Vücudumuzdaki Asit - baz dengesi sağlığımız açısından gerçekten çok önemlidir. Bedenimizde bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da tam bir denge mevcuttur. Özellikle kanımız ve tüm organlarımız belirli bir PH ( Power of Hydrogen ) değerini muhafaza etmek zorundadır. Önemli bir hastalık olmadığı taktirde, kanın ve dokuların PH değeri hiç değişmez.
Konunun önemine binaen diyetisyenler kimyagerler doktorlar ve insan sağlığıyla ilgilenenler tarafından bu konuda bir çok kitap yazılmıştır. Ancak bu kitapların bir kısmında, çok büyük bir hata yapılarak, genel sağlığımızın korunması ve obezite dahil bir çok hastalıktan kurtulabilmek için, en büyük destek olarak, sürekli karbonat ya da alkali sıvıların kullanımı tavsiye edilmektedir.
“Yüksek PH, yüksek sağlık” sloganıyla yola çıkan bu kitap yada makalelerde öyle abartılı tavsiyeler var ki, vücudumuzu alkali hale getirerek, kanser, diyabet, ms, akne, egzama, obezite ve diğer tüm hastalıkların %99’ undan kurtulabileceğiniz den bahsedilmektedir. En vahimi de, vücudumuzu alkali yapabilmek adına karbonat yada alkali sıvı kullanımının, “PH mucizesi” olarak tavsiye ediliyor olmasıdır.
Mesela sadece karbonat kullanarak, kanseri yenebilir, kilo problemlerinizden kurtulur, daha sağlıklı daha enerjik bireyler olabilirsiniz.(!) Hatta miktarını biraz azaltarak, çocuklarınızın hastalıklardan kurtulmasında ve bir çok şikayetin ortadan kaldırılmasında bile, kullanabileceğinizden bahsedilmektedir.
Halbuki dışarıdan yapılacak müdahalelerle, vücudumuzun Asit - baz dengesini düzenleyebilmemiz asla mümkün değildir. Tıp fakültelerinde okutulan ve tıbbın temeli sayılan “fizyoloji” dersinin en önemli konularından birisi “Homeostassis” prensibidir. Burada sağlıklı yaşamın devamı için, vücudumuzun kendi çalışma sistemleri içerisinde, yapı ve işlev bakımından gösterdiği değişmezlik, kendi iç ortamını belirli sınırlar içerisinde dengede tutması ve belirlenmiş dengelerin her türlü iç ve dış etmenlere karşı otomatik korunma fonksiyonları anlatılır. Kesinleşmiş bu prensipler bilinirken, bu sistemlere dışarıdan yapılan müdahalelerin, faydadan çok zarar vereceği, nasıl düşünülmez anlamıyorum.
Ayrıca vücudumuzdaki hücrelerin, dokuların, organların, sistemlerin ve hayati sıvıların, fonksiyonlarını en iyi şekilde yerine getirebilmek için gerekli olan, kendi (asit - baz dengesi) PH değerleri vardır ve bu değerler birbirinden çok farklıdır.
Mesela ağzımız (PH= 6.5 -7.4), midemiz PH=1.5 – 3), on iki parmak bağırsağı (PH= 9), ince bağırsak (PH= 7 – 8),kalın bağırsak (PH= 7 – 8), karaciğer (PH= 6.9) Pankreas sıvısı (PH=7.8 - 8.5), safra (PH=8 – 8.5), kalp kasları (PH= (6.9), Kan (PH= 7.34 - 7:45), Lenfler (PH= 7.5), beyin ve omur ilik sıvısı (PH= 7.4), gözyaşı (PH= 7.3 - 7.5), anne sütü, (PH= 6.6 – 7), hücre içi (PH= 6.9), cilt yüzeyi (PH= 4 – 4.5), ter (PH= 6.6 – 7) olmak zorundadır.
Özellikle kanın PH değerinin (0.1) birim dahi değişmesi, alyuvarlara oksijen taşıma özelliğini kaybettirerek, oksijensizlikten ölüm nedeni olabilmektedir. Bu kadar farklı PH değerinin her hangi bir madde yada usulle, olmaları gerektiği seviyede tutulup tutulamayacağını taktirlerinize bırakıyorum.
