Pek Ramazan yazısı değil sanki ama sonuçta Ramazan da hayatın kendisi, bu yazıda anlattıklarım da... Ne yapayım ? İçimden gelen bir şey, yazacağım işte...
Akşamcıydı babam..;
Her Allah 'ın akşamı bir şişe şarap içerdi. 'Köpek Öldüren' diye tabir edilen şarapların bir kalite üstüydü içtiği şarap... Çok genç denilebilecek yaşlarda emekli olmuştu. Emekli olduktan sonra rakıya terfi etmişti. Her akşam standart iki duble rakı içerdi. Şarap içtiği yıllarda mahalle bakkalından yapılan alışverişler veresiye defterine yazdırılırdı. Hani meşhur o yoklukların Türkiye 'si; yağ yok, gaz yok, şeker yok... Bereket bakkal amcalar vardı...
Anlata anlata bitiremiyorlar ya yamyamlar...
Meşhur; 'O zaman hiç bir şey yoktu, şimdi her şey var' demek suretiyle farkında olmadan elmalarla armutları mukayese eden yamyamlar... Mukayese yeteneği kısıtlı olanların da alkışlarken ellerini paraladığı yamyamlar...
Babam dokuma işçisiydi.
5 tane çocuk, kendi ile birlikte 7 nüfusa bakabilen bir dokuma işçisi...
Hey yavrum hey...
Bu arada babamın çok çalıştığını da yazmadan geçersem ayıp ederim. Bazen 24 saatin, 20 saatini çalıştığını hatırlarım.
Rahmetli Makinist Ali Abi vardı; babamın mesai arkadaşı...
Namazgah'ta otobüs durağında karşılaşmıştık, gözleri dolu dolu; 'İsmail! Rahmetli baban sizi ne çok severdi, sizlerin her ihtiyacınızı karşılamak için gece gündüz demeden çalışırdı' demişti ve beni mutluluk ve huzurun zirvesine çıkarmış; lakin benim de gözlerimi dolu dolu yapmıştı.. İnsanın öldükten sonra güzel huyları ile anılması aslında bir nevi ölümsüzlüğün de işaretidir bence... Çünkü bilirim ki; iyilikler, güzellikler hiç bir zaman ölmez.
Babam maaşını haftalık olarak alır; haftadan haftaya da veresiye defterindeki borcuna karşılık bakkala ödemesini yapardı. Ödemelerini pek aksattığını hatırlamam. Sanki; babamdan kaynaklanmayan durumlarda, ekonomik sıkıntıların olduğu dönemlerde aksamalar olurdu gibi hatırlıyorum, ama onu da hayal meyal yani... Demek ki çok fazla yaşanan sıkıntı değildi, yoksa insanın hafızasının bir yerinde kalır bu tür sıkıntılar. O dönemde çoluk çocuğun pek para ile teması da yoktu hani... Hatırlamayışımın bir sebebi de bu konu olabilir.
Mesela; okul harçlığı falan yoktu bizde, yanımıza evden bir şeyler konurdu konmazdı... İlkokulda bir sefer hatırlıyorum; 50 kuruş harçlık aldığımı, onu da 'bir 50 kuruş daha olsa da simit ve gazozu birlikte alabilsek keşke' fantezisi kalmış aklımın bir köşesinde.. Hafızamın çok iyi olduğunu söyleyemem, bu konu ile ilgili hatırladığım ve hatırlayacağım da budur işte...
'Babam, Allah'ın her akşamı içerdi' dedim ve hiç çekinmeden çoğu yerde de söylerim 'İçki masalarında büyüdük biz' diye... Hayatımız içki masalarında başlamış, içki masalarında sürüp gitmiştir. İçki masalarında diye çoğul kullanmamın nedeni; içki masaları kurulur kalkar, bir gün kurulanın ardından bir gün sonra kurulan o eski masa değildir artık. Her akşam da kurulmuş olsa, her akşam kurulan masanın karakteristik yapısı farklı olur; mezesi farklı olur, konusu farklı olur, misafiri farklı olur...
Genelde içki masası kültürünü biliriz, severiz de... Biraz sokak, biraz varoş kültürüdür bizim içki masalarımızın kültürü.. Yani sosyetik içki masası kültürüne benzemez.
Ben konu ne olursa olsun genel olarak kültür farklarını önemsemem, önemseyeni de pek sevmem.. Şartlar neyse odur ve bütün gelişmeler de genelde şartlara göre olgunlaşır. Kim nerede, kiminle doğup, büyüdüyse; oranın ve onun alışkanlıkları ile yaşar, çok fazla değiştiremez; değiştirmeye kalkarsa da üzerinde şık durmaz zaten.
Yıl 365 gün...
