Ne zaman bu şarkıyı duysam aklıma hep sen geliyorsun. Aslında tarzın da yumuşak değil.
Yani, hani bu şarkı daha bir yumuşak karakteri çağrıştırıyor sanki.
Sen çok güçlüsün ama aynı zamanda naifsin de...
Zarifsin de...
Allah için, çok farklı bir karizman da var.
Karizmanın şiddeti kılıç ve krizantem arasında bir yerlerde.
Kılıç bildiğiniz kılıç, krizantem bildiğiniz Kasımpatı Çiçeği.
Kasımpatı deyince de bir hüznün içine düşmüyor değilim hani...
Kurgu bir Kasım yazısı aslında...
Kasım yazısı da...
Bizi de bir rahat bırakmıyorlar ki...
Seni de rahat bırakmıyorlar...
Mezarına kadar gelip küfür etmenin bir mantığı var mı bilmiyorum...
Bilmiyorum da...
İşte; sende çağının çok ötesinde bir adam olduğun için ölüm bile çaresiz karşında... Biliyorum ki; çok abartıyoruz ama sen de abartılacak kadar varsın...
Varsın sana küfür edenler de olsun...
Çaresizlik bir türlü çıkacak insanların içinden... Biz senin evlatlarınız..
Bizim içimizdeki çaresizlik 'özlem' olarak;
Bir kısım bedbahtların çaresizlikleri ise 'küfür' olarak dışa yansıyor..
Varsın öyle olsun...
Dönelim Kasım yazımıza biz... 'Kasımpatı deyince de bir hüznün içine düşmüyor değilim' dedim ya hani...
İşte; hani yazı geçirmişim... Haziranı, Temmuzu geçmişim de sanki Ağustos ‘tan da ayrılalı bir ay olmuş. Yeni bir ayrılık yaşamışım üstüne bir ayrılık daha...
Ki o kadar da “Eylül ‘de gel” demişken adamcağız...
Oysa Eylül ‘ün kendisi de potansiyel terk eden sevgili... Ardından Ekim...
Bir aya verilebilecek en güzel isimlerden biri, yaşamın sürekliliğini akla getiren...
Ekim de bitti bitecek.
Sonrasında Kasım gelecek.
Kasım işte; dedim ya Kasımpatıların getirip kucağımıza, bırak kucağımızı böğrümüze dayadığı hüzün... Kasım 'da bir gün gidecek ki ne Kasım'lar geldi gitti zaten.
Yine aylardan bir Kasım ve Kasım içinde bir gün geldi, ağlamayın dediler bize...
Ve o günden sonra Müjgan’la biz ağlaşmıyoruz artık.
Artık adını vermenin zamanı geldi, ey sevgili !
Ne demiştin sen?
“Bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Kimseyi zorla Büyük Millet Meclisi' ne davet etmedim. Herkes kararında özgürdür. Ben kutsal davaya inanmış bir insan olarak hiçbir yere gitmemeye karar verdim. Hepiniz gidebilirsiniz! Asker Mustafa Kemal olarak ben; mavzerimi elime alır, fişekleri göğsüme dizerim. Bir elime de bayrağımı alır, Elmadağ' a çıkarım. Orada tek kurşunum kalana kadar Vatanımı savunurum. Kurşunlarım bitince değersiz vücudumu bayrağıma sarar; temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ANT içtim." Ne Kasımlar, ne hasımlar geldi geçti.
Tamam hüznüm bakidir ki benim bakiliğim kadar.
Benim evladımda olacak bakiliğim kadar bir bakiliğimiz daha var ki sırada torunlarım da var.
O kadar da kötü durumda değiliz.
Zaten sayende o kadar da kötü durumlara düşmekten de çokça kurtulduk hani.
Ben bilirim ki senin Hak ‘kın vardır, yine bilirim ki bizlerde de hakkın vardır.
Varsın bilmeyen bilmesin, bilmeyen bizden de olmasın.
Bandırma Vapuru hazır paşam, hadi gidelim biz.
Aldırma! Karşı tarafta kulun kulu var paşam...
Ne hikmetse seninle benim ilişkim gibi sanıyorlar ilişkilerini...
Oysa tarafların ikisi de sağ...
Bizim seni ruhlarımıza gömeli 80 yıl olmuş.
Biz seni sevmemek için yoksulluğumuzu bahane etmeyiz.
Bayrağa sarılır, iç huzurumuzla ilk günkü şevkle ruhuna da sarılır, öleceksek ölürüz uğrunda... Tam bağımsız ruh halimiz serbest kalır, Mustafa Kemal Atatürk'ün mirası ve emaneti olan tam bağımsız ülkemizde... "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır" der, doğduğumuzda bizim kulağımıza okunmuş ezanın namazını kılan dostlarımızın omuzlarında tam bağımsız ülkemizin toprağı ile karışır gideriz evelallah. Evelallah...
Bizde giderken söylemek adettendir, tıpkı konuşması bittikten sonra kalabalığa "Allaha ısmarladık" diyen kadim dostun gibi...
Biz seni Allah'a ısmarladık Ata'm...
Ben seni Allah'a ısmarladım...
Ve kimse şunu da unutmasın;
"Ben seni unutmak için sevmedim Ata'm..."