Suriye sınırını temizleme harekatı, siyasi çekişmeler, siyasetçilerin televizyon ekran işgalleri ve ağız dalaşları filan derken, günlük yaşamımızdaki zorluklardan şikayet edemez hale geldik.
Oysa neye elimizi uzatsak, laübali bir sistemin kargaşasına bulaşıyoruz. Sabah gözümüzü açar açmaz, kontrolsüz bir yaşamın göbeğinde buluyoruz kendimizi.. Kahvaltı sofrasındaki ekmeğin gramajı ile oynanmış, kullanılan unun kalitesi ve hijyeni şüpheli, ciddi bir kontrolden geçmeden yiyoruz bunları. Peynir ve zeytinin fiyatı el yakıyor. Eskiden yoksulun temel gıdasıydı bunlar. Kuru fasulye ve nohut da öyle değil mi ? Şimdi en basit lokantalarda bile 15 liraya veriyorlar tabağını.. Kilosu 20-25 liraya kurufasulye var piyasada. Üstelik de çoğu yerli değil, fasulyeyi bile ithal ediyoruz.
Ülkemizin batı bölgesinin çoğu köylüsü, eskisi gibi üretmiyor artık. Zaten eskinin köylüsü de kalmadı ki.. Hepten şehirli olduk, marketlerden karşılanıyor ihtiyaçlar. Köy ekmeğine köylüler bile hasret kaldı. Çocuğu markete gönderip aldırmak, herkesin kolayına geliyor şimdi.. Köylerimizin halini bir görseniz, oturur ağlarsınız. Çoğunun köylükleri kalmamış, şehirle kasaba arasında sıkışıp kalmışlar. Hele bir büyükşehir belediyeleri uygulamamız var ki, evlere şenlik.. Tüm köyleri mahalleye çevirmişler, neredeyse inek, koyun, tavuk yetiştirmeyi yasaklayacaklar. Öyle komik olaylar oluyor ki batının sahil köylerinde, büyük şehirlerin kargaşa ve kalabalığından kaçıp buralara yerleşenlerle köylüler arasında itişip kakışmalar başladı. Büyük şehir kaçkınlarının kimi ineğin böğürmesinden, kimi tezek kokusundan, kimi de horozların erken ve devamlı ötmesinden şikayetçi..
Genel bir kontrolsüzlük hakim piyasaya. Ne yediğimizden emin değiliz. Mevsim dışı sebzelerin çoğu ilaçlı, her cins tavuk artık (gezer tavuk) diye satılıyor. Normal yumurtaları marketten alıp, çamura bulayarak köy yumurtası diye iki misli fiyata satan uyanıklar var. İlerde bunları bile bulmamız zorlaşabilir. Çünkü köylü batıda giderek topraktan uzaklaşıyor. Hele okuttukları çocuklarının hiçbiri köye dönmek istemiyorlar. Gençlerin hepsi öğretmen, astsubay, polis, hemşire olmak istiyor. Oluyorlar da, köye dönmedikleri için ana babaları kara kara düşünüyorlar şimdi. Kim ekecek o toprakları ?..
Daha bu faciaların farkında değil kimse. Bomboş duran tarlalardan geçilmiyor Ege ve Akdeniz köylerinde. Eskiden ekilmedik bir avuç yer olmazdı. Şimdi öyle mi, küçük küçük tarlalar sahipsiz gibi duruyor. Ülkemizin ciddi bir tarım politikası yok. Her gelen tarım bakanı, kafasına takıldığı şekilde yönetiyor tarımımızı. Plan yok, program yok, ciddiyet yok, ama laf çok, vaad çok. Yıllardır reform yapıyoruz diyorlar, neyin reformu, hangi reform ?.. Bakan değişti mi, reform diye kakalanan şey de değişiyor hemen. Tarım desteklemelerinde böyle oldu, hayvancılık kredilerinde böyle oldu, hep öyle olmadı mı ?..
Eskinin o çalışkan, o üretken köylüsü giderek azalıyor. Çoğu yeni yasalarla tembelliğe alışıyor. Yok çocuk başına verilen eğitim parası, süt parası, evdeki hasta ve yaşlı insanlara maaş, yetmedi onlara bakanlara da verilen paralar, işsizlik maaşı filan derken, paraya hasret yaşayanların cebine köylerde ciddi gelirler girmeye başladı. Aslında bunlar fena şeyler değil, refahın tabana yayılması diye de bakılabilir. Ama değirmenin suyu nereden geliyor, yakında bulabilecekler mi bu paraları? Sorun burada işte… Zaten çalışmayı pek seven bir millet değiliz, tribünlere oynayan ve vergilerimizi oy artışında kullanmak isteyenler yüzünden iyice tembelleşiyoruz. Böyle giderse, siyasi popülizmin zararlarını ilerde daha fazla göreceğiz.
Yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkenin Tarım Bakanlığında 100.000’i aşkın insan çalışıyor. 40’ın üzerinde Ziraat Fakültemiz, binlerce ziraat mühendisimiz ve teknikerimiz var. Ama çoğu tarlada, toprakta değil, başka işlerde çalışıyorlar. Böylesine muazzam bir kadro, doğru dürüst organize edilemediği için, ülkenin ihtiyacına cevap veremiyor. Bugün Ziraat Mühendislerinin çoğu işsiz. Ama fakültelerimiz hala ziraat mühendisi mezun ediyorlar. Üstelik hala yeni ziraat fakülteleri de açıyoruz. İşin aslına bakarsanız, mevcut ziraat fakültelerinin çoğunda kontenjan açığı var. Artık gençler bu bölümü tercih etmiyorlar. Herkes kolaydan nasıl para kazanırım, çalışmadan nasıl gelir elde ederimin peşinde.
Bunlar ciddi konular. Ülkeyi yönetenlerin bu önemli ve hayati konuların üzerinde siyasi popülizmle değil, ciddiyetle durmaları lazım. Türkiye 190’ı aşkın Üniversitesinde yarım aydın yetiştiriyor. Yarım aydın, bilesiniz ki tam cahilden de tehlikelidir. Her caddeye Üniversite açmaya kalkışırsanız, sonuçta olacağı bu işte. İhtiyacımız olmayan branşlarda, binlerce mezun veriyoruz. Bu yüzden ortalık diplomalı işsizlerden geçilmiyor. Oysa teknik elemana, mesleklerin ara sınıflarına ihtiyaç var. Bu konudaki eğitimimiz ise, giderek geriliyor. Sorunu vakit kaybetmeden ve hemen ele almalı, gereğini süratle yerine getirmeliyiz.
*****