EYLÜL yakın tarihimizin kömürden kara gecelerine gebeymiş biz hazanı beklerken. Renklerin çeşitliliğine, kuşların göç danslarına tanıklık etmeyi umuyorduk oysaki.Ve okulların açılışına hazırlanırken masum lise aşklarına yazılmış Alpay’ın “Eylülde Gel” şarkısı dilimizde.
Kitapevlerinden uzun kuyruklardan sonra aldığımız kitaplarımızı kaplama telaşına düşmüşken, DMO’dan toptan alınan defter ve kalemler evin bir köşesine sıkıştırılmış derme çatma kitaplıklarımızda yerini alırken, SÜMERBANK’tan alınan önlük kumaşları biçilmek üzere çeker ihtimaliyle yıkanıp kurutulurken, berberlerde uzun beklemelerden sonra erkekler saç tıraşına hazırlanırken geldi 12 Eylül. Ağababalarına selam çakan bildiriler ard arda okunurken MAMAK kızıl kana boyanmıştı çoktan..
Cezaevi önü önceleri birbirlerine kurşun atacak kadar düşman ailelerin gözyaşları birliğine tanıklık etti. Birkaç dakika yakınını görme pahasına Mamak ayazını yemeye razı ailelerin yakınlaşmasına tahammül edememiş termoslarda ikram edilen çaylar alınıp dökülmüştü. Böylesi düşman sahnelere ev sahipliği yapmış duvarlar tarihinden utanmıştır eminim. Ayaza vurmuş sabahlarda yollara düşmüş analar babalar bir şekilde engellenir, adeta içeride yatanlara yapılanlar yetmemiş gibi onlardan intikam alınırdı.
Ardı ardına geldi kararlar. İdam travması geri dönmüştü. Kırk yıl öncesinin tekrarı gibiydi. Heyula ülkenin tepesine çökmekle kalmamış, varlıklarını da talan etmişti.
Tek kaygısı vatan olan gençlerdi onlar. Dışarıdan emir alıyorlar safsatası yıllar içinde çökmüş, ellerine silah verenin asıl vatansever görünümünde 'ülkeye çöken apoletliler'in olduğu ortaya çıkmıştı. Bir kesim zihniyet sessiz sedasız büyüyordu o günlerde. Bugünlere hazırlanıyorlarmış meğer. Elin adamı işte böyle kırk yıl sonrasını hazırlar, biz birbirimizi yerken. Sümerbank gitti, Hıfsızsıhha gitti, madenler gitti. Gitti de gitti ne varsa bize ait.
Eylül okulların açıldığı ay. Bir eğitimci için ve öğrenciler için yeni bir hatıra albümü gibidir. Hangi öğretmen girecektir derslerine. Kimin notu kıt kiminki boldur? Her yıl tepenize çöker yeni yeni ve gereksiz bir sürü talimat kanunla sizi eğitimin aslından alıkoyarlar. Çalıştığım sürece zihniyet hiç değişmemişti. Şimdi de bin beter.
Atatürk’ü anlatırken, tekrardan kaçmak için ne çok kaynak okumuşumdur. O çocuklar “Andımız”la büyüdüler. Espri olsun diye sözlerini değiştirirken bile içeriğinden uzak değildiler. Anlamsız bulmuyorlardı şimdiki gibi. Bir genç “Bir kaşık suda fırtına koparıyorsunuz, andımızı okuyanlar çok dürüst ve vatansever oluyorlarsa bu ülke niye böyle” dedi. Haksız da değildi. Eğitimi klişelere bağlamak bıktırıyordu.
Ana dil öğretmeni olarak Türkçe konuşan çocuğa zaten zayıf veremezsiniz. Gerisi okumadır, yazmadır. Onları da her yıl on tane uzun şiirler ezberleterek aşmıştım. Benim sınıflarımda kavga olmazdı çünkü hep romantizmi pompalardım, pişman değilim, Ruhun estetiği eğitimin can damarı olmalı. O ruh zalim olmaz, hain olmaz, gaddar hiç olmaz.Bence katı, sadece bilime odaklanmış eğitim çok yanlış. Kimya öğretmenine Madam Curie’nin hayatını anlattığımda şaşırmıştı. Oysa benim sınıflarımda bilmeyen yoktu. Görünen ve görünmeyeni ortaya koymaktır mesele. İnşallah ölmeden görürüz.
Ülkemizin en büyük sorunu da bu. Görünene inanmak, söylenene inanmak. Gerisinde ne var, niçin var hiç sorgulanmaz. Hap gibi yutulur ve birileri de bu sürü psikolojisinden yararlanarak at koşturur.
Eylülü tam da böyle karşıladı halk. Nedenini sormadan alkış tuttu. “Bir sağdan bir soldan, 18 yaşına girdiği gece astık.” diyecek kadar şımarmış ateşlerde yanasıcaya onay verdi aziz milletimiz. Bizim eğitimli cehaletimiz hep mantıksızlıktan. Mantık angarya bir ders değil, insanlığın ve zamanın hatta bilimin temelidir ve okullarımızda laf ola beri gele okutulur. Din de bile bir gördüğünüz vardır bir de gerisi.
Eylül yaprakların solma ve dökülme hikayesi bize mesajdır. Dün neydik bugün ne olduk demektir. Baharda kupkuru bir ağacın bir sabah yapraklarının çıktığını görürüsünüz. Çok geçmeden tomurcukların çiçek açar. Göç başlamıştır. Kuşlar ve diğer canlılar uyanır. Çalışma üretme ve gençlik vaktidir. Tıpkı insanlar gibi. Sonra karakışlar gelecek. Tanrının bize zulmü değil hediyesidir kar ve soğuk. Toprak gökyüzünden gelen hediye ile canlanır. Sebep de sonuç da hayırdır.
Eylül, müziğe, resme, bilime öyle çok katkı sunmuş ki. Günah onun değil, ona bu günahları yükleyenlerin. Muhteşem, birbirine benzemeyen renkleri ile çocuklarımızın cıvıl cıvıl sesleri ile, kulaklarımızda hüzün melodileri ile farklı bir ay.
Unutulmayan ya da unutamadıklarımız bizim belleklerimizle yok olacak. Tarihe not düştüklerimiz hariç. Çünkü unutulursa “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü doğrulamış oluruz.
Yeni bir döneme başladı kuzularımız, ülkemin zeki çocuklarının körleşmesine izin vermeyin meslektaşlarım, ruhları kadife gibi yumuşak, beyinleri saat gibi çalışsın. Unutmayın ki “YENİ NESİL SİZLERİN ESERİ OLACAK!”
"Ve hayat bir şarkının nağmelerinde Eylül oldu / Bir şiirin mısralarında / Eylül umuda adanmış bir kız / Eylül bir şiirin dokunduğu aşk / Eylül henüz yaşanmamış zamanın adı.. (M.N.Ağacıklıoğlu)
Eylüllerde hüzün sanatta kalsın, hazan yapraklarda..
Bahar gibi mutlu, huzurlu, sevecen, paylaşımcı, bereketli, adil ve özgür eylül sabahlarına uyanmak dileğiyle..