Bu milletin ne güzel teşhis ve intakları vardır.
Uzaktan bakınca teşhisini koyar hemen.
Adam olacak çocuk bokundan belli olurmuş.
Bu teşhis yıllarca hiç değişmez.
Hatta kişi yedisinde ne ise yetmişinde de o olurmuş.
Bir de yaşadığı hayatın içerisinden süzdürüp teşhis koyar.
Eskiden askerliğini yapmayanı adamdan saymazlardı.
Babasını ayağına getireni de adam olarak görmezlerdi.
Hele hele anaya babaya el kaldıranı insan bile saymazlardı.
Ama adam olana da laf söyletmez. Bu insanlar için ;
“Adam adamdır, olmasa da pulu. Eşek eşektir, olmasa da çulu.."
Adamlık akçeyle ölçülmezdi.
Fakirlik ve zenginlik adamlığı tayinde etken olmazdı.
Yaşantısı içerisindeki topluma yansımaları onun adamlık değerini ortaya koyar.
Adam olmamışsa onun için denecek bir tek şey var.
“Eşeğe altın semer vursan eşek yine eşektir “ teyitlemesini de bu anlamda söylerler.
Halkın özündeki kaybolmalar nedeniyle şimdi yeni türemeler çıktı.
Askere gitmeyi enayilik olarak yorumlayanlar çıktı.
Bedelini ödeyip askerlikten saydırma çıktı.
Anayı babayı zevk için tokatlayanlar çıktı.
Çarçabuk unuttular “Adamın adama yük olmadığını. Canın gövdeye mülk olmadığını “
Toplum içinde yaşayan insanlar artık birbirlerine bağımlı olmak istemiyor. Birbirlerine işlerinin düşmelerini artık yük sayar hale gelmişler. Evdeki yaşlılardan bir an önce kurtulmak istiyorlar. Bu insanların kendilerini yetiştirmek için nasıl fedakarlıklar yaptıklarını unutuvermişler birden.
Adam olmanın şekli şemali de değişti.
Büyük adam, küçük adam,
1. adam 2. adam,
Gölgedeki adam, perde gerisindeki adam gibi,
Mücadele baş gösterdi.
Bu konuda zamanın bilim adamları da aynı görüşten düşünceler sarf eder hale gelmiş.
Judy Garland “Başka birinin ikinci sınıf bir versiyonu olacağınıza her zaman kendinizin birinci sınıf bir versiyonu olun” diyor.
Tabi ki revaçta olan 1. adam olmak.
Birinci adam olmak için en uça gelmek lazım.
Buraya kadar gelmek o kadar kolay değil. Zirveler her zaman ıssızdır.
Zirveler her zaman soğuktur. Sürekli karlarla kaplıdır. Burada dost edinmek de kolay değil.
Bu zorlukları bilerek ve görerek yola çıkmak gerekir.
Necker buralara kimlerin gelebileceğini söylüyor. Diyor ki ; “ Yüksek makamlar kayaların tepesine benzer. Kartallar yılanlar, ancak oraya ulaşabilirler. “ Yani sürünmeyi bilenler.
Belirli bir meziyete sahip olup uçmayı bilenler.
Buna benzer bir ifadeyi de Cenab Şahabeddin söylüyor.
"Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir “ Bu çok önemli bir tespit.
Sürünerek gelenler hep birilerine muhtaç olanlardır.
Muhtaçlık yine akçe hesabından kaynaklanmaktadır.
Atalar “Adamın kötüsü olmaz, meğer züğürt ola" ifadeleriyle vurguladıkları nokta budur. Etrafımızda oluşan şaibeli hadiseler hep bu türden olaylardır.
Uçarak gelenler ise Yaradan’dan gayrına eyvallahı olmayanlardır.
Sürünerek gelenlerin akıbetleri hep hüsrandır.
Taviz aldıkları için sürekli taviz vermek mecburiyetindedirler.
Bu nedenle zirveye gelmekten ziyade mühim olanı geldikten sonra kalabilmektir.
Hangi yolla gelmiş olursan ol en uça gelen çabuk vuruluyor.
Bunun sebebi de büyüklük iddiasıyla gelenlerin çevrelerini hep küçük ve basit adamlarla doldurmalarıdır.
Eskilerin dediği gibi sonlandıralım.
“Adamın iyisi iş başında belli olur “
İşin başında iyi olmayanlar maalesef hep ikinci versiyon olanlardır.
Dinle beni ey adem, mademki sen insansın
Garibe kol kanat ger, sığınacak bir dam ol
Sen de her kişi gibi dokuz ay on günlüksün
Kibirinden sıyrılıp adam gibi adam ol. (Dermanî)