Vücudumuzu alkali yaparak hastalıklardan kurtulma vaadiyle tavsiye edilen ürünlerden, özellikle “Karbonat ( İngiliz karbonatı dahil) ve alkali sıvılar” kullanma konusunda, tüm okurlarımı uyarmak istiyorum. Karbonatı yanmış tencere tava temizliğinden, buzdolabındaki istenmeyen kokuların nötrleştirilerek yok edilmesine, böcek sokmasının etkisini azaltmaktan, japon yapıştırıcıların etkisinin artırılmasına kadar, pek çok yerde kullanabilirsiniz.
Ancak vücudumuzun PH değerinin düzenlenmesi amacıyla kullanmaya kalkarsanız, kendi elinizle bir çok hastalık için davetiye çıkarmış olursunuz. Vücudumuzun olmazsa olmaz minerallerinden, kalsiyum, magnezyum, potasyum ve sodyum, dışarıdan alacağımız karbonatla etkileşime girerek, birleşir ve kalsiyum karbonat (CaCO3), magnezyum karbonat (MgCO3) potasyum karbonat (K2 CO3 ) ve sodyum karbonatı (Na2 CO3) oluştururlar. Bu bileşiklerin tamamı da sıvı asitlerle etkileşime girerek, onları bir tür katı tuz haline getirirler. Katı hale gelen asit kanımızla taşınamaz ve hücreler için tehlike olmaktan çıkar.
Ancak katı hale gelen bu asit tuzları, damar çeperlerinde, eklem yerlerinde, böbreklerde, karaciğerde, safra kesesinde birikerek, safra taşları, karaciğer problemleri, böbrek taşları başta olmak üzere, bel fıtığı, boyun fıtığı, romatizma gut, gibi çeşitli eklem hastalıkları, dolaşım sistemi hastalıkları ve kroner kalp rahatsızlıkları gibi, çok ciddi hastalıklara dahi sebep olabilirler.
PH mucizesini anlatan kitapları incelediğimizde, PH değeri çok yüksek, kostik soda (PH= 13.9), sodyum hidroksiti (PH= 13.5), çamaşır suyu (PH= 12.5), amonyak (PH= 11.5), el sabunu (PH= 9 – 10) gibi, çok yüksek oranda alkali olan malzemeler(!) dururken, aslında asidik olan pek çok yiyecek ve içeceğin alkali diye tavsiye edildiğini görüyoruz. Mesela alkali olarak yenilmesi, içilmesi önerilen limon suyunun (PH= 1.8), zeytin yağı (PH= 1.5-2.5), sirke (PH= 2.9), bal (PH= 3.5), yoğurt (PH= 4.1), elma (PH= 2.9 - 3.3), portakal (PH= 2.8 – 4) gibi.
Yani alkali mucizesini gerçekleştirmek için, alkali sıvılardan medet umanlar dahi, PH değeri düşük, yani asidik yiyecek ve içecekler tavsiye etmektedirler.
Yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi, birbiriyle çok sıkı bir şekilde irtibatlı, çok çeşitli PH değerlerine sahip olan bu organların ve sistemlerin, PH değerlerinin, dışarıdan herhangi bir müdahale ile, olmaları gereken seviyelerde tutabilmemiz mümkün değildir.
Bize düşen vücudumuzun “fabrika ayarları” ile oynamamaktır.
Özellikle sindirim sistemi ve solunum sisteminin çalışma düzenini bozacak, beslenme tarzından ve sigara nargile puro gibi, vücudumuzda oksijen ve negatif iyon azlığına neden olacak zararlı alışkanlıklardan kaçınarak, mümkün olduğunca rafine edilmemiş, canlı doğal gıdalarla vücudumuzun ihtiyacı olan tüm mineral vitamin, yağ asitleri, element ve iz elementleri temin ederek, canlı hücre sayımızı yüksek ve “bağışıklık sistemimizi güçlü” tutmaktır.
Kesinlikle unutmamamız gereken kural; psikolojimizi mümkün olduğu kadar düzgün, moralimizi yüksek tutarak, her türlü toksin kaynağından uzak durup, oksijen ve negatif iyonların bol olduğu ortamları da değerlendirerek, vücudumuzun tüm ihtiyacını doğal yollardan karşılamaya çalışmaktır.
Bu taktirde, “hücrelerin ve sistemlerin” kendi görevlerini en muntazam şekilde yerine getirerek, tüm hücre organ, sistem ve dokularımızın PH değerlerini istenen seviyelerde tutarak, sağlığımızı en iyi şekilde koruyacağıdır. Çünkü sonsuz kudret ve kuvvet sahibi yüce yaratıcımız tarafından, tüm vücudumuza “yüklenen programların” (fabrika ayarları) tamamı, sağlıklı bir şekilde canlılığımızın devamı içindir.