1989 senesi, Çukurova’nın bereketli topraklarında yaz bütün sıcaklığıyla son kalan pamuk tarlalarına doğru ışıklarını gönderiyordu. Kimileri, Toros dağlarındaki yaylalara, kimileri de Adana’nın sahilleri olan Karataş, Yumurtalık ve Tuzla ilçelerindeki deniz ortamlarına kendilerini bırakıyorlardı.
Böyle günlerden birinde, sıcaklardan kaçmak ve Anadolu’nun eşsiz güzelliklerinden birine sahip olan Ermenek ve çevresini görmeye ailece karar verdik. İş yerinden arkadaşım olan John ve ailesi de bizimle beraber gelmek istediler. John, Alaska’da doğmuş bir Amerikan vatandaşı. Bir rastlantı sonucu İzmir’in güzel kızlarından, İngilizce öğretmeni Çiğdem hanımla Türk gelenekleriyle evlenmişler. Türkiye sevdalısı olmuş. John bir adım daha atarak adına Eren ismini de ekletmiş. Mutlu ailelerine Deniz adlı bir oğulları eklenmiş. Deniz o yıllarda 13 yaşlarında idi. Birkaç dili çok rahat konuşup yazabiliyordu.
Mersin, Büyükeceli güzergâhını izleyerek Gülnar da mola veriyoruz. Ardıç kuşlarının doğaya armağanı Ardıç ormanları arasından Ermenek ilçesine yaklaşıyoruz. Bölge ormanları; çam, meşe, köknar, koçaş, yalman (dikenlik, katranlı, tekeçatı, üçbölük) cinsi ağaçlarla dolu olduğunu görüyoruz. Tarihi kalıntılardan çıkarılan sonuçlara göre, bölgede mağara devrinden kalma eserlere rastlıyoruz. İlk Ermenek’in bugün ölü şehirlerin görüldüğü kayalar üzerine işlenmiş resimlerin bulunduğu "inöğlesi mevkii"ndeki düzlükte kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kimi zamanlarda ''Ermenak'' (yükseklerde yaşayan yiğit insanların ülkesi) olarak da anılan bir ilçedir. “Ermenek” ismi üzerinde birçok rivayet vardır. Ermenek’in ilk adının “Marassa” sonraları da “Maraspolis” olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 1320 yılında da Hititler’in eline geçmiştir. M.Ö. 1180 yılında da Ergler’in hâkimiyetine, daha sonra M.Ö.458 de Yunanlıların, M.Ö. 396’da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö.103 yılında Romalıların yönetimine geçmiş olup, Roma imparatoru Augustus zamanında şehir “Germanikopolis” diye anılmaya başlamıştır. "Ermenek" adının buradan türediği söylenir.
Ermenek’in kuzeyindeki kale ile Şehirler’deki kale kralların şatosu olmuştur. Roma imparatorluğu ikiye ayrıldıktan sonra Ermenek, doğu Roma İmparatorluğu hudutları içinde kalmıştır. 842 yılında Abbasilerin eline geçen Ermenek’in daha sonra Selçukluların hâkimiyeti altındaki topraklara dâhil edilmiştir (1228). Selçuklular bölgeye Türkmen aşiretler yerleştirmeye başladılar. Aşiretler içinde en kalabalık olanı Karamanoğulları Nure Sofi başkanlığında ve oğullarının önderliğinde bu bölgeye hâkim oldular. Karamanoğulları, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra l466 yılında Ermenek, Osmanoğulları’nın yönetimine geçti. 1500 yıllarında da Karaman livasının bir kazası olan Ermenek, 1845 yılında Konya eyaletine bağlı İçel sancağının merkezi oldu.
Birçok tarihi olaya şahitlik eden bölge: zamanında Cem Sultan'ın da saklandığı söylenir. Tarihi taşlık Kilikya bölgesinin önemli yerleşim yerlerinden biridir. Karamanoğulları Beyliği'ne başkentlik de yapmış olan ve nüfusunu Avşar Türkmenlerinin oluşturduğu önemli bir yerleşim yeridir. Güzel Türkçemiz burada kendine ulu bir çınar gibi kök salmış yurdun her yerine dallarını uzatmıştır. Daha sonra, Karamanoğulları beyliğinin yıkılması ve ardından gelen Osmanlı dönemiyle birlikte, Göksu kıyısında muhteşem bir güzelliğe sahip bir kasaba haline dönüşmüştür. İkinci meşrutiyetten sonra 1908’de bağımsız İçel sancağının kazası, 1917’de Konya’ya bağlanmış, 1989 yılında ise Karaman iline bağlanmıştır.
