“Dürüst insanların siyaset yapabilmeleri gerçekten çok zor” diye söylerler.
Uzun süredir bunu tecrübe etmiş bir insan olarak; gülümseyen bir yüzle girdiğim siyasette artık gergin bir suratla yer alıyorum.
Zayıf taraflarım olduğunu çok iyi biliyorum. Tabi ki bunun yanında güçlü taraflarım da var. Örneğin, çok iyi bir gözlemciyimdir.
Uzun süredir yapmış olduğum gözlemlerim neticesinde; neden başarılı olamadığımızı, net bir şekilde görüyorum.
Bizim en büyük eksiğimiz birlikte hareket edemiyor olmamız…
Bunu şöyle anlatıyorum; Cumhuriyet ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirme” taahhüdünü büyük bir başarı ile gerçekleştirmiştir. Yalnız bu büyük başarı neticesinde yetişmiş olan bireyler, maalesef beraber hareket etme yeteneklerini kaybetmişlerdir.
Birlik ve beraberlik konusunda inanılmaz bir eksikliğimiz var.
Kendi içimizde küçük gruplar oluşturmakta başarılıyız ama bu grupları ortak idealler konusunda beraber çalıştırabilmekte çok yetersiziz.
Bu sıkıntının çözümü ile ilgili düşüncelerim de var tabi ki…
Bu düşünceleri sizlerle paylaşmak da isterim.
Bursa'da Cumhuriyet Halk Partisi'nde siyaset yapan arkadaşlarımın, siyaseti kendileri için yapmaları en doğal hakları ama siyaset yaparken de vatandaşla muhatap olmaları, Irgat Osman ile eşi Ayşe'nin ve onların evlatları Hasan ile Fatma'nın dertleriyle dertlenmeleri gerekiyor. Ben de kendini ırgat olarak tanımlayan biriyim. Irgatlıktan yerinilmemesi gerekir diye düşünüyorum.
Irgatlık; en sadeleştirilmiş haliyle insan için bir şeyler üretmek demektir. İnsan için bir şeyler üretmek; dünya üzerinde, insanoğlunun yapmış olduğu, en onurlu işlerden biridir.
İnsan için bir şeyler üretmek…
Burada bizim üstümüze düşen, siyasetçi olarak sahadayken bizlerden talepte bulunan vatandaşların sıkıntılarının en azından %60-%70'ini çözebilmemiz olabilir. Bu, bizler için bir hedef olmalı ve bütün hazırlıklar da bu hedefe göre yapılmalı.
Bize aktarılan sorunların temelinde maddi sıkıntılar yatıyor.
Sıkıntıların ortadan kaldırılabilmesi için ortak bütçeler oluşturulmalı, dernekler, birlikler, sivil toplum kuruluşları kurulmalı, gerekirse kooperatifleşmeli, gerekirse şirketleşmeli... Yasaların el verdiği her türlü faaliyet el birliği ile imece usulü yapılmalı...
Bu, büyük bir organizasyon ve bu organizasyon, bizim birlikte hareket etme refleksimizi geliştirecektir.
Konunun, partimiz kısmından değil de, sosyal hayatlarımız kısmından bakılarak değerlendirilmesinin ve düzenlenmesinin daha doğru olacağı kanısındayım. Yoksa yaptığımız siyaset, salon siyaseti olmaktan öteye gitmez, salon siyaseti de bizi unutulanlar mezarlığından başka hiçbir yere götürmez.
Kurultaylar yaklaştığı için, hepimiz, en iyi becerebildiğimiz işin hazırlıklarına başladık. Bugüne kadar becerebildiğimiz en büyük olay; bizlerin en büyük idealimiz olan "parti içinde iktidar olmak"...
Yaklaşık 75 yıldır bunu çok iyi yapıyoruz.
75 yıldır kürsülere çıkıp, herkes için barış, kardeşlik, eşitlik, hak, hukuk, adalet isteyip, kürsüden indiğimizde de yalnızca kendimiz için çalışıyoruz. Ve parti içinde iktidar olmayı başarıyoruz.
Ne gariptir ki, mücadele etmiş olduğumuz siyasi rakiplerimiz de yıllardır aynı şeyi yapıyorlar ve ne yazık ki, genel siyasette de hep onlar kazanıyorlar.
Neden onlar kazanıyorlar?
Bunun sebebini hiç düşündünüz mü?
Ben çok düşünüyorum...
Tespitimi sizlerle paylaşayım.
Rakiplerimiz, bütün erki kendileri için istediklerini söylüyorlar ve kendileri içinde kullanıyorlar. Burada sıkıntı yok. Bizim tarafta olanlar, erki toplum için istediklerini söylüyorlar ve ne yazık ki kendileri için kullanıyorlar. Bununla ilgili istisnalar olduğunu çok iyi biliyorum ama ne yazık ki istisnaların kaideyi bozmadığını da çok iyi biliyorum.
Temel çelişkimiz burada işte...
Milletin bu çelişkinin farkına varamayacağını düşünmek acizliktir, acizlik...
Kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor, millete "koyun" demekle bu işlerden sıyrılmamız mümkün olamaz...
Sürü psikolojisi ile hareket etme fiili, her insan topluluğunun içine düşebileceği bir durumdur.
Kendimize ayna tutup, hareketlerimize çeki düzen vermeliyiz.
Rakibimizin dağılmış olduğu bir dönemde, kendi dağınıklığımızı toparlayamıyorsak, tabi ki millet de kötünün iyisini seçecektir.
Şayet biz, kötünün kötüsü durumundaysak, bu da bizim ayıbımızdır.
Konuşmak değil, çalışmak gerekiyor.
Yazmak, çözüm mü?
Yazmak; kapı açmak, perdeyi aralamak, pencere açmak…
Maksat, içeriye ışık girsin…
Çünkü başka türlü aydınlanmamız mümkün olmaz…
İlk önce biz aydınlanacağız ki, daha sonra da asıl aydınlanmaya ihtiyacı olan rakiplerimizi aydınlatalım. Eğer rakiplerimizi aydınlatamazsak tarihin derin sayfalarında hep beraber kaybolabiliriz.
Kendi yaptığımız tarihin, derin sayfalarında kaybolmak…
Bence “bu bize hiç yakışmaz”…
Sizce de öyle değil mi?