Her akşam içen babam, bir yılda 365 tane boş şarap şişesi üretmiş olur. Evin bodrumunda istiflenir şişeler. Hemen hemen her yıl, yılda bir sefer, o da okulların açılmasına yakın... O şarap şişelerini 15'erli 20 'li çuvala koyar, bakkala taşırım ben...
Gecekondu ile bakkal arası yaklaşık 200-250 metre 20-25 defa gider gelirim. Şişenin tanesi komik bir para ama 365 tanesi toplanır geçmişin 80-90 lirası yapar. Nedir, ne değildir bilmem ama her yıl okulda kullanacağım defterleri o para ile alırız. O an dünyanın en ilginç illüzyonlarından biri gerçekleşir ve babamın şarap şişeleri benim defterlerime dönüşür...
Defterlerimi küçük ablamın yardımı ile çok titizce ve düzenli bir şekilde kaplarız. Öyle hatırlıyorum; ilkokulda olsun, ortaokulda olsun sınıfta kız arkadaşlarım bile defterlerimi kıskanırlardı benim.. Kenarlarını köşelerini hiç katlamadan, kırıştırmadan, buruşturmadan kullanırdım defterlerimi...
Yazarken çok düzenli, temiz yazardım, kesinlikle karalamazdım. Hatta hatırladığıma göre kenar süsü bile yapardım sayfalara... E.. kolay değil tabi; bütün sınıftaki en değerli defterler benim defterlerimdi. Onlarda birebir benim emeğim vardı, sırtımda taşıdığım şarap şişelerini satarak kazandığım para ile almış olduğum paha biçilemez değerde olan kıymetlilerimdi onlar benim...
Genel olarak mal kıymeti bilen bir insanımdır.
Eşyalarımı temiz kullanırım, karakteristik özelliğim itibariyle titizimdir. Öyle sanıyorum bu özelliğimi yokluktan gelmiş olmaya borçluyum. Sanki biraz daha kıymet bilmek zorunda kalıyor insan ki; kıymet bilmek de güzel bir davranış biçimi. Kıymet bilmek aynı zamanda tasarruf etmek anlamını da taşıyor gibi... Tadına vararak tüketmek, alabildiğin hazzın en fazlasını almaya çalışmak, hakkını vermek...
Hakkını alamamak ama... Bizim kuşak kayıp kuşak sanki... Sessiz, kimsesiz, çaresiz... Bir sürü yamyamın yaşarken çıkarmış oldukları gürültünün etkisi altında ve yine yaşarken üretmiş oldukları pisliklerin içinde kaybolmak...
İhtilallar, kavgalar, gürültüler, fındık kabuğunu doldurmayacak hadiselerin ortaya çıkarmış olduğu hak ihlalleri, ölümler, savrulmalar, sıkıntılar... Öyle ilginç ki halen de devam ediyor bu toplumsal davranış bozuklukları, hem de kalleşçesine...
'Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim' diyor ya şair... Dediği ile de kalıyor... Biraz da şairleri dinleseler insanlar, söylediklerine kulak kabartsalar ve söylediklerini bir nebze olsun yapmaya çalışsalar...; Çok şey değişirdi şu dünyanın gri renginde..
Bak biz yaşanan olumsuzlukları küçücük yaşlarımıza rağmen olumluluklara dönüştürmüşüz geçmişte.. Her akşam içilen şarapların şişelerini satıp üzerine hayallerimizi yazacağımız defterleri satın almışız.. Şarap şişelerini de, defterlerimizi de, emek etmeyi yani yazmayı da sevmişiz. Halen de yazıyoruz bak, ne güzel değil mi ?..
Sizlerinde üzerine anlamlı hayatlarınızı yazabileceğiniz defterleriniz olsun, bedellerini sırtınızda taşıyarak ödemiş olmanız kaliteyi arttırır, kalitesiz göründüğüne bakmayın. Korkmayın, yaklaşın, dokunun, Sümerbank kumaşı gibi kaba ama sonuçta el emeği, göz nuru ve de kaliteli... Acı tatlı...
Hayat bu...
Ve hayat yaşanılması için var...
İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden biridir; her şeyi yapar, her şeyi başarır, her şeyi bilir, lakin bir tek nasıl yaşayacağını bilemez..
Herkes doğar, yaşar, her ne kadar birbirine benzese de aslında parmak izleri gibi birbirlerinden çok farklıdır yaşananlar.
Anmış olmakla kulaklarını çınlatacağım bir ağabeyimin kullandığı, ona da baba yadigarı olan bir temennide bulunarak bitirelim; 'Her zaman özenilir hayatınız olsun..'
Ve nasıl olursa olsun; en önemli olan husus, yaşadığınız hayat size ait olsun...