Ermenek’e giderken 40-45 kilometre mesafe kala, karayolunda, eteğine oldukça fazla kozalak toplamış, 85-87 yaşlarında, yöresel kıyafetli, asfalt karayolundan karşıya geçmeye çalışan, mavi gözlü, dinç bir teyzeyi görüyoruz. Her türlü olumsuz ihtimali düşünerek, benim sürdüğüm aracı durduruyorum ve teyzenin geçmesini bekliyoruz. Teyze; dikkatli gözlerle aracın içerisini süzdükten sonra bizlere ‘’hoş geldiniz’’ dedi. Sonra, kimi sorduğumuzu, niye köye geldiğimizi ve yolda niçin durduğumuzu öğrenmek istedi. Biz, kendisinin yolu emniyetli kat etmesi için, durduğumuzu belirterek, kendisine teşekkür ettik. Yaşlı teyze bana bakarak "sen bizim köyden değilsin, seni daha önce hiç bizim köyde görmedim. Ama yanında oturan o mavi gözlü adamı..", Alaska da doğmuş olan John’u (Eren’i) göstererek, "bak bu bizim köyden.." demesi hepimize şok geçirtti. Sonra, yavaş adımlarıyla, ön koltukta, yanımda oturan, camı açık ve emniyet kemeri takılı, hemşerisi olduğunu düşündüğü, John’a doğru yürüdü.
Dikkatlice John’u inceledi. Ona "yavrum seni bu adam niye buraya bağladı, sen, ne suç işledin? " diye sorunca, hepimiz şaşkınlığı attık ve kahkahamız aracımızda zirve yaptı. Çok az Türkçe bilen Eren’e ilk defa emniyet kemeri gören bir yaşlı insanın kendisi ile ilgili ne sorduğunu açıklamak da bana düştü. Eşi, Çiğdem hanım da bu günü hayatlarında hiç unutmayacaklarını belirtti. Yolumuza teyzeden izin isteyip devam ettik.
Uzaktan Ermenek bütün ihtişamıyla sırtını dağa vermiş bize bakıyordu. Ermenek’in arkasında bulunan dağlar şehrin üzerine doğru eğilmiş ve oyulmuş konumuyla, doğal bir kale olarak görünümüyle ve eşine az rastlanır manzarasıyla bizi karşılıyordu. Ermenek’te ilk defa "münevsizlenmek, seğirt, batırık’’ kelimelerini duyuyoruz. Burada, "aluf, amanın, ayanam, nöğörün, şaşdın mı, ehtimal" kelimeleriyle karşılanıyoruz.
Ermenek'te yedi koldan yeraltından akan toprak altı nehirlerin günümüzde bile boya konularak, ancak birkaçının gittiği veya aktığı yerin belirlendiğini öğreniyoruz. Diğerleri meçhul.. Nar ve üzüm bahçelerinin arasından şehre giriyoruz. Yol üstündeki bahçeden satın aldığımız yöreye özgü yetişen ve bölgede çok ünlü ve ödül kazanmış olan beyaz kirazın lezzetine doyamıyoruz.
Civarda bulunan dağların zirvesinden deniz hayvanlarının kabukları ve fosillerinin olduğunu görüyoruz. Derimize işleyen, İç Anadolu Bölgesinden esen, rüzgârın bizde çarpma efekti yapsa da bu güzel şehirde dolaşıyoruz. Ermenek’in, Alanya’ya 1 saat kadar mesafede ve Torosların üzerinde kurulu olmasının da bilgisini öğreniyoruz.
Ermenek'in özelliklerinden biri de, Tarsus ve Akşehir'den sonra, Maraspolis'den gelen suyla kendi hidroelektrik santrallarını kurarak, kendi elektriklerine kavuşan 3. ilçemiz olmasıdır. Hidroelektrik santralına, Ermenekliler "elektrik fabrikası" diyorlar.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında Borular gemilerle Silifke’ye getirilmiş, buradan da katırlara yüklenerek Ermenek hidroelektrik santralı inşaatında kullanılmış. Ermenek ilçesinde, akan suların çıkardığı ses eşliğinde yemyeşil ağaçların altında oturulabilecek çok sevimli bir çay bahçesine de dinleniyoruz. Dağının suyu sert, insanı mert olan bu beldeye veda edip, Adana’ya dönmek için son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz.
Akşam güneşin dağların ardından yavaşça kayboluşunu izliyoruz. Batan güneş; bizlere gerçekten evrende yalnız kaldığımızı hissettiriyor ve hem hüzün, hem huzuru beraber yaşatıyordu. Günün sonunda ülkemizin bir güzel bölgesini misafirlerimizle görmenin huzuru içinde zaman defterimizi bir başka yöreyi görebilmenin heyecanı çeviriyorduk.
