Bizim için her zaman bir ihtimal daha vardı.
Öyle ki; şarkı sözünde de geçtiği gibi “Bir ihtimal daha var; o da ölmek mi dersin” durumuna gelecek kadar hem de…
Oysa ülkeyi kuran adam için “bir ihtimal daha” değil sadece “bir ihtimal” vardı. O ihtimal de sadece ve sadece "Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmaktı".
Bütün hayatı boyunca yaşadıklarında, okuduklarında, biriktirdiklerinde, bıraktıklarında bir ihtimal vardı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmak...
Mustafa Kemal Atatürk’ün;
Çanakkale’de düşmanın yoğun ateşi altında bunalıp, verdikleri kayıplarında etkisi ile geri çekilen askerlerine “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!” demesinde…
13 Kasım 1918 günü öğle saatlerinde trenle Adana’dan İstanbul’a geldikten sonra, Haydarpaşa Garı’ndan bindiği ‘Kartal’ istimbotuyla Galata’ya doğru giderken, 55 parçalık işgal donanmasının arasından geçerken yaveri Cevad Abbas’ın ağladığını gördüğünde büyük kararlılıkla “Geldikleri gibi giderler.” demesinde…
23 Nisan 1920 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelerek Ankara’ da hiçbir şeyin olmadığını görüp ümitsizliğe düşen, memleketlerine geri dönmeyi düşünen, bu davranışlarıyla da mecliste huzursuzluk yaratacaklarını hissettiği milletvekillerine, “İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla milli meclise davet etmedim. Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum. Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim!” demesinde…
27 Ağustos 1921 günü Sakarya Muharebesi esnasında, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile sulanmadıkça o vatan terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder.” demesinde…
16 Haziran 1926 günü İzmir’de kendisine suikast yapmayı planlayanlar yakalanınca yayınladığı bir genelgede “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” demesinde… Gizli olan irade ve de o iradeyi gerçekleştirecek olan kudret, birçok ölümlüye nasip olmayacak yetilerdir.
Atatürk’ün kurduğu devlete bakıp da, kuruluşun ardındaki aklı, iradeyi, kudreti ve ilmi inkâr etmek ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Devlet yönetmek için akıllı, irade sahibi, kudretli ve ilim sahibi ya da bilimi önceleyen bir karaktere sahip olmanın gerekli olduğunu son yıllarda iyice öğrendik. Artık devlet kurmak için nasıl bir karaktere sahip olunması gerektiğini, tahmin etmeye çalışalım.
Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesini külli irade olarak, bizim irademizi de cüzi irade olarak kabul ediyorum. Şimdi biraz din eğitimi almış olanlar; Atatürk’ü külli irade sahibi olarak kabul ettiğim için Allah’a eş koştuğumu falan zırvalayacaklar. Aldıkları din eğitimini biraz daha geliştirsinler ki; İslam âlimlerinin bir kısmının insanın iradesini külli ve cüzi olarak betimlediklerini göreceklerdir. Neyse kimseye din dersi vermek haddim değil, kimsenin da bana ders vermeye kalkması haddi değil.
Ben, asıl anlatmak istediğim konuya döneyim ve konuyu bağlayayım.
Mustafa Kemal’in askerleri olarak veya devrimlerinin, emanetlerinin mirasçısı olarak hisseden bizler;
İrade meselesinde neredeyiz?
Kudret meselesinde neredeyiz?
Müsamere çocukları gibi ezberlediğimiz şablon metinleri kürsülerde bülbüller gibi şakıyarak anlatmayı becerip de gül bahçesinin dikenlerine odaklanıp da mücadeleden neden kaçıyoruz?
Korkunun aklın önüne geçmek gibi bir meziyeti vardır mutlaka ama akıllı, ilim sahibi ya da bilimi önceleyen insanların da mücadelelerde ortaya bir irade koyma kudretleri olmalıdır diye düşünüyorum ben…
Bu arada da tarihi bir öneme haiz olup da yarın itibarıyla kutlayacağımız 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizin yıldönümünde tarihin sayfalarına altın harflerle “Çanakkale geçilmez” yazdıran, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarını, Çanakkale şehitlerimizi ve yine bu vesileyle tüm şehitlerimizi saygı ve şükranla anıyor, aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.
Ve “bir ihtimal daha var” teranesini de bir kenara koyup “sadece ve sadece bir ihtimal var” demek istiyorum ve irademi koyarak da diyorum; “Bir ihtimal var..”