath, (1990), “The Story Behind Ambassador Morgentau’s Story”, Isis Yayımcılık Ltd, İstanbul,
McCharty, Justin/McCharty, Carolyn (1989) “Turks and Armenians: A Manual on the Armenian Question”, Assembly of Turkish American Associations, Washington, D.C.
McCarthy, Justin, (1995), “Ölüm ve Sürgün”, Çeviren: Bilge Umar, İnkılap Yayınları, Ankara.
“Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920)”, (1994), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
Pravitz, Gustaf Hjalmar, (1918), “Fran Persien i stiltje och storm” (İran Anılarım), Dahlberg, Stockholm.
Perinçek, Mehmet, (2012), “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi”, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul.
Saraçoğlu, Ahmet Cemalettin (2007), “Torlakyan Davası”, Yom Yayınları, Bakü.
Sarınay, Yusuf, (2012) “24 Nisan 1915’te Ne Oldu? Ermeni Sevk ve İskânının Perde Arkası”, İdeal Yayınları, İstanbul.
Sarınay, Yusuf, (2013) “Ermeni Tehciri Sırasında Alınan Tedbirler ve 1915-1916 Yargılamaları”, ‘Ermeni Soykırımı İddiaları’ Derleyen: Mustafa Çalık, Cedit Neşriyat, Ankara.
Shaw Stanford ve Shaw Kural Ezel, (2000), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, 2 Cilt, E Yayınları, İstanbul.
Kerr, Stanley Elphinstone, (1973), “The Lions of Marash”, Albany State University of New York Press, New York.
Şimşir, Bilal, (1985), “Malta Sürgünleri”, Bilgi Yayınevi, İstanbul.
Şimşir, Bilal, (2013), “Ermeni Meselesi, 1774-2005”, Bilgi Kitabevi, İstanbul.
Taşcıoğlu, Ömer Lütfi, (2015), “Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihi, Siyasi ve Hukuki Gerçekler”, Nobel Akademik Yayınları, Ankara.
T.C. Dışişleri Bakanlığı, (1970), “Türkiye’ye Karşı Ermeni Hareketleri-Belgeler 1968”, Ankara.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, (2005), “Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Cilt I-II, Genelkurmay Basımevi, Ankara.
Tverdokhlebov, Vladimir Nikolaevich, (2007), “Gördüklerim, Yaşadıklarım, Erzurum 1917-1918” , Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, Ankara.
Ulubelen, Erol, (1982), “İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye”, Çağdaş Yayınları, İstanbul.
Weems, Samuel (2006), “Ermenistan -Terörist Hıristiyan Ülkenin Sırları” İleri Yayınları, Ankara.
Gazete ve Dergiler
Darende, Daver, (26 Aralık 2019 Perşembe), Prof. Andrew Mango, Ermeni Sorununu Anlatıyor, Cumhuriyet Gazetesi.
Elekdağ, M. Şükrü, (1-6 Mayıs 2010), “Tarihsel Gerçekler ve Uluslararası Hukuk Işığında Ermeni Soykırımı İddiası”, Cumhuriyet Gazetesi.
Johnson, Brian, (2015), “Amerikalıların Anadolu Gözlemleri: Emory Niles ve Arthur Sutherland’ın 1919 Saha Çalışması Notları” Ermeni Araştırmaları Dergisi, Sayı 50, (sayfa 189-214), Avrasya İncelemeleri Merkezi, Ankara.
Karaman, Suay, (19 Ekim 2009), “Ermenistan Açılımı”, Ulus Gazetesi.
Karaman, Suay, (4 Mayıs 2015), “Büyük Felaket”, İlk Kurşun Gazetesi.
Karaman, Suay, (6 Haziran 2016), “Soykırım, Aynaya Bakmak”, İlk Kurşun Gazetesi.
Karaman, Suay, (4 Mart 2019), “Hocalı Soykırımı”, İlk Kurşun Gazetesi.
Mumcu Uğur, (1 Nisan 1984), “Gizli Belgelerle”, Cumhuriyet Gazetesi.
Taşcıoğlu, Ömer Lütfi, (1 Aralık 2017), “Birinci Dünya Harbindeki Türk ve Ermeni Kayıpları”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 19 Sayı 2 (sayfa 1-26)
YOM Türk Dünyası Medeniyet Dergisi, (Mayıs 2007), Bakü (sayfa 118-120)