Böyle günlerden birinde, sıcaklardan kaçmak ve Anadolu’nun eşsiz güzelliklerinden birine sahip olan Ermenek ve çevresini görmeye ailece karar verdik. İş yerinden arkadaşım olan John ve ailesi de bizimle beraber gelmek istediler. John, Alaska’da doğmuş bir Amerikan vatandaşı. Bir rastlantı sonucu İzmir’in güzel kızlarından, İngilizce öğretmeni Çiğdem hanımla Türk gelenekleriyle evlenmişler. Türkiye sevdalısı olmuş. John bir adım daha atarak adına Eren ismini de ekletmiş. Mutlu ailelerine Deniz adlı bir oğulları eklenmiş. Deniz o yıllarda 13 yaşlarında idi. Birkaç dili çok rahat konuşup yazabiliyordu.
Mersin, Büyükeceli güzergâhını izleyerek Gülnar da mola veriyoruz. Ardıç kuşlarının doğaya armağanı Ardıç ormanları arasından Ermenek ilçesine yaklaşıyoruz. Bölge ormanları; çam, meşe, köknar, koçaş, yalman (dikenlik, katranlı, tekeçatı, üçbölük) cinsi ağaçlarla dolu olduğunu görüyoruz. Tarihi kalıntılardan çıkarılan sonuçlara göre, bölgede mağara devrinden kalma eserlere rastlıyoruz. İlk Ermenek’in bugün ölü şehirlerin görüldüğü kayalar üzerine işlenmiş resimlerin bulunduğu "inöğlesi mevkii"ndeki düzlükte kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kimi zamanlarda ''Ermenak'' (yükseklerde yaşayan yiğit insanların ülkesi) olarak da anılan bir ilçedir. “Ermenek” ismi üzerinde birçok rivayet vardır. Ermenek’in ilk adının “Marassa” sonraları da “Maraspolis” olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 1320 yılında da Hititler’in eline geçmiştir. M.Ö. 1180 yılında da Ergler’in hâkimiyetine, daha sonra M.Ö.458 de Yunanlıların, M.Ö. 396’da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö.103 yılında Romalıların yönetimine geçmiş olup, Roma imparatoru Augustus zamanında şehir “Germanikopolis” diye anılmaya başlamıştır. "Ermenek" adının buradan türediği söylenir.
Ermenek’in kuzeyindeki kale ile Şehirler’deki kale kralların şatosu olmuştur. Roma imparatorluğu ikiye ayrıldıktan sonra Ermenek, doğu Roma İmparatorluğu hudutları içinde kalmıştır. 842 yılında Abbasilerin eline geçen Ermenek’in daha sonra Selçukluların hâkimiyeti altındaki topraklara dâhil edilmiştir (1228). Selçuklular bölgeye Türkmen aşiretler yerleştirmeye başladılar. Aşiretler içinde en kalabalık olanı Karamanoğulları Nure Sofi başkanlığında ve oğullarının önderliğinde bu bölgeye hâkim oldular. Karamanoğulları, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra l466 yılında Ermenek, Osmanoğulları’nın yönetimine geçti. 1500 yıllarında da Karaman livasının bir kazası olan Ermenek, 1845 yılında Konya eyaletine bağlı İçel sancağının merkezi oldu.
Birçok tarihi olaya şahitlik eden bölge: zamanında Cem Sultan'ın da saklandığı söylenir. Tarihi taşlık Kilikya bölgesinin önemli yerleşim yerlerinden biridir. Karamanoğulları Beyliği'ne başkentlik de yapmış olan ve nüfusunu Avşar Türkmenlerinin oluşturduğu önemli bir yerleşim yeridir. Güzel Türkçemiz burada kendine ulu bir çınar gibi kök salmış yurdun her yerine dallarını uzatmıştır. Daha sonra, Karamanoğulları beyliğinin yıkılması ve ardından gelen Osmanlı dönemiyle birlikte, Göksu kıyısında muhteşem bir güzelliğe sahip bir kasaba haline dönüşmüştür. İkinci meşrutiyetten sonra 1908’de bağımsız İçel sancağının kazası, 1917’de Konya’ya bağlanmış, 1989 yılında ise Karaman iline bağlanmıştır.
Ermenek’e giderken 40-45 kilometre mesafe kala, karayolunda, eteğine oldukça fazla kozalak toplamış, 85-87 yaşlarında, yöresel kıyafetli, asfalt karayolundan karşıya geçmeye çalışan, mavi gözlü, dinç bir teyzeyi görüyoruz. Her türlü olumsuz ihtimali düşünerek, benim sürdüğüm aracı durduruyorum ve teyzenin geçmesini bekliyoruz. Teyze; dikkatli gözlerle aracın içerisini süzdükten sonra bizlere ‘’hoş geldiniz’’ dedi. Sonra, kimi sorduğumuzu, niye köye geldiğimizi ve yolda niçin durduğumuzu öğrenmek istedi. Biz, kendisinin yolu emniyetli kat etmesi için, durduğumuzu belirterek, kendisine teşekkür ettik. Yaşlı teyze bana bakarak "sen bizim köyden değilsin, seni daha önce hiç bizim köyde görmedim. Ama yanında oturan o mavi gözlü adamı..", Alaska da doğmuş olan John’u (Eren’i) göstererek, "bak bu bizim köyden.." demesi hepimize şok geçirtti. Sonra, yavaş adımlarıyla, ön koltukta, yanımda oturan, camı açık ve emniyet kemeri takılı, hemşerisi olduğunu düşündüğü, John’a doğru yürüdü.
Dikkatlice John’u inceledi. Ona "yavrum seni bu adam niye buraya bağladı, sen, ne suç işledin? " diye sorunca, hepimiz şaşkınlığı attık ve kahkahamız aracımızda zirve yaptı. Çok az Türkçe bilen Eren’e ilk defa emniyet kemeri gören bir yaşlı insanın kendisi ile ilgili ne sorduğunu açıklamak da bana düştü. Eşi, Çiğdem hanım da bu günü hayatlarında hiç unutmayacaklarını belirtti. Yolumuza teyzeden izin isteyip devam ettik.
Uzaktan Ermenek bütün ihtişamıyla sırtını dağa vermiş bize bakıyordu. Ermenek’in arkasında bulunan dağlar şehrin üzerine doğru eğilmiş ve oyulmuş konumuyla, doğal bir kale olarak görünümüyle ve eşine az rastlanır manzarasıyla bizi karşılıyordu. Ermenek’te ilk defa "münevsizlenmek, seğirt, batırık’’ kelimelerini duyuyoruz. Burada, "aluf, amanın, ayanam, nöğörün, şaşdın mı, ehtimal" kelimeleriyle karşılanıyoruz.
Ermenek'te yedi koldan yeraltından akan toprak altı nehirlerin günümüzde bile boya konularak, ancak birkaçının gittiği veya aktığı yerin belirlendiğini öğreniyoruz. Diğerleri meçhul.. Nar ve üzüm bahçelerinin arasından şehre giriyoruz. Yol üstündeki bahçeden satın aldığımız yöreye özgü yetişen ve bölgede çok ünlü ve ödül kazanmış olan beyaz kirazın lezzetine doyamıyoruz.
Civarda bulunan dağların zirvesinden deniz hayvanlarının kabukları ve fosillerinin olduğunu görüyoruz. Derimize işleyen, İç Anadolu Bölgesinden esen, rüzgârın bizde çarpma efekti yapsa da bu güzel şehirde dolaşıyoruz. Ermenek’in, Alanya’ya 1 saat kadar mesafede ve Torosların üzerinde kurulu olmasının da bilgisini öğreniyoruz.
Ermenek'in özelliklerinden biri de, Tarsus ve Akşehir'den sonra, Maraspolis'den gelen suyla kendi hidroelektrik santrallarını kurarak, kendi elektriklerine kavuşan 3. ilçemiz olmasıdır. Hidroelektrik santralına, Ermenekliler "elektrik fabrikası" diyorlar.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında Borular gemilerle Silifke’ye getirilmiş, buradan da katırlara yüklenerek Ermenek hidroelektrik santralı inşaatında kullanılmış. Ermenek ilçesinde, akan suların çıkardığı ses eşliğinde yemyeşil ağaçların altında oturulabilecek çok sevimli bir çay bahçesine de dinleniyoruz. Dağının suyu sert, insanı mert olan bu beldeye veda edip, Adana’ya dönmek için son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz.
Akşam güneşin dağların ardından yavaşça kayboluşunu izliyoruz. Batan güneş; bizlere gerçekten evrende yalnız kaldığımızı hissettiriyor ve hem hüzün, hem huzuru beraber yaşatıyordu. Günün sonunda ülkemizin bir güzel bölgesini misafirlerimizle görmenin huzuru içinde zaman defterimizi bir başka yöreyi görebilmenin heyecanı çeviriyorduk.