Öncelikle muhafazakâr sözcüğünün sözlük anlamı ile başlamak istiyorum: Çağın getirdiklerini reddetmeden, tarihsel, kültürel, geleneksel alışkanlıklarından vazgeçmeyen, toplumsal değerlerin değişmesinden yana olmayan bir anlayış. Doğrusu ben de bu duruşa yakınım. Benim kuşağımdaki insanlar da bunun savaşını verdi. Bu görüş “sağcı” yaftasını yerken günümüzde “sol “görüşün de neredeyse aynı çizgiye geldiğine şahit oluyoruz. Zira uğruna ömür adanmış gerçek değerler elimizden kayıp gidiyor. Üç aşağı beş yukarı ortak payda da buluşmamız gereğine yaklaştı toplum ki bu sevindirici bir gelişme. Gençliğimiz ve onlara bırakmakla yükümlü olduğumuz vatanımız garip bir ülkeye evrildi. Kimliksiz, kişiliksiz ve ideolojisiz.
Bu günlere nasıl geldik? Getirildik ya da adım adım nakış gibi dokunduk hissettirilmeden. Bir de baktık ki her şey yerle yeksan olmuş.
1980 ihtilalinde cezaevi koğuşları, biraz da sağ ve sol gençliğin buluşup kaynaştıkları ve geleceğe dair inançlarının çok da farklı olmadığını keşfettikleri yer oldu. Acı ama nasıl kullanıldıklarını da oradaki hikâyelerden apaçık gördüler. Çürüme ve kopuş tarihinin başlangıcıdır o tarihler. Ülkenin “makus talihi”ni değiştirmekten başka amaçları olmayanlar oyun dışında bırakıldı. Gösteri sırası kendilerini muhafazakâr olarak niteleyen ama aslında “dindar ve kindar”lara gelmişti. Tüm cemaatler (ki hiçbirinin gerçek dine hizmet ettiklerine inanmıyorum) aktif hale geldiler ve devletin her kademesi ”bilfiil” işgal edildi.
Haksızlıklara tahammülüm yok. Başı örtülü diye hak edilmiş hakların ellerinden alınmasına karşı çıktım hep kızlarımızın, kadınlarımızın.. Diploma törenine, askeri hastanelere, okullara sırf örtülüler diye alınmayan annelerle, kızlarımızla gözyaşı döktük, tepki gösterdik. Toplumsal tepki en karşı olanları bile yumuşattı. Artık haktan, hukuktan, adalet ve eşitlikten yana, hırsızlıktan uzak bir hükümetimiz olmuştu. Dindardılar ya, ağızlarından Kur’an, dua eksik olmuyordu ya (!).. Bir zaman sonra aile içi kavgaları ülkeyi kaosun en dibine sürükledi. Tarihimizde ilk kez askerimiz halkını bombaladı, biçti.
Muhafazakâr (!) görüntünün altında meğerse hep batı özentisi bir yaşam tarzının özlemi varmış. Oysa beklentimiz tanımdaki gibiydi.
Kur’an’a aykırı ne varsa gündem oluşturdu. Çok çalan, çok itibar gördü. Sokaklar birkaç milyonluk arabalar süren hanımefendilerden geçilmez oldu. Sonuç da emeğini birilerinin kursağından almadan istediği gibi harcama hakkına sahiptir insan, asla karşı çıkamayız. Ben kendisini dindar diye niteleyenlerin tavrını eleştiriyorum. Allah’ı kandırmak (!) gafletine düşmek, bu kadar kolay demek ki.
...
Geçenlerde bir grup kadının bir araya gelerek kurdukları bir topluluğa misafir oldum. Amatör ruhla reklam ve desteksiz çocuk okutmak için gösterdikleri gayret beni çok etkiledi. Hepsi de çalışan, aile sorumluluğu olan kadınlarımızdı. Boş kalan saatlerinde tv başında ya da bilmem hangi lüks restoran ve kafede geçirmektense, bir cana imdat olmayı tercih etmişlerdi. “PAYKAD KADINLAR DERNEĞİ”nden söz ediyorum. Hayatın anlamlı ve çok değerli olduğunu kavramış ve zorluklarla mücadelede en çok ezilen kesime kadın ve çocuğa el uzatmak amacıyla bir araya gelmişler. Çok da iyi etmişler.
Sabahtan gelip akşama kadar kahvaltı dahil restoran keyfi yapan muhafazakar (!) kadınlarımıza her an tanık oluyorum. Evimin karşısındaki lüks restoran onların mekânı. Belli ki evde canları sıkılıyor. Sağ olsun eş ya da babaları finanse ediyor, niye yorulup bir başkası için ter döküp, üzülsünler ki? Hayata bir kez geliniyor. Ee Allah da imkân vermiş niye kullanmasınlar ki? Ancak hiçbir keyif bir çocuğu gülümsetmekten daha çok haz veremez. Belki ekonomik destek veriyorlardır bilemem ama orada öldürülen vakit ve paralar size hiç yakışmıyor. Çünkü kendinizi farklı sınıflandırdınız. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” derim elbet. Sizin o hakkınız varsa benim de size bunu söyleme hakkım var.
Konu başlığımız bu olduğu için kendisini böyle konumlandıranları eleştirdim ama emekten, sosyal çürümeden söz edip hala kendisini solcu olarak niteleyen ama bir o kadar da söylemlerine aykırı yaşayan hanımlar var.
Enteresan bir başka görüntü hepimizin gündemine oturuyor. Tesettürlü anneleri manken çıplaklığında kızları ile yan yana görmek. Demek ki neymiş, kılık kıyafet hiçbir şeyin sembolü değilmiş. Yıllarca milletin kafasını boşuna ütülemişsiniz. “Kızlarımız yerlerde süründü!” söylemleri ile yürütülen politikalarınız tedavülden kalktı dostlar.
İş dünyası, sosyal hayat, toplumsal dinamikler, dış ilişkiler, yaşam biçimi, denetimsiz ya da ümüğü sıkılan kurumlar, kifayetsiz muhterislerin bombardımanı ile kül oluyor. Kaba, dengesiz, bilgisiz ve kültürsüz bir ağın sardığı ülkem can çekişiyor.
Söylemim ters gelebilir ama inanın ki gerçek kurtuluş asıl dine “Hakikat”e dönmekle mümkün olacak. Temiz, dürüst, çalışkan, adaletli, paylaşımcı, bilim ehli, şeffaf, saygılı, nazik, kapsayıcı, sevgi dolu bir siyasete ihtiyacımız var. Kişilere odaklı değil. Sol, sağ, dinci hükümetler ülkeyi iflas ettirdiler. Şimdi tam bağımsız, ülkenin gerçek değerleri ile oluşturulmuş bir siyasete ihtiyacımız var, var da ufuk da izi bile yok ne yazık ki.
Beni rahatsız eden asıl mesele söylemin ve eylemin farklı olması galiba.
Siz sıkılmaya para harcayarak devam edin. Hatta GARABET ne idüğü belirsiz, adına sanatçı, benimse soytarı dediğim malum şahısla yedi -sekiz bin liralık biletlerle kına geceleri, bebek kutlamaları yapmaya devam edin; biz de düşünerek, üreterek, karınca misali, ülkemin bir sorununa merhem olmaya çalışarak devam edelim dostlar. Zira hiçbir zevk, yardımlaşmaktan daha çok huzur vermez insana. Denemesi